Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Ayşe Sarısu Pehlivan Kararı, Yargıçlar Sendikası Genel Sekreteri iken 21 Ocak 2017 tarihinde Evrensel Gazetesi’nde yayınlanan bir röportajı nedeniyle, Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından başlatılan soruşturma sonucunda Pehlivan hakkında verilen disiplin cezasına ilişkin olarak 6 Haziran 2023 tarihinde açıklanmıştır.
Mahkeme, disiplin cezasına çarptırılan hâkim Ayşe Sarısu Pehlivan’ın ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine hükmetmiştir. Tazminat talebi bulunmaması nedeniyle Türkiye aleyhine tazminata hükmedilmemiştir. AİHM, bir yargıçlar sendikasının genel sekreteri olan Pehlvan’ın sivil toplumda bir aktör olarak rol üstlendiğini, kamuoyunu ilgilendiren konularda açıklama yapma hakkının ifade hürriyetinin bir parçası olduğunu tespit etmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Ayşe Sarısu Pehlivan Kararı
İKİNCİ KISIM
SARISU PEHLİVAN / TÜRKİYE DAVASI
(Başvuru no. 63029/19)
KARAR
Madde 10 – İfade özgürlüğü – Yargıçlar ve Savcılar Kurulu tarafından, yargıyı etkileyen anayasa reformlarına ilişkin referandum hakkında ulusal bir gazetede yayınlanan röportajı nedeniyle bir yargıç ve Yargıçlar Sendikası Genel Sekreteri hakkında verilen disiplin cezası – İlgili kişinin bu reformlar hakkındaki görüşlerini ifade etme hakkı ve görevi, Yargı ve adalet sisteminin bağımsızlığı üzerinde etkisi olabilecek – Kamu yararını ilgilendiren ve yüksek düzeyde koruma gerektiren konularla ilgili bir tartışmaya ilişkin ifadeler – İki gün süreyle maaştan kesme cezası nispeten ılımlı, ancak ilgili kişi ve bir bütün olarak yargı üzerinde caydırıcı etki – Yeterli gerekçenin olmaması – Yargı yolunun bulunmaması. |
STRASBOURG
6 Haziran 2023
Bu karar, Sözleşme’nin 44 § 2 maddesinde belirtilen koşullar altında nihai olacaktır. Bu karar, deformasyona uğramış değişikliklere maruz kalabilir.
Sarısu Pehlivan v. Türkiye davasında,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (İkinci Bölüm), aşağıdaki üyelerden oluşan bir daire halinde toplanmıştır:
Arnfinn Bårdsen, Başkan,
Egidijus Küris,
Pauliine Koskelo,
Saadet Yüksel,
Lorraine Schembri Orland,
Frédéric Krenc,
Diana Sârcu, jüri üyeleri,
ve Hasan Bakırcı, Yazı İşleri Müdürü,
Türkiye Cumhuriyeti aleyhine, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına ilişkin Sözleşme‘nin (“Sözleşme”) 34. maddesi uyarınca, söz konusu ülke vatandaşı Ayşe Sarısu Pehlivan (“başvuran”) tarafından 26 Kasım 2019 tarihinde yapılan başvuruyu (no. 63029/19) dikkate alarak,
Şikayetin Türk hükümetinin dikkatine sunulması kararını göz önünde bulundurarak,
(“Hükümet”),
Davalı Hükümet tarafından iletilen gözlemleri ve başvuran tarafından cevap olarak iletilenleri göz önünde bulundurarak,
Bölüm Başkanı’nın yazılı yargılamaya müdahil olma yetkisi verdiği İfade Özgürlüğü Derneği‘nden gelen yorumları dikkate alarak (Sözleşme’nin 36 § 2 maddesi ve Mahkeme İç Tüzüğü’nün 44 § 2 maddesi),
Dairelerinde 16 Mayıs 2023 tarihinde müzakere ettikten sonra, aynı tarihte kabul edilen aşağıdaki kararı tebliğ eder:
GİRİŞ BÖLÜMÜ
1.Şikâyet, ulusal düzeyde yayın yapan bir gazetede başvuranla yapılan bir röportajın ardından, Hâkimler ve Savcılar Kurulu tarafından, bir yargıç ve söz konusu tarihte Yargıçlar Sendikası Genel Sekreteri olan başvurana verilen disiplin cezasına ilişkindir. Başvuru sahibi, Sözleşme’nin 10. maddesinin ihlal edildiğinden şikâyetçidir.
OLGULAR
2.Başvuran 1967 doğumludur ve İzmir’de ikamet etmektedir. Kendisi avukat M. Meşeli tarafından temsil edilmiştir.
3.Hükümet, temsilcisi Türkiye Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Daire Başkanı Hacı Ali Açıkgül tarafından temsil edilmiştir.
I. DAVANIN BAĞLAMI
4.Söz konusu tarihte, başvuran, İzmir iline bağlı Karşıyaka’da hâkim olarak görev yapmaktaydı. Kendisi aynı zamanda Yargıçlar Sendikası’nın Genel Sekreteriydi. Tüzüğüne göre, 16 Kasım 2016 tarihinde kurulan bu sendika, hukukun üstünlüğünü, gelişimini ve sürekliliğini teşvik etmeyi ve yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını korumayı amaç edinmiştir.
5.21 Ocak 2017 tarihinde, Anayasa’da değişiklik yapan 6771 sayılı Kanun Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilmiştir. Kanun, esas olarak Cumhurbaşkanının yetkilerinin yeniden düzenlenmesi ve genişletilmesi ile Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçişi sağlamış ve diğer hususların yanı sıra, askeri mahkemelerin kaldırılmasını ve Anayasa Mahkemesi ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu; “HSYK”) menşelerinin ve seçilme usullerinin değiştirilmesini öngörerek yargı teşkilatında önemli değişiklikler yapmıştır. Bu kanun, 16 Nisan 2017 tarihinde ülke genelinde yapılan referandum sonucunda kabul edilmiş ve yürürlüğe girmiştir.
II.BAŞVURAN TARAFINDAN YEREL GAZETEYE YAPILAN RÖPORTAJ
6.20 Şubat 2017 tarihinde, ulusal Evrensel gazetesi tarafından davacı ile yapılan bir röportaj gazetenin basılı nüshalarında ve internet sitesinde yayınlanmış ve dağıtılmıştır. Söz konusu basın makalesinin davayla ilgili bölümleri aşağıdaki gibidir:
“Ülke tarihinin en önemli referandumuna doğru ilerlerken, [önerilen] Anayasa değişikliklerine [yöneltilen] temel eleştirilerden biri, demokrasinin olmazsa olmaz koşulu olan kuvvetler ayrılığının [ortadan kaldırılması] ile ilgilidir.
Yargıçlar Sendikası Genel Sekreteri, Karşıyaka hakimi Ayşe Sarısu Pehlivan ile yargı [erkinin] örgütlenmesinin durumu ve anayasa değişiklikleri ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nda (HSYK) yapılan değişikliklerin yargı sistemi açısından sonuçları hakkında görüştük.
Anayasa değişiklikleri HSYK’nın yapısını da değiştirmektedir. Ne tür değişikliklerden bahsediyoruz ve bunların yargı sistemi üzerinde ne gibi etkileri olacaktır? Mevcut sistemde HSYK yirmi iki üyeden oluşmaktadır. Cumhurbaşkanı bunlardan dördünü adli ve idari hakimler arasından değil, üniversite hukukçuları ve avukatlar arasından atamaktadır. Üç asil üye Yargıtay, iki üye Danıştay ve bir üye de Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulu tarafından seçilmektedir. On asil üye ise adliyelerde kurulan sandık sistemi aracılığıyla hakim ve savcılar tarafından seçilmektedir.
Anayasa değişiklikleri, Yargıtay, Danıştay, Türkiye Adalet Akademisi ve diğer adli ve idari kurumların HSYK’ya “kendi temsilcilerini” seçme hakkını ortadan kaldırmaktadır. (…) Bundan böyle yargının başı olan HSYK’da sadece Cumhurbaşkanı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilen üyeler yer alacaktır.
Başkanlığın Adalet Bakanı’na [re’sen] verilmesi korunacak ve Adalet Bakanı’nın sekreter yardımcısı “doğal üye” olarak görev yapacaktır. Kurulun diğer on bir üyesi aday gösterme yoluyla atanacaktır. Dört üye Cumhurbaşkanı tarafından atanacaktır. Cumhurbaşkanı üç üyeyi adli yargı hakim ve savcıları arasından, bir üyeyi de idari yargı hakim ve savcıları arasından seçecektir. Yedi üye Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilir. Bu yedi üyenin üçü Yargıtay’dan, biri Danıştay’dan, üçü de üniversite öğretim üyeleri ve avukatlar arasından seçilecektir. Parlamento tarafından seçilecek kişiler, aslında Cumhurbaşkanı tarafından [parlamentoda bulunan] siyasi partisinin üyelerine [gösterilecek] kişiler olacaktır.
YARGI YETKİSİNİN YÜRÜTMEYE DEVREDİLMESİ
Buna ek olarak, HSYK, biri atamalardan ve yargı yetkisinden olmak üzere üç oda aracılığıyla faaliyet göstermektedir. Başka bir deyişle, hangi hakimin hangi şehirde çalışacağını ve kimin hangi davalara bakacağını belirlemektedir. Diğer iki odadan biri hakim ve savcıların soruşturulmasından sorumluyken, diğeri terfilerden sorumludur. Kariyerimize belli bir dereceden başlayarak her iki yılda bir değerlendirmeye tabi tutuluyoruz. Bu süre zarfında karara bağladığımız davalar, müfettiş raporları, bu iki yıl içinde Yargıtay tarafından onaylanan dava sayısı ve not sistemi kaldırılmadan önce aldığımız notlar incelenerek terfimize karar veriliyor. Tüm bu [unsurlar] HSYK tarafından takdir edilmektedir.
Her ne kadar [bazıları] bugün özel yetkili mahkemeler olmadığını söylese de, mevcut haliyle ceza mahkemeleri aslında özel yetkili mahkemelerdir. Buralarda çalışan insanlar çok önemli işlevleri yerine getirmektedir. Bu mahkemeler HSYK tarafından biçimlendirilecektir. Davanın nerede görüleceğini [önceden] bilmiyor olsaydınız, bunun önemli olmadığını söylerdiniz, ancak [şu anda] belirli dava türlerinin belirli mahkemelerde görülmesine ilişkin bir düzenleme mevcuttur. Dolayısıyla, bu mahkemelere [atanan] kişiler, bu kurallar göz önünde bulundurularak, siyasi iktidara karşı gelmeyecek hakimler arasından [seçilecektir].
Değişiklik ayrıca HSYK’nın ismindeki “yüksek” kelimesini de kaldırmaktadır. HSYK’nın adı Hakimler ve Savcılar Kurulu (“HSK”) oluyor. Bu büyük bir değişiklik gibi görünmese de, [meydana gelen] dönüşümü yansıtıyor ve psikolojik bir etkisi söz konusudur. Yargı artık “tepede” değil, yürütmenin altında [yer almaktadır]. Başka bir deyişle, “yürütmenin güdümünde çalışacak bir kurul” konumuna getirilmiştir. Bu da yargı için bağımsızlık anlamına gelmemektedir.
” BİZLERE KÖTÜ BİR MİRAS BIRAKILDI”.
Bu sürecin bu noktaya gelmesinde yargı mensuplarının sorumluluğunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sorun gerçekten bizde yatıyor. Biz hakimler olarak sağlam bir duruş sergileyebilseydik, eğilip bükülmeseydik bunların hiçbiri olmazdı (…). Bize her zaman ‘batan’ [iktidarın hizmetinde] işlevi yüklendi, bu [rol] bize dayatıldı. En güçlü olanın yanında yer aldık. Kendimizi ortaya [koyamadık]. Bize kötü bir miras bırakıldı. Biz bu mirası reddeden küçük bir grubuz. Nefes almamıza da izin verilmiyor.
Birçok meslektaşımız yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını şu şekilde algılıyor: “Kimse bana şu davada şunu yap ya da şu kararı ver diyemez. Bu yargı bağımsızlığı değildir. [Bağımsızlık sizin atanmanıza, yetkilendirilmenize, maaşınıza, birlikte çalıştığınız personele, bütçenize kimin karar verdiğinden kaynaklanır. [Bizim] bütçemiz yok, her şey [yukarıdan geliyor].
YARGIÇLAR DEVLET MEMURU DEĞİLDİR
Yargıda Birlik Derneği üyeleri şunları söyledi: “Seçimlerde bizimle hareket edin, cemaat’i [Türk makamları tarafından “FETÖ/PDY” (“Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması”) olarak tanımlanan bir örgüt olan Gülen kardeşliği için kullanılan terimlerden biri] birlikte yenelim”. Biz beyan ettik: “Ne cemaat ne de cemaatçilik”. Yürütmenin [halkı] nasıl kullandığını, hâkim ve savcıların elinden neleri aldığını da görüyoruz, bu yıllar içinde oldu. Biz ikisinin de tarafını tutmuyoruz.” Cevap verdiler: “[Ne olacak], Adalet Bakanlığı hakim ve savcılara [ofis eşyaları] veriyor”. Bu cümle ile Adalet Bakanlığı ile Yargıda Birlik Derneği’nin birlikte olduğunu ima ettiler.
Devlet bunları yapmakla yükümlüdür, bu şekilde organize edilmiştir. Biz onunla işbirliği yapmak zorunda değiliz, ama o yapıyor.
Bir de meslektaşlarımızın çoğunun kendilerini devlet memuru olarak görmeleri, millet adına karar verdiklerinin farkında bile olmamaları var. Siyasi iktidarlar bunu kendi lehlerine kullandılar. Üç bin sekiz yüz kişi [sadece devlet memuru olarak] görevden alındı ve yerlerine barodan gelenler hakim, savcı vb. niteliklere sahip değildi. [Siyasi iktidar] bunları dikkate almıyor, ‘ben bunları görevden aldım, yerlerine yenilerini getirdim, bu kadar’ diyor.
HUKUK KONUŞANLAR BİRLEŞMELİ
Tüm bunlar toplumu nasıl etkileyecek? Bir ülke adaletsiz yönetilebilir mi?
Anayasa değişiklikleri tek adam rejimi, otoriter bir rejim getiriyor. Bunun mevcut cumhurbaşkanıyla bir ilgisi yok, [kim olursa olsun] bu çok tehlikeli. Ne olacağını tahmin edemezsiniz, çünkü değişiklikler herhangi bir kontrol mekanizması öngörmüyor. Hatta Cumhurbaşkanı’nın bir yasanın nasıl uygulanacağına karar verebileceği söyleniyor. Böyle bir şey mümkün mü? Bir partinin üyesi olan bir Cumhurbaşkanı olacak ve belki de o partiden bir ilçe başkanı bile hakim ve savcılar üzerinde etkili olmaya başlayacak. Şimdiye kadar karşılaşılan sorunlar gelecekte nelerle [karşılaşabileceğimizi] gösteriyor.
ANAYASA TOPLUMSAL MUTABAKAT OLMAKTAN ÇIKTI
Anayasa çerçeveyi çizer, bireylerin inisiyatifine bırakmaz; işlevsel denetim mekanizmaları kurar ve [devlet örgütlenmesini] bu temel üzerine inşa eder. Anayasa toplumsal bir mutabakatın ürünüdür. Anayasa’nın [önerilen değişikliklerle] yeniden düzenlenme biçimi nedeniyle böyle olmaktan çıkacağını görüyoruz. Örneğin, kimin ya da hangi [üniversite] hocasının hazırladığını bilmiyoruz. Tamamen bir siyasi parti ve onu destekleyen başka bir parti tarafından düşünülmüş bir anayasadan bahsediyoruz. Sonra da bunu anayasa olarak tüm ülkede uygulayacağınızı söylüyorsunuz. Halkın iradesini de felç ediyorsunuz. İçeriğinin doğru dürüst anlatılmasını istemiyorsunuz ve “hayır” diyenlerin FETÖ’cü, PKK’lı (Kürdistan İşçi Partisi, yasadışı silahlı örgüt) olduğunu iddia ederek insanları sürekli korkutuyorsunuz. İnsanların neye oy verdiklerini bilmeleri ve kendi geleceklerini belirlemeleri en doğal haklarıdır. Şu anda HDP’li (Halkların Demokratik Partisi, Kürt yanlısı sol bir siyasi parti) milletvekilleri [hapiste], gazeteciler [hapiste]. İnsanların yazmasını engelliyorsunuz, konuşmasını engelliyorsunuz, sonra da anayasa değişikliği yaptık diyorsunuz, bu mümkün değil ve bu böyle devam edemez. “Evet” tarafı kazansa bile bu iş yürümez.
Hayır oyu veren toplumun diğer kesimine ne olacak, [onlar] buraya ait olmadıklarını nasıl hissetmeyecekler?
[Bu şekilde devam edemeyiz. Böyle bir toplum, böyle bir ülke ya çökecek ve tarihten silinecek ya da kendini silkeleyip yeniden yükselecek. O yüzden gerçekten hukuka inanan insanların bir araya gelmesi gerekiyor. Yargı içinde böyle insanlar var ama çok dağınık ve sessizler. Önemli olan, aynı şekilde hisseden bu insanları bir araya getirebilecek bir şeye sahip olmak. Biz de bunun için buradayız. Tek bir sesle [konuşalım], mücadele edelim, birbirimizle dayanışma içinde olalım. Çünkü gidecek başka yerimiz yok.
Referandum sürecinde sendika olarak neler yapacaksınız?
Sendika olarak, anayasa değişikliklerinin otoriter bir rejime yol açacağına ve yönetimi tek adama emanet edeceğine inandığımız için referandumda “hayır” oyu kullandık. Bu görüşümüzü elimizden geldiğince her yerde dile getiriyoruz. Arkadaşlarımız bunu TV programlarında ve [yayınladıkları] makalelerde açıklıyorlar. Ses olmaya, konuşmaya, tartışmaya devam edeceğiz. Hukuk, haksızlığa uğrayan herkesin sığınabileceği bir limandır; bu limanı kaybetmemeliyiz, yoksa fırtınalarda boğuluruz. Arkadaşlarımızı örgütlenmeye davet ediyoruz. Örgütlü mücadele her zaman güç verir.
ADALET SİSTEMİNDE ÖRGÜTLENME
Bildiğimiz kadarıyla Türkiye’de yargıç ve savcıların örgütlenmesi 2006 yılında YARSAV (Yargıçlar Birliği) ile başladı. Siz nasıl örgütlendiniz?
YARSAV kurulduğunda ben Ankara Ticaret Mahkemesi’nde çalışıyordum. Ö.F.E.’nin öncülüğünde Yargıtay’daki savcı ve tetkik hâkimi arkadaşlarla başlayan bir süreçti – bütün bu arkadaşlar daha sonra HSYK tarafından [2010’daki oluşumunda] başka yerlere [transfer edildi] – bir kurucular kurulu oluşturuldu, ana sözleşme hazırlandı ve imzaya açıldı. Kendi kendime “yargıda hak [talebi] olacak, mesleğimizin geleceğini biz belirleyeceğiz, siyasi iktidara karşı haklarımızı koruyacağız, en azından ortak bir sesimiz olacak, bunu duyuracağız” diyerek büyük bir heyecanla imzaladım. YARSAV beş yüz bir kurucu üye ile kuruldu. Hemen ardından genel kurul yapıldı ve ben de yönetim organlarına yedek üye olarak katıldım. Neler yapmalıyız, nelere öncelik vermeliyiz, hangi düzenlemelere itiraz etmeliyiz, hâkim ve savcı alım usullerinde düzeltilmesini istediğimiz hataları nasıl ele almalıyız gibi konuları tartıştık ve çok sayıda hukuki girişimde bulunduk.
Hâkim ve savcı alımına ilişkin sözlü sınav kayıt altına alınmamıştı ve büyük ölçüde [kayırmacılığa] yol açıyordu. Bir itiraz durumunda delil olarak kullanılmak üzere sözlü sınavın kayıt altına alınması ve [komisyonda] sadece Adalet Bakanlığı mensuplarının değil, psikolog, sosyolog, iletişim uzmanı gibi deneyimli uzmanların da bulunmasının sağlanması için girişimlerde bulunduk – çünkü bir hakimin kendini ifade edebilmesi, muhatabına ne söylemek istediğini aktarabilmesi, beden dilini okuyabilmesi vb. önemlidir. Kayıt talebimizi “bunu özel hayatın ihlali olarak değerlendiriyoruz” diyerek reddettiler. Elbette bunun konuyla bir ilgisi yoktu. Sadece komisyonun yapısını genişleterek Temyiz Mahkemesi’nden birkaç kişiyi dahil ettiler.
Yurtdışındaki yargı örgütleriyle işbirliği yaparak [yargı organının] dış dünyaya açılmasını sağladık. Kendimize başka ülkelerdeki hakimler hakkında, bizden ne kadar farklı oldukları, çalışma koşulları hakkında hiç soru sormamıştık. Elimizden geldiğince bu hâkim ve savcılarla konuştuk. Ergenekon-Balyoz davaları sırasında İtalya’daki “Temiz Eller” operasyonunu yürüten savcıyı bir panelde konuşması ve deneyimlerini bizimle paylaşması için davet ettik.
Biz bu inisiyatifleri geliştirirken siyasi otoriteler şu açıklamayı yaptılar:
“YARSAV [Yargıçlar ve Savcılar Birliği] YARSAP [Yargıçlar ve Savcılar Partisi] oldu, [öyle ki] bir siyasi parti kurdular”. M.A.Ş. o zaman Adalet Bakanıydı. İnsanlar doğru şeyi söylüyordu ve siyasi otoriteler bundan hoşlanmıyordu. Halkın gözünde [bizi] itibarsızlaştırmak için şöyle açıklamalar yaptılar: “cübbelerini bırakıp siyasete girsinler” gibi açıklamalar yaptılar.
Sendika içindeki] seçimler 2009 yılında gerçekleşti. Kurucu başkan [Ö.F.E.’nin] görevi devralması engellendi. Buna pek çok faktör [katkıda bulundu]. Herkes şaşırdı. Ona şöyle diyor: “birçok cemaat üyesi YARSAV’a katıldığı için [Ö.F.E.’nin] seçilmesi engellendi”. E.Ü.T. [seçimlerin yapıldığı] genel kurulda seçildi. Ardından 2010 referandumu gerçekleşti. Dernek de 2010 yılında, belki de güven tazelemek ve HSYK seçimlerinin başarısızlığını aşmak için olağanüstü genel kurul yaptı.
Kendi kendimize dedik ki, Ö.F.E’nin adaylığının seçimde başarısız olmasını cemaat üyelerinin girmesiyle açıklayan yorumların [esasını] değerlendirelim. “YARSAV hepimizin” hareketini başlattık ama genel kurulda üyeleri ikna edemedik. Bu nedenle liderliği E.Ü.T.’ye devrettik.
Sendikalaşma süreci nasıldı?
Dernek rüştünü ispat ettikten ve büyüdükten sonra yurtdışındaki derneklere üye oldu.
Artık sıra sendikada dedik kendi kendimize. 2011 yılında YARGI-SEN adı altında tüzüğümüzü hazırladık ve Ankara Valiliği’ne bir dosya sunduk. Vali yardımcısı başvuruyu kabul etmekte tereddüt etti ama sonunda kabul edildi.
Çok kısa bir süre sonra Ankara Valiliği “hakim ve savcılar sendika kuramaz” diyerek fesih prosedürünü başlattı. Bize şöyle söylendi: “[büro çalışanlarının] [sendika] şubesinde örgütlenebilirsiniz”. Genel kurul çağrısı yaptık ve [kurul] hâkim ve savcılar olarak örgütlenmemize ve tüzüğün değiştirilmemesine karar verdi. Mahkeme “ihtara uymadınız” diyerek sendikayı feshetti. Dava temyize gitti ve [bu yargı alanında] iki yaklaşım arasında tartışma yaşandı, bunlardan biri [sendikanın] [hiçbir koşulda] kurulamayacağını, diğeri ise kurulabileceğini düşünüyordu, ancak nihayetinde Yargıtay, bazı eksikliklerden bahsettikten sonra fesih kararını onayladı.
Bunun üzerine davayı [Uluslararası Çalışma Örgütü‘ne], ardından da [Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne] götürdük. [Prosedür] orada devam ediyor.
Buna ek olarak, mahkemenin kararında ilk yapının feshini haklı göstermek için öne sürdüğü hususları tüzüğün hazırlanmasında dikkate alarak 2012 yılında Yargıçlar Sendikası’nı kurduk. İkinci sendikamıza karşı yine fesih talebinde bulundular, ancak bu kez mahkeme reddetti ve Yargıtay da [bu kararı] onayladı.
Dört yıldır bir sendikamız var. Ancak YARSAV’ın kurucuları dağıldığı ve YARSAV dağıtıldığı için meslektaşlar katılmaya cesaret edemiyor. Önemli olmadığını düşünüyoruz, biz varız ve üyeliğimiz, örgütümüz gibi, kesinlikle büyümeye devam edecek. Yargı alanındaki sendikaların uluslararası örgütü olan MEDEL’e [Magistrats europeens pour la democratie et les libertes] gözlemci olarak katılmak için başvuruda bulunduk, önümüzdeki Nisan ayında yapılacak toplantıda başvurumuz değerlendirilecek. Yargıçlar birçok ülkede sendikalar, dernekler ve uluslararası bir örgüt (…) ile örgütlüdür.
Bir sendikal örgüt, ücret taleplerini ve sosyal hakları dile getirir ve işverenle pazarlık yapar. Sendikanızı kurarken aklınızda ne vardı?
Biz (…) yasa ve yönetmeliklerin (…) hepimizin günlük hayatını nasıl etkilediğini gözlemliyoruz. En azından siyasi partileri [fikirlerimizle] besleyeceğimize, onlara görüşlerimizi bildireceğimize ve [ortaya çıkan sorulara] karşı tavır alacağımıza [karar verdik]. Bunun dışında, dediğimiz gibi, üyelerimizin özlük hakları, çalışma koşulları ve mesleki gelişimleri üzerinde elbette çalışacağız.
Maaş artışları konusunda Yargıçlar Sendikası kapatılmadan önce bir çalışma yapmış ve bir dilekçe taslağı hazırlamıştı. Sendika adına dava açtık ancak Danıştay, sendikanın belirli kararlarda [üyelerini] temsil edemeyeceğini söyleyerek davayı reddetti.
ÇALIŞMA KOŞULLARIMIZLA ILGILI BIR ÇALIŞMA YÜRÜTTÜK
YARSAV tarafından yürütülen ve bir yargıcın kaç davaya bakması gerektiği sorusu üzerine çalışma koşullarına ilişkin bir çalışma [da] vardı. Çok iyi bir çalışmaydı. Bunu Tıp Konseyi ile işbirliği içinde yaptık. Dosyalardaki bu sararmış kağıtlar toz ve mikrop taşıyor. Ayrıca tortikolis, kötü oturma pozisyonu, disk hernisi, taşikardi, göz ve cilt rahatsızlıkları gibi meslek hastalıklarımız da var.
Ama siyasi iktidarlar bizi hep bir siyasi kalıba sokmaya çalıştıkları için bu çalışmalar hep geri plana itildi, kimsenin ruhu bile duymadı.
Ancak [üzerinde çalıştığımız] asıl konu elbette hukuktur ve sendikamızı kurmamızın amacı haklarımızı savunmaktır. Günlük hayatımızı etkileyen konularda görüşlerimizi ifade etmemiz [siyasi iktidar içinde bu konular hakkında tartışma yaratılmasına yardımcı oluyor]. İlgili yasama çalışmaları [devam ederken], bir dosya hazırlar ve siyasi partilere gönderirdik, ancak hepsi [bu yaklaşımı] desteklemiyordu, CHP (Cumhuriyet Halk Partisi, ana muhalefet partisi) destekliyordu ve bizi CHP’nin karşı kanadı olarak adlandırmaya [başladılar]. Ö.F.E.] son yasama çalışmaları sırasında meclis tartışmalarına katılmak isteyince bir MHP (Milliyetçi Hareket Partisi) milletvekili tarafından dışarı kovuldu. Sizi dinlemiyorlar bile ve sonra sizi başka bir siyasi partiyle ilişkilendirmeye çalışıyorlar.
Biz de başka bir görev üstlendik. Yargıtay kararları UYAP’ta (Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi) yayınlanmıyordu, çünkü Yargıtay üyeleri bu kararlarla ilgili kitap yazıp para kazanıyorlardı. Biz Yargıtay kararlarının UYAP üzerinden erişilebilir olması gerektiği fikrini savunduk. Çünkü bir yargıcın kendisini ilgilendiren bir konuda bir üst mahkemenin nasıl yaklaştığını, neye önem verdiğini, neyi bozduğunu, neyi onayladığını bilmesi en doğal hakkıdır. Biz bir dava açtık, Yargıtay savunmada gözlemlerde bulundu ya da [belki] bulunmadı, tam hatırlamıyorum, sonra davayı kazanacağımızı anladılar ve UYAP üzerinden [kararlara erişimi] açtılar. Bunu YARSAV’a karşı bir davayı kaybetmemek için yaptılar.”
III.BAŞVURU SAHİBİ HAKKINDA BAŞLATILAN DİSİPLİN İŞLEMLERİ
7.21 Şubat 2017 tarihinde, HSYK Üçüncü Dairesi, yukarıda bahsi geçen mülakatla ilgili olarak alınan bir ihbar mektubunu dikkate alarak, incelenmek üzere bir müfettişe gönderilmesine karar vermiştir.
8.20 Haziran 2017 tarihinde, müfettişin incelemesinin ardından yaptığı öneriye uygun olarak, HSYK Birinci Dairesi (Anayasa değişikliklerinin yürürlüğe girmesinin ardından verilen yeni adıyla), söz konusu olayların soruşturulmasını gerektirdiğini düşünerek başvuran hakkında soruşturma izni vermiştir.
9.28 Mayıs 2018 tarihinde, HSK İkinci Dairesi’nin talebi üzerine, başvuran savunmasını sunmuştur. Bu savunmada, ihtilaflı röportajda yayınlanan açıklamaları Yargıçlar Sendikası Genel Sekreteri sıfatıyla ve herhangi bir önyargı olmaksızın yaptığını ve bu açıklamaların, anayasa değişikliklerine ilişkin tartışmaların arka planında, kamu yararına ulusal hukukun gelişimine yapılan bir katkının parçası olduğunu ileri sürmüştür.
10. HSK İkinci Dairesi, 20 Eylül 2018 tarihinde, başvuranın söz konusu mülakatta yer alan bazı ifadeleri kullanırken hem görevdeyken hem de görev dışında resmi konumunun gerektirdiği itibar ve güven duygusunu zedeleyecek davranışlarda bulunduğu gerekçesiyle, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 65 § 2 a) maddesi uyarınca önce kınama cezası vermiştir. Ardından, 2802 sayılı Kanun’un 70. maddesini uygulayarak ve başvuranın yaptığı işleri, olumlu sicilini ve terfilerini göz önünde bulundurarak, verilen cezayı hafifletmeye karar vermiş ve başvurana iki günlük maaş kesintisi (yani ilgili tarihte yaklaşık 190 Euro’ya (EUR) karşılık gelen 1.218 Türk Lirası (TRY)) uygulamıştır.
Bu kararın gerekçeleri aşağıdaki gibidir:
“Mevcut davada, davalı [günlük bir gazetede yayınlanan] bir röportajda yargıya ilişkin sorunlar ve anayasa değişikliklerinin yol açabileceği olumsuz [sonuçlar] hakkındaki görüşlerini belirtirken, yargı kurumunun toplum nezdinde sahip olduğu saygınlığı zedeleyecek ve [söz konusu kurumun] mevcut ve geçmiş uygulamalarının [kurumu] bir bütün olarak işlemez ve güvenilmez hale getirdiği fikrini uyandıracak ifadeler kullanmıştır. Söz konusu kurumun] mevcut ve geçmişteki uygulamalarının [kurumu] bir bütün olarak işlemez ve güvenilmez hale getirdiğini; anayasa değişikliklerine ilişkin görüşlerini ifade ederken, söz konusu değişikliklere ilişkin referandum sürecinin yarattığı toplumsal atmosfer [göz önüne alındığında] siyasi olarak tarafgir olduğu izlenimi veren ifadelerde bulunduğunu ve bu haliyle makalenin içeriğinin bir bütün olarak bir yargı mensubunun ifade özgürlüğünü kullanırken göstermesi gereken sağduyu ve ihtiyata uygun olmadığı sonucuna varılması gerektiğini belirtmiştir. “
11.20 Kasım 2018 tarihinde başvuran, özellikle yargı mensuplarının sahip olduğu örgütlenme ve ifade özgürlüğüne dayanarak, 20 Eylül 2018 tarihli kararın gözden geçirilmesi için HSK İkinci Dairesi’ne başvurmuştur.
12.HSK İkinci Dairesi, 3 Ocak 2019 tarihinde, itiraz edilen kararın ilgili olduğuna hükmederek başvuranın talebini reddetmiştir.
13.HSK Genel Kurulu, 2 Mayıs 2019 tarihinde, başvuranın 3 Ocak 2019 tarihli karara yaptığı itirazı reddetmiş ve hem kararın hem de dayandığı gerekçelerin usul ve yasaya uygun olduğunu belirtmiştir.
KONUYLA İLGİLİ ULUSAL VE ULUSLARARASI YASAL ÇERÇEVE
1. KONUYLA İLGİLİ YEREL MEVZUAT VE UYGULAMA
14.2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun 65. ve 70. maddeleri bu davadaki ilgili bölümlerinde aşağıdaki şekilde ifade edilmiştir:
“Madde 65: Suçun yaptırımı
“Suçlama: Belirli bir davranışın yanlış kabul edildiğine dair yazılı bildirim.
Kınama yaptırımı aşağıdaki hallerde uygulanır:
a) Görev kapsamında olsun veya olmasın, resmi görevin gerektirdiği itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışlarda bulunulması,
(…)
Madde 70 – Daha hafif veya daha ağır bir disiplin cezasının uygulanması
(…) Bir kişi ilk kez bir disiplin suçu işlediğinde ve geçmiş hizmeti sırasında olumlu çalışmalar yapmışsa, tercihli veya ayrıcalıklı terfiye layık görülmüşse ve iyi veya çok iyi bir sicili varsa, görevden alınmayı gerektiren durumlar dışında, daha hafif bir yaptırım uygulanabilir.”
15. İlgili ulusal mevzuat ve uygulamaya ilişkin olarak, aşağıdaki Eminağaoğlu/Türkiye (no. 76521/12, §§ 36-43, AİHM 2021) ve Kozan/Türkiye (no. 16695/19, §§ 22-28, AİHM 2022) kararlarına bakınız.
II. VENEDİK KOMİSYONU’NUN 2017 ANAYASA DEĞİŞİKLİKLERİNE İLİŞKİN GÖRÜŞÜ
16.Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu (“Venedik Komisyonu”), 10 ve 11 Mart 2017 tarihlerinde düzenlenen 110. Genel Kurul toplantısında, 21 Ocak 2017 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen ve 16 Nisan 2017 tarihinde ulusal referanduma sunulan Anayasa değişikliklerine ilişkin bir görüş (CDL-AD(2017)005) yayınlamıştır:
” 124. Her devlet kendi siyasi sistemini seçme hakkına sahiptir: Başkanlık, Parlamenter ya da Karma. Ancak bu hak koşulsuz değildir. Kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü ilkelerine saygı göstermelidir; bu da seçilen sistemin yeterli denge ve denetleme mekanizmalarını içermesi gerektiği anlamına gelir. Dolayısıyla anayasa karmaşık bir denge ve denetleme sistemi oluşturur; diğer ülkelerin anayasalarında zaten mevcut olanlar da dahil olmak üzere tüm hükümleri bu nedenle genel güç dengesine katkıları ışığında değerlendirilmelidir.
125. Türkiye’nin 21 Ocak 2017 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen ve 16 Nisan 2017 tarihinde halkoylamasına sunulan Anayasa değişikliğinde yaptığı gibi, bir ülkenin başkanlık sistemini tercih etmesi halinde, başkanlık sistemi doğası gereği otoriter bir sürüklenme riski taşıdığından, azami dikkat gösterilmesi gerekmektedir. Böyle bir sistemde yürütme ve yasama kendi güçlerini ve meşruiyetlerini belirli aralıklarla yapılan seçimler yoluyla halktan alırlar. Bu iki güç birbirinden kesin olarak ayrı olduğu için aralarında çatışma olması kaçınılmazdır ve yönetim bu durumda hakemlikten ibarettir. Dolayısıyla güçlerin etkin bir şekilde ayrılması, her birinin farklı siyasi yaklaşımlara ve önceliklere açık kapı bırakacak şekilde oluşturulmasını gerektirir.
126.Önerilen değişiklik, Türk yetkililerin “Türk usulü” başkanlık sistemi olarak tanımladıkları, ancak artık Türkiye’nin uzun parlamenter geleneğini hiç yansıtmayan ve ülkenin anayasal tarihinde tam bir kopuşu temsil eden bir sistemi getirmeyi amaçlamaktadır. Demokratik başkanlık rejimlerini karakterize eden kuvvetler ayrılığı mantığını takip etmemektedir. Yürütme ve yasama arasındaki anlaşmazlıkları önlemek için Cumhurbaşkanlığı ve yasama seçimleri sistematik olarak aynı gün yapılacak, bu durumda biçimsel ayrılık uygulamada aldatıcı olabilecek ve yasama organı -ikisinden daha zayıf olanı- marjinalleşme riskiyle karşı karşıya kalacaktır. Cumhurbaşkanı sadece beş yılda bir yapılan seçimlerde ulusa karşı sorumlu olacaktır.
127.Önerilen rejimin aşağıdaki özellikleri kuvvetler ayrılığı açısından özellikle endişe verici görünmektedir.
– Yeni Başkan yürütme yetkisini tek başına kullanacak ve herhangi bir denetim olmaksızın, bir meslektaşlar hükümeti oluşturmayacak olan bakanları atayabilecek ve görevden alabilecek, ayrıca Devletin üst düzey temsilcilerini tek başına belirleyeceği kriterlere göre atayabilecek ve görevden alabilecektir.
– Başkanlık makamının boşalması ya da Başkan’ın geçici olarak görevde bulunmaması halinde, herhangi bir demokratik meşruiyet ya da Parlamento onayı olmaksızın, başkanlık görevlerini yerine getirmek üzere bir ya da daha fazla başkan yardımcısı seçebilir.
– Başkan, başkan yardımcıları ve bakanlar ancak çok zayıf bir parlamenter denetim aracı olan gensoru usulü ile sorumlu tutulabiliyordu.
– Başkan, yasama organını etkileyebileceği bir kanal olan siyasi partisinin üyesi, hatta lideri olabilir.
– Başkanlık ve yasama seçimlerinin eşzamanlı olması gerekecektir.
– Başkan herhangi bir nedenle Parlamentoyu feshedebilir ki bu demokratik bir başkanlık sistemiyle temelde bağdaşmaz ve bu otomatik olarak erken başkanlık seçimlerini tetikler – siyasal sorunları çözmenin ilkel bir yoludur.
– Cumhurbaşkanı, ikinci dönemi sırasında Meclis’in erken seçim kararı alması halinde üçüncü dönem seçeneğine sahip olacaktır ki bu da Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda yer alan iki dönem sınırlamasına ve Avrupa’daki en iyi uygulamalara uygun olmayan bir istisnadır.
– Ayrıca, Anayasa Mahkemesi’nin denetleyebileceği bir kanuna ihtiyaç duymaksızın Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinden geniş ölçüde faydalanabilecektir. Prensipte kanun, cumhurbaşkanlığı kararnamesine göre öncelikli olacaktır, ancak revizyon uygulamada bu önceliği etkili bir şekilde garanti altına alacak herhangi bir mekanizma öngörmemektedir.
– Cumhurbaşkanı tek başına olağanüstü hal ilan edebilecek ve bu süre zarfında herhangi bir kısıtlama olmaksızın Cumhurbaşkanlığı kararnameleri çıkarabilecektir.
128.Başkanlık sisteminde, güçlü ve bağımsız bir yargının yürütme ve yasama arasındaki anlaşmazlıkları çözebilmesi esastır. Ancak, önerilen değişiklik Türk yargısını güçlendirmek yerine zayıflatmaktadır. Mevcut yapısı uluslararası standartların çoğunu karşılayan Hakimler ve Savcılar Kurulu’nda derhal geçerli olmak üzere reform yapılacaktır: on üç üyesinden altısı artık siyasi tarafsızlıkla bağlı olmayacak olan Cumhurbaşkanı tarafından atanacak, yedi üye ise üzerinde Cumhurbaşkanı’nın etkisi olacak ve seçimlerin eşzamanlı olması nedeniyle büyük olasılıkla Cumhurbaşkanı ile aynı siyasi güçleri temsil edecek olan Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilecektir. Artık Konsey’in hiçbir üyesi kendi meslektaşları tarafından seçilmeyecektir. Kurul’un hakim ve savcıların atanması, terfisi, nakli, disiplin cezaları ve görevden alınmalarına ilişkin önemli işlevleri göz önüne alındığında, Cumhurbaşkanı böylece adaletin işleyişini kontrol edecektir. Hakimler ve Savcılar Kurulu üzerindeki bu kontrol dolaylı olarak Cumhurbaşkanının Anayasa Mahkemesini daha iyi kontrol etmesini de sağlayacaktır.
129.Değişiklik, yürütmenin yargı ve savcılar üzerindeki kontrolünü artıracaktır ki bu da yargı bağımsızlığının zaten uzun süredir endişe yarattığı Türkiye’de daha da sorunlu olacaktır. Bu değişiklik, yürütme üzerinde zaten zayıf olan yargı denetimi sistemini daha da zayıflatacaktır.
130.Venedik Komisyonu, Türk Anayasası’nda önerilen değişikliğin, otoriter bir sürüklenmeyi önlemek için gerekli olan denge ve denetleme mekanizmalarından yoksun bir başkanlık rejimi getireceğini belirtmiştir. Askeri mahkemelerin kaldırılması ve TBMM tarafından onaylanmayan kararnamelerin otomatik olarak hükümsüz sayılması iyi bir şeydir, ancak bu sonucu değiştirmek için yeterli değildir.
131.Dahası, revizyonun parlamentoda görüşülmesi ve kabul edilmesi, ikinci büyük muhalefet partisinin bazı milletvekilleri cezaevindeyken gerçekleşmiştir ve oylamanın gizliliğine riayet edilmemesi, reforma verilen desteğin gerçekliği ve milletvekillerinin oylarının kişisel samimiyeti konusunda şüphe uyandırmaktadır. Parlamenter prosedürün, Parlamentoda temsil edilen tüm siyasi güçlere açık gerçek bir tartışmaya yol açmamış olması üzücüdür.
132.Anayasanın revizyonunun Parlamento tarafından kabul edilmesi ve referandum yoluyla halka danışılmasının hazırlanması tamamen olağanüstü hal sırasında gerçekleşirken, ifade özgürlüğü ve toplanma özgürlüğü önemli ölçüde kısıtlanmıştır. Gazeteciler son derece zor koşullar altında çalışmaktadır ve kamuoyu tartışmaları genel olarak giderek yoksullaşmakta ve partizanlaşmaktadır; bu da özellikle revizyonun uygunluğuna ilişkin gerçekten kapsayıcı ve demokratik bir referandum kampanyası olasılığına şüphe düşürmektedir.
133.Sonuç olarak Venedik Komisyonu, önerilen değişikliklerin içeriğinin Türkiye’nin demokratik anayasal geleneğinde tehlikeli bir geri adım teşkil ettiği kanaatindedir. Önerilen sistemin otoriter ve monokratik bir sürüklenme tehlikesi barındırdığını vurgulamaktadır. Dahası, reformun zamanlaması da yanlış seçilmiş ve endişe vericidir: mevcut olağanüstü hal, anayasa referandumu için gerekli demokratik koşulları karşılamamaktadır.
134.Venedik Komisyonu, her türlü ilave yardım için Türk makamlarının emrindedir.
GÖRÜŞ NO. 25 (2022) NO’LU YARGIÇLARIN İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNE İLİŞKİN AVRUPA YARGIÇLAR İSTİŞARE KONSEYİ KARARI
17. 2 Aralık 2022 tarihinde, Avrupa Hâkimleri Danışma Konseyi (CCJE) hâkimlerin ifade özgürlüğüne ilişkin 25 (2022) sayılı Görüşünü kabul etmiştir. Bu görüşün ilgili kısımları aşağıdaki gibidir:
” (…)
3. Bir kurum olarak yargıyı ilgilendiren konulara ilişkin açıklamalar
48. Hâkimler, yargının bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı da dâhil olmak üzere, temel insan hakları, hukukun üstünlüğü, hâkimlerin atanması veya terfisi ve adalet yönetiminin düzgün işleyişi ile ilgili konularda yorum yapma hakkına sahiptir. Eğer konu mahkemelerin işleyişini doğrudan etkiliyorsa, hakimler, yasa teklifleri veya hükümet politikaları da dahil olmak üzere, siyasi açıdan tartışmalı konularda yorum yapmakta serbest olmalıdır. Bu durum, demokratik bir toplumda çok önemli olan bu konular hakkında halkın bilgilendirilmesinde meşru bir menfaati olduğu gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Üst düzey görevlerde bulunan yargıçlar veya yargıç derneklerinde ya da adalet konseyinde görev yapanlar, yargı adına konuşmak için iyi bir konuma sahiptirler.
(…)
VI. Yargıçların, yargıç birliklerinin ve yargı konseylerinin yasal ve/veya etik bir görevi olarak yargı bağımsızlığını savunmak
58.no. 3 (2002) ve 18 (2015) sayılı Görüşleri doğrultusunda, AYM her hâkimin yargı bağımsızlığını teşvik etmek ve korumakla yükümlü olduğunu teyit etmektedir; bu bağımsızlık sadece hâkim için anayasal bir güvence olarak işlev görmemekte, aynı zamanda hâkimlere bunu korumak ve bu temel değerler tehdit altında olduğunda hukukun üstünlüğünü ve yargı bağımsızlığını savunmak için etik ve/veya yasal bir görev yüklemektedir. Bu görev, iç ve dış bağımsızlık meselelerini de kapsar.
(…)
61. Savunma görevi yargının bağımsızlığından kaynaklandığından, tüm hakimler için geçerlidir. Bir hakim bu tür beyanları sadece kişisel olarak değil, aynı zamanda bir yargı konseyi, bir sulh hakimleri birliği veya yargıyı temsil eden başka bir organ adına yaptığında, hakime sağlanan koruma pekiştirilir. Yukarıda belirtilenler ışığında, konuya ve bağlama bağlı olarak, adalet konseyi, hakim dernekleri, mahkeme başkanları veya diğer bağımsız organlar, örneğin üst düzey anayasal meseleler gibi bu tür konuları ele almak için en iyi konumda olabilirler. Hâkimler görüşlerini uluslararası bir hâkimler birliği çerçevesinde de ifade edebilirler.
(…)
LOKASYON
I.SÖZLEŞME’NİN 10. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
18.Başvuran, ulusal bir günlük gazete tarafından yayınlanan bir röportajda yaptığı açıklamalar nedeniyle kendisine verilen disiplin cezasının ifade özgürlüğü hakkının ihlalini teşkil ettiğini iddia etmektedir. Başvuran, Sözleşme’nin 10. maddesine atıfta bulunmaktadır:
“1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu otoritesinin müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat sahibi olma, haber ve fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, Devletlerin yayın, sinema veya televizyon işletmelerini bir dizi izne tabi tutmalarına engel değildir.
2.Görev ve sorumlulukları da beraberinde getiren bu özgürlüklerin kullanılması, demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve düzensizliğin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için gerekli tedbirlerin alınması amacıyla, kanunla öngörülen bazı formalitelere, şartlara, sınırlamalara veya cezalara tabi tutulabilir.
A.Kabul Edilebilirlik
19.Hükümet, davacıya uygulanan maaş kesintisi yaptırımının bir sonucu olarak davacının önemli bir önyargıya maruz kalmadığını savunarak kabul edilemezlik iddiasında bulunmaktadır. davacının olayların meydana geldiği tarihteki maaşının yaklaşık on ikide birine tekabül eden 1.218 TL tutarındaki söz konusu yaptırımın, davacının durumuyla ilgili olarak sembolik olduğu ve kendisine aşırı bir yük getirmediği değerlendirilmektedir.
20.Davacı bu itiraza ilişkin herhangi bir görüş bildirmemiştir.
21.Mahkeme, mevcut davada davacıya uygulanan ve ilgili tarihte yaklaşık 190 Euro’ya tekabül eden 1.218 TL’lik maaş kesintisinin mali açıdan ihmal edilebilir bir yaptırım olmadığı kanaatindedir ve özellikle böyle bir disiplin cezasının, sicilinde kaldığı sürece davacının kariyerinde ilerlemesini tehlikeye atabileceğini gözlemlemektedir. Ayrıca, ihtilaflı yaptırımın başvuran üzerindeki maddi değil pratik etkileri, mevcut davada önemli bir zararın varlığını değerlendirmek için tek ölçüt olamaz. Gerçekten de, bir ihlalin ciddiyeti, hem başvuranın öznel algısı hem de belirli bir davadaki nesnel riskler dikkate alınarak değerlendirilmelidir (Eon / Fransa, no. 26118/10, § 34, 14 Mart 2013). Mevcut davada, başvuran, genel sekreteri olduğu sendika adına yaptığı ve kendi görüşüne göre kamu yararını ilgilendiren bir konuyla ilgili olan ve ifade özgürlüğü kapsamına giren yorumlar nedeniyle cezalandırılmıştır. Başvuranın Sözleşme’nin 10. maddesi kapsamındaki şikâyeti, genel öneme sahip ilkesel sorunları gündeme getirmektedir: meslektaşlarını temsil etme işlevini yerine getiren bir yargıcın, Anayasa’da yapılan ve sadece yargısal değil siyasi sonuçları da olan değişiklikleri kamuoyu önünde eleştirmek için ifade özgürlüğünden yararlanıp yararlanamayacağı sorusu ve böyle bir eylem karşısında uygulanan yaptırımın demokratik bir toplumda hangi koşullar altında gerekli görülebileceği sorusudur. (bkz. mutatis mutandis, Panioglu/Romanya, no. 33794/14, § 75, 8 Aralık 2020, ve Handzhiyski c. Bulgaristan, no. 10783/14, § 36, 6 Nisan 2021 ve orada atıfta bulunulan referanslar).
22.Bu nedenle Mahkeme, mevcut davada, ihtilaflı cezanın uygulanmasının başvuranın Sözleşme’nin 35 § 3 (b) maddesi anlamında telafisi mümkün olmayan bir zarara uğramasına neden olmadığını kabul edemez. Bu nedenle hükümetin itirazı reddedilmelidir.
23.Başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olmadığını veya Sözleşme’nin 35. maddesinde belirtilen diğer gerekçelerden dolayı kabul edilemez olmadığını tespit eden Mahkeme, başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar vermiştir.
B. Esaslar
1.Tarafların Argümanları
a) Başvuru sahibi
24. Başvuru sahibi, anayasa değişikliklerine ilişkin görüşlerini ifade ettiği için kendisine verilen disiplin cezasının ifade özgürlüğü hakkını ihlal ettiğini düşünmektedir. Başvuran, söz konusu cezaya ilişkin olarak ulusal makamlar tarafından verilen kararları eleştirmekte ve ifadelerinde kullandığı hangi ifadelerin veya cümlelerin yargının saygınlığına zarar verdiğini ve yargıçlık statüsüyle bağdaşmadığını belirtmediklerini ileri sürmektedir.
25. Başvuru sahibi, Mahkeme’nin içtihatlarına atıfta bulunarak, özellikle yargının bağımsızlığı gibi kamu yararını ilgilendiren konularda hâkimlerin ifade özgürlüğünün korunmasının önemini vurgulamaktadır. Ayrıca, bir sulh hakimleri sendikasının önde gelen bir üyesi olarak, rejim değişikliği ve sulh hakimlerinin üst organının yapısında köklü değişiklikler öngören anayasa değişikliklerinin oluşturduğu önemli yasal gelişmeler hakkında görüşlerini kamuya açık bir şekilde ifade etme hakkına sahip olduğunu iddia etmiştir. Bu bağlamda, başta Venedik Komisyonu’nun ilgili görüşü olmak üzere, çeşitli uluslararası kurumlar tarafından yayınlanan ve HSYK’nın yapısını düzenleyen 2017 anayasa değişikliğinin öngördüğü değişikliklerin yargı bağımsızlığını tehlikeye attığının belirtildiği çeşitli uluslararası belgelere atıfta bulunmaktadır.
b) Hükümet
26.Hükümet, statüleri nedeniyle yargı mensuplarının ifade özgürlüklerini kullanırken diğer vatandaşlardan daha fazla kısıtlamaya tabi olduklarını belirtmektedir. Bu bağlamda, ulusal makamların başvuranın 2017 anayasa değişikliği taslağına ilişkin açıklamalarının hâkimlik statüsünün doğasında bulunan bağımsızlık ve tarafsızlığa aykırı olduğu yönündeki tespitlerine atıfta bulunmaktadır. Ayrıca, başvurana verilen iki günlük maaş kesintisi cezasının, dört yıl sonra hizmet sicilinden silinebilecek oldukça hafif bir yaptırım teşkil ettiğini savunmaktadır. Bu nedenle, başvuranın açıklamalarının Sözleşme’nin 10. maddesi tarafından korunmadığını ve ifade özgürlüğüne herhangi bir müdahale olmadığını düşünmektedir.
27.Mahkeme’nin bir müdahale olduğunu kabul etmesi durumunda, Hükümet, söz konusu yaptırımın 2802 sayılı Kanun’un 65 § 2 (a) maddesinde öngörüldüğünü ve yargının otoritesini ve tarafsızlığını güvence altına almak gibi meşru bir amaç güttüğünü ileri sürmektedir.
28 Müdahale gerekliliğine ilişkin olarak, başvuranın söz konusu açıklamaları yaptığı bağlamı vurgulamış ve söz konusu dönemde birçok kişinin siyasi tercihlerini belirtmek ve o dönemde yapılacak olan anayasa değişiklikleri referandumu öncesinde vatandaşları yönlendirmek amacıyla açıklamalar yaptığını belirtmiştir. 11, ihtilaflı röportajın siyasi açıdan taraflı olarak algılanma riski taşıdığını ve bu nedenle yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını zedelediğini iddia etmiştir. 11, özellikle başvuranın referandumda nasıl oy kullanacağını açıkça belirtmesinden, meslektaşlarının bazı konuşmacıları ve gazetecileri gözaltına alma kararlarına karşı çıkmasından ve anayasa değişikliklerini eleştiren siyasi yorumlar yapmasından şikayet etmektedir.
29.Hükümet, başvuranın bir politikacınınkine benzeyen ifadelerinin, bir yargıç olarak mesleki sorumlulukları ve yükümlülükleriyle bağdaşmadığını düşünmektedir. 11. Bu bağlamda, referandumda kendisiyle aynı siyasi tercihi yapmamış olan vatandaşların, sorumlu olduğu yasal işlemlerde adil bir karar verebileceğinden şüphe duyabileceklerini savunmuş ve başvuranın yorumlarının medya tarafından geniş bir şekilde yayıldığını ve toplumun büyük bir kesimi tarafından önyargılı olarak algılandığını açıklamıştır.
30.Hükümet, ilk olarak, ulusal makamların disiplin cezasına ilişkin kararlarında, söz konusu menfaatleri ayrıntılı bir şekilde incelediklerini ve bunlar arasında adil bir denge kurduklarını ve ikinci olarak, uygulanan yaptırımın ılımlı olduğunu göz önünde bulundurarak, ihtilaflı tedbirin demokratik bir toplumda gerekli olduğunu ve izlenen meşru amaçla orantılı olduğunu savunmaktadır.
c) Üçüncü taraf
31.İfade Özgürlüğü Derneği (İFÖD), yargıçların ifade özgürlüğünün kullanımı bakımından daha katı bir rejime tabi olmalarına rağmen, kamu yararına ilişkin konuların ve özellikle de yargının bağımsızlığına ilişkin konuların bu ilkenin önemli bir istisnasını oluşturduğunu belirtmektedir. Bu bağlamda, üçüncü taraf müdahil, başvuranın beyanlarına konu olan 2017 anayasa değişikliklerinin, Venedik Komisyonu’nun reformun bu yönüne ilişkin ciddi endişelerini dile getirmesine rağmen, HSYK’nın yapısında önemli değişiklikler yaptığını savunmaktadır. Ona göre, HSYK’nın yapısının değiştirilmesi, Mahkeme’nin yukarıda bahsi geçen Eminağaoğlu/Türkiye kararında bu konuda dile getirdiği sorunları çözmek yerine daha da kötüleştirmiştir. Bu bağlamda, üçüncü taraf müdahil, HSK’ya yapılan atamaların artık siyasi kontrol altında olduğunu ve bu nedenle söz konusu Kurul’un artık yapısal olarak bağımsız sayılamayacağını savunmaktadır.
32.Üçüncü taraf ayrıca, yargıçların anayasal konulardaki açıklamaları nedeniyle ceza aldıkları durumlarda, üç ana noktanın kesinlikle dikkate alınması gerektiğini düşünmektedir. İlk olarak, ona göre, bir yandan diğer hakimler veya görülmekte olan davalar üzerinde yankı uyandırması muhtemel konuşmalar ile diğer yandan kamu yararını ilgilendiren konulardaki ifadeler arasında bir ayrım yapılmalıdır; kamu yararını ilgilendiren konulardaki bir tartışmanın açıkça bir parçası olan ifadeler yüksek düzeyde korumadan yararlanır. Ardından, diğer meslekler gibi hakimlerin de dernek kurma hakkı olduğundan, bir meslek örgütünü temsil eden hakimlerin yasal gelişmeler hakkında açıklama yapma hakkına sahip olması gerektiğini düşünmektedir. Bir sulh yargıcı disiplin soruşturmasına tabi tutulduğunda, bağımsızlık ve tarafsızlık gerekliliklerini karşılayan bir prosedürden yararlanması gerektiğini savunmaktadır.
2.Mahkemenin Değerlendirmesi
a) Genel ilkeler
33.Mahkeme, Baka/Macaristan ([GC], no. 20261/12, §§ 162-167, 23 Haziran 2016) ve Eminağaoğlu/Türkiye (no. 76521/12, §§ 120-126, 9 Mart 2021) kararlarında belirtildiği üzere, hâkimlerin ifade özgürlüğüne ilişkin genel ilkelerin mevcut davada da geçerli olduğunu hatırlatır.
34.Özellikle, demokratik bir toplumda, kuvvetler ayrılığı ve yargının bağımsızlığının korunması ihtiyacına ilişkin soruların çok önemli genel menfaat meseleleri teşkil ettiği kanaatindedir (Morice/Fransa [BD], no. 29369/10, § 128, AİHM 2015). Genel menfaat konularına ilişkin tartışmalar, genellikle, yetkililer açısından özellikle kısıtlı bir takdir marjı ile el ele giden 10. madde kapsamında yüksek düzeyde bir korumadan faydalanır (Morice, yukarıda, §§ 125 ve 153, July ve SARL Liberation/Fransa, no. 20893/03, § 67, AİHM 2008 (alıntılar)). Yargıyla ilgili tartışmaya yol açan bir sorunun siyasi sonuçları olsa bile, bu tek başına bir yargıcın konuyla ilgili bir açıklama yapmasını engellemek için yeterli değildir (Wille/Lihtenştayn [BD], no. 28396/95, § 67, AİHM 1999-VII).
35.Yargının toplumdaki özel rolünün hâkimlere bir ihtiyat görevi yüklediği doğrudur. Bununla birlikte, bu sonuncusunun özel bir özelliği vardır: hakimin sözü, avukatınkinden farklı olarak, sadece kendini ifade eden kişiyi değil, aynı zamanda onun aracılığıyla tüm Adalet kurumunu bağlayan nesnel bir takdirin ifadesi olarak kabul edilir (Morice, precite, §§ 128 ve 168).
36. Bu nedenle, özellikle gizlilik yükümlülüğünün söz konusu hâkimlerin tepki vermesini engellediği durumlarda, yargıyı ciddi bir dayanaktan yoksun yıkıcı saldırılara karşı korumak gerekebilir (Prager ve Oberschlick/Avusturya, 26 Nisan 1995, § 34, Seri A no. 313, Koudechkina/Rusya, no. 29492/05, § 86, 26 Şubat 2009, ve Di Giovanni/İtalya, no. 51160/06, § 71, 9 Temmuz 2013). Özellikle, yargı görevlilerinin, yargının otoritesinin ve tarafsızlığının sorgulanması muhtemel olduğunda (Wille, yukarıda anılan, § 64) ve ayrıca, diğer görevlilere, özellikle de diğer hâkimlere yönelik eleştirilerini ifade ederken (Eminağaoğlu, yukarıda anılan, § 136) ifade özgürlüklerini ölçülü bir şekilde kullanmaları beklenmelidir.
b) Bu ilkelerin mevcut davada uygulanması
37.Mahkeme, mevcut davada başvuranın ulusal bir günlük gazete tarafından yayınlanan bir röportajda yaptığı açıklamalar nedeniyle disiplin cezasına çarptırıldığını gözlemlemektedir. Mahkeme, bir röportajda ifade ettiği görüşler nedeniyle başvurana ceza verilmesinin, ifade özgürlüğü hakkının kullanılmasına yönelik bir müdahale teşkil ettiği kanaatindedir (bkz. diğer kararlar arasında, Wille, yukarıda anılan, § 51, Kudeshkina, yukarıda anılan, § 80, Eminağaoğlu, yukarıda anılan, § 127).
38. Söz konusu müdahalenin yasal bir dayanağı olduğu, yani 2802 sayılı Kanun’un 65 § 2 a) maddesi olduğu taraflar arasında tartışmasızdır. Mahkeme, bu hükmün şikâyet edilen müdahale için öngörülebilir bir yasal dayanak oluşturabileceğini varsaymaya hazırdır (Kozan/Türkiye, no. 16695/19,
§ 57, 1 Mart 2022). Ayrıca, müdahalenin yargının otoritesini ve tarafsızlığını güvence altına almak gibi meşru bir amaç güttüğünü de kabul etmeye hazırdır (ibidem, § 58).
39. İhtilaflı tedbirin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını değerlendirmek için Mahkeme davayı bir bütün olarak ele almalıdır. Bunu yaparken, bir yandan başvuranın bir yargıç olarak konumuna ve Yargıçlar Sendikası Genel Sekreteri olarak sahip olduğu pozisyona, diğer yandan başvuran tarafından yapılan açıklamaların içeriğine ve bunların yapıldığı koşullara ve ayrıca ihtilaflı tedbire yol açan karar alma sürecine özel önem atfedecektir (bkz. Eminağaoğlu, yukarıda anılan, § 132).
40. Mahkeme her şeyden önce, başvuranın ihtilaflı sözleri sarf ettiği sırada bir yargıç olduğuna dikkat çekmektedir. Bu özel statünün, adaletin düzgün işlemesine ve dolayısıyla halkın adalete olan güvenine yaptığı katkı nedeniyle, kendisine bireysel özgürlüklerin ve hukukun üstünlüğünün garantörü olarak bir görev yüklediğine şüphe yoktur (bkz. Kayasu/Türkiye, no. 5 64119/00 ve 76292/01, § 91, 13 Kasım 2008, ve Eminağaoğlu, yukarıda anılan, § 133, ayrıca bkz. 25 (2022) sayılı CCJE görüşünün 58. paragrafı, yukarıda 17. paragraf).
41.Mahkeme daha sonra, başvuranın söz konusu tarihte, hukukun üstünlüğünü ve yargının bağımsızlığını savunmak için faaliyet gösteren bir sendikal örgüt olan Yargıçlar Sendikası’nın genel sekreteri olduğunu (yukarıdaki 4. paragraf) ve kendisiyle bu sıfatla mülakat yapıldığını gözlemlemektedir. Sonuç olarak, bu sivil toplum kuruluşunun üstlenebileceği “sosyal bekçi köpeği” işlevi göz önünde bulundurulduğunda, başvuranın, faaliyetlerini özgürce yürütmeye devam eden yasal bir sendikanın genel sekreteri olarak, yargının işleyişine ilişkin sorular hakkında görüş bildirmeye sadece hakkı değil, aynı zamanda görevi de vardı (bkz. mutatis mutandis, Eminağaoğlu, yukarıda anılan, § 134 ve Zurek / Polonya, no. 39650/18, § 220, 16 Haziran 2022; ayrıca bkz. görüşün 48 ve 61. paragrafları
CCJE No. 25 (2022), yukarıdaki 17. paragraf).
42. Buna göre, Mahkeme, ilk olarak, başvuranın bir sulh hâkimi olarak konumunun doğasında bulunan ihtiyat ve itidal yükümlülüğü ile bağlı olduğunu ve ikinci olarak, bir sulh hâkimleri sendikasının genel sekreteri olarak sivil toplumda bir aktör olarak rol üstlendiğini kaydeder. Bu nedenle, yargı ve yargı sisteminin bağımsızlığı üzerinde etkisi olabilecek anayasal reformlar hakkında görüş bildirme hakkı ve görevi vardı (Eminağaoğlu, precite, § 135 ve Zurek, precite,§222).
43.Başvuranın yorumlarının içeriğiyle ilgili olarak Mahkeme, bu yorumların anayasa reformunun öngördüğü değişikliklerle ve bunların, özellikle de HSYK’da yapılan değişikliklerin yargı, yargıdaki sendikalaşma süreci ve yargıç sendikaları tarafından yürütülen çalışmalar üzerinde nasıl bir etkiye sahip olabileceğiyle ilgili olduğunu kaydeder. Bu bağlamda, dilekçe sahibi özellikle anayasa reformunun HSYK’nın yapısını yeniden şekillendirerek yargının bağımsızlığını zedeleyeceğini belirtmiştir. Anayasa değişikliklerinin yürürlüğe girmesiyle birlikte, yargıyı yönetmekle yükümlü olan ve yargıçların atanması ve terfi ettirilmesi gibi önemli yetkilerle donatılan yeni HSYK’da sadece Cumhurbaşkanı ve Meclis tarafından seçilen üyelerin yer alacağını ve yargıçların artık yürütmenin iradesine karşı gelemeyeceğini düşündüğünü açıklamıştır. Yargının örgütlü mücadelesinin önemini vurgulayarak, hakim ve savcıların da yürütmeye bağımlı olmalarından kısmen sorumlu olduklarına işaret etti. Ayrıca sendikasının önümüzdeki anayasa reformu referandumunda hayır oyu kullanma niyetini de açıkladı.
44.Mahkeme, disiplin konularında sahip olduğu yetkiler sayesinde
Yargı mensuplarının nakli, terfisi ve hatta görevden alınması gibi konularda HSK, yargıçların kariyerleri üzerinde çok güçlü bir etkiye sahiptir. HSK’nın Devletin yargı dışı güçlerine karşı bağımsızlığının korunması, Sözleşme anlamında Türkiye’nin demokratik sisteminin temel ilkelerinden biri olmakla kalmayıp, aynı zamanda başvuran da dâhil olmak üzere tüm hâkimler için mesleki kariyerlerini doğrudan ilgilendiren bir unsur ve dolayısıyla yargısal faaliyetlerini tam bir bağımsızlık ve tarafsızlık içinde sürdürmelerini sağlayacak bir tartışma ve düşünme konusu teşkil etmektedir (Kozan, yukarıda, § 61). Bu bağlamda, başvuranın ifadelerinin, yargı mensuplarının yanı sıra bir bütün olarak toplumu da yakından ilgilendiren bir tartışmanın parçası olduğu tartışmasızdır.
45.Mahkeme’nin görüşüne göre, hedef alınan kişi veya kurumlara yönelik bir eleştiri teşkil etmekten ziyade, tüm yorumlar yargının yürütme karşısındaki bağımsızlığına ilişkin soruları gündeme getirmiş ve bu bağımsızlığın korunmasının önemini vurgulamıştır. Gerçekten de, söz konusu mülakatta, başvuran esasen, ilk olarak, anayasa reformunun gerçekleştiği bağlam ve gerçekleştirilme şekli; ikinci olarak, başkanlık rejimine atfettiği ve kendisine göre bu reformdan kaynaklanan ve otoriter bir rejime yol açma riski taşıyan aşırılıklar; ve son olarak, anayasa değişikliklerinin yargı organlarının örgütlenmesi ve işlevi ve yargının bağımsızlığı üzerindeki etkileri ile ilgili endişelerini ortaya koymuştur. Mahkeme, başvurucunun ayrıca bu hususların Venedik Komisyonu tarafından da söz konusu anayasa değişikliklerine ilişkin görüşünde belirtildiğini ileri sürdüğünü kaydeder (yukarıdaki 16. ve 25. paragraflar).
46.Yargıyla ilgili anayasa değişikliklerini eleştiren bu tür ifadeler, şüphesiz, demokratik bir toplumda serbest tartışmaya açık olması gereken, kamuoyunu yakından ilgilendiren bir konuyla ilgilidir (bkz. Eminağaoğlu, yukarıda anılan, § 140). Mevcut davada, başvuranın söz konusu değişikliklere ilişkin görüşleri, kuvvetler ayrılığı ve yargının bağımsızlığı gibi yargı sistemine ilişkin konularla ilgili olduğundan, bu durum daha da geçerlidir. Bu nedenle Mahkeme, bu ifadelerin açıkça kamu yararını ilgilendiren konulara ilişkin bir tartışma kapsamına girdiğini ve yüksek düzeyde koruma gerektirdiğini düşünmektedir.
47.Mahkeme, başvuranın beyanlarına konu olan anayasa değişikliklerine ilişkin referandumun aynı zamanda hükümet sistemi ile yürütme ve yargı erklerinin yapısında da değişiklikler öngördüğünü ve dolayısıyla siyasi aygıtın da bu tartışmada dolaylı olarak söz konusu olduğunu gözden kaçırmamaktadır. Bu bağlamda, yargının siyasi iktidardan bağımsızlığı ile ilgili konuların bir şekilde Devletin yapısı ve işleyişi ile ilgili genel politikanın bir parçası olduğuna işaret etmektedir. Yargı mensupları tarafından yapılan siyasi açıklamalara ilişkin çekinceler dile getirilebilse bile, bu davada Cumhurbaşkanı tarafından yapılan açıklamaların siyasi sonuçları tam olarak açık değildir, Başvuranın yukarıda belirtilen konulardaki ifadelerinin siyasi sonuçları, Yargıçlar Sendikası Genel Sekreteri olarak mesleğinin özünü etkileyen bir konuda ifade özgürlüğünü kısıtlamak için tek başına yeterli olamaz (bkz. yukarıda anılan Baka, § 165, yukarıda anılan Eminağaoğlu, § 134, ve yukarıda anılan Kozan, § 65).
48.Ayrıca, mevcut davada verilen iki günlük maaş kesintisi cezasının nispeten ılımlı olduğu kabul edilse de (karşılaştırma için bkz. yukarıda anılan Eminağaoğlu, § 13, iş yeri değişikliği cezası verilmişti ve yukarıda anılan Kozan, § 15, kınama cezası verilmişti), başvurana bu cezanın verilmesinin doğası gereği, sadece başvuranın kendisi üzerinde değil, aynı zamanda bir bütün olarak yargı üzerinde, özellikle de yargı üzerinde etkisi olabilecek yasal veya anayasal reformlar ya da yargının bağımsızlığına ilişkin daha genel konular hakkında kamuya açık tartışmalara katılmak isteyen hâkimler üzerinde caydırıcı etkisi bulunmaktadır (Eminağaoğlu, yukarıda anılan, § 124, ve Kozan, yukarıda anılan, § 68).
49. Mahkeme, başvuranın ifade özgürlüğünü kullanmasına haksız bir müdahale teşkil edebilecek bir tedbirle ilgili olarak sahip olması gereken usuli güvencelere ilişkin olarak, öncelikle, HSK’nın cezayı veren kararında, başvuranın röportajında yargı kurumunun toplum nezdinde sahip olduğu saygınlığı zedeleyecek ve kurumun bir bütün olarak işlemediği ve güvenilmez olduğu fikrini ima edecek ifadeler kullandığını ve ikinci olarak Başvuranın mülakatında yaptığı açıklamaların, yargı kurumunun toplum nezdinde sahip olduğu saygınlığı zedeleyecek ve kurumun bir bütün olarak işlevsiz ve güvenilmez olduğu fikrini ima edecek şekilde yapıldığını ve üçüncü olarak Başvuranın röportajında yaptığı açıklamaların, yargı kurumunun toplum nezdinde sahip olduğu saygınlığı zedeleyecek şekilde yapılmış olması, ikinci olarak, davalı tarafından yapılan açıklamaların, anayasa değişikliklerine ilişkin referandumun yarattığı sosyal atmosfer göz önüne alındığında, siyasi olarak tarafgir olduğunu düşündürmesi (bkz. yukarıdaki 10. paragraf). Mahkeme, bu gerekçe beyanının, yukarıda belirtilen kriterlere uygun olarak, başvuranın ifade özgürlüğü hakkı ile bir yargıç olarak kendisine yüklenen ihtiyat ve itidal yükümlülüğü arasında uygun bir denge sağlayacak herhangi bir gelişme içermediğini tespit etmiştir. Bu tür bir dengeleme, başvuran tarafından yapılan itirazlar bağlamında çeşitli HSK organları tarafından daha sonra verilen kararlarda da görülmemektedir. Aslında, HSK’nın kararlarının hiçbirinde, bir yandan başvuranın yargıç statüsü ve Yargıçlar Sendikası Genel Sekreteri olarak konumu, diğer yandan da bu ifadeleri çevreleyen bağlam dikkate alındığında, ihtilaflı mülakatta yargının saygınlığına zarar verdiği ve siyasi olarak önyargılı olduğu düşünülen belirli pasajlar veya ifadeler belirtilmemiştir. Dolayısıyla Mahkeme, ulusal makamların söz konusu tedbiri haklı çıkarmak için yeterli gerekçe sunmadığı kanaatindedir.
50.Mahkeme ayrıca, başvuranın HSK tarafından kendisine karşı alınan tedbire karşı herhangi bir yargı yoluna sahip olmadığını gözlemlemektedir. HSK, mevcut davada hem ilk derece mahkemesi olan İkinci Daire’de hem de ikinci derece mahkemesi olan Genel Kurul’da karar vermiştir. Başvuran tarafından yapılan açıklamalar, HSK’nın yürütme karşısındaki bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda soru işaretleri doğurduğundan, Mahkeme, HSK’nın mevcut davada hem bir suçlama makamı hem de ilk derece mahkemesinde, kendi yapısı ve işleyişinin söz konusu olduğu bir davada karar veren bir makam olarak hareket ettiğini gözlemlemelidir (bkz. Kozan, yukarıda anılan, § 69). Bir hakim hakkında disiplin soruşturması başlatıldığında, yargının işleyişine yönelik kamu güveninin tehlikede olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle, disiplin soruşturmasına konu olan her hâkim keyfiliğe karşı güvencelere sahip olmalıdır. Özellikle, ilgili kişi, söz konusu tedbirin, tedbirin hukuka uygunluğu hakkında karar verebilecek ve yetkinin kötüye kullanılmasını cezalandırabilecek bağımsız ve tarafsız bir organ tarafından incelenmesi imkânına sahip olmalıdır (Eminağaoğlu, yukarıda anılan, § 150). Mahkeme burada durumun böyle olmadığını tespit etmiştir.
51. Yukarıda belirtilen hususlar ışığında Mahkeme, davanın disiplin koşullarının 10 § 2 maddesi anlamında demokratik bir toplumda gerekli bir tedbir olarak görülemeyeceği sonucuna varmıştır.
52. Dolayısıyla, Sözleşme’nin 10. maddesi ihlal edilmiştir.
II.SÖZLEŞME’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI
53.Sözleşme’nin 41. Maddesi hükümleri uyarınca:
“Mahkeme, işbu Sözleşme ve Protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlalin sonuçlarının ancak eksik bir şekilde telafi edilmesine imkan veriyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, zarar gören tarafın adil tatminine hükmeder.”
54.Başvuran adil tazmin talebinde bulunmamıştır. Sonuç olarak, Mahkeme, kendisine bu konuda herhangi bir meblağ ödenmesi için herhangi bir gerekçe bulunmadığını düşünmektedir.
BU SEBEPLERDEN DOLAYI, MAHKEME OYBİRLİĞİYLE ;
1.Dilekçenin kabul edilebilir olduğuna karar verir;
2.Sözleşme’nin 10. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir;
Fransızca olarak hazırlanmış, daha sonra Mahkeme İç Tüzüğü’nün 77 §§ 2 ve 3. maddesi uyarınca 6 Haziran 2023 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmiştir.