Ana Sayfa » Hukukbook » Cehaletin Alacakaranlığı

Cehaletin Alacakaranlığı

 Cehaletin Alacakaranlığı: 3 Temmuz 1993, Sivas / Av. Dr. Ersoy ZIRHLIOĞLU

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, bireylerin düşünce, ifade ve kanaat özgürlüğünü, din ve vicdan özgürlüğünü ve laikliği koruyan maddelerle donatılmıştır. Bu maddeler, birbirlerini tamamlayan ve koruyan niteliktedir. Bu maddeleri kısaca incelemek, yazının devamı için faydalı olacaktır.

Düşünce ve İfade Özgürlüğü: Anayasanın 25. ve 26. maddeleri düşünce ve ifade özgürlüğünü düzenler. 25. maddeye göre, “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” 26. madde ise ifade özgürlüğünü düzenler: “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hürriyetine sahiptir.”

Din ve Vicdan Özgürlüğü: Anayasanın 24. maddesi din ve vicdan özgürlüğünü düzenler. Bu maddeye göre, “Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. … Kimse, ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.  …  Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.”

Laiklik: Anayasanın 2. maddesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin niteliklerini belirler ve “laik” bir devlet olduğunu vurgular: “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”

Bu maddelerin birbirleriyle ilişkisi, bireylerin düşünce ve inançlarını özgürce ifade edebilme, din ve vicdan özgürlüğünü yaşayabilme ve devletin bu özgürlüklerin koruyucusu olması şeklinde özetlenebilir. Laiklik, devletin dini inançlara karışmamasını, tüm inançlara ve inançsızlıklara eşit mesafede durmasını ve dini inançların özgürce yaşanabilmesini sağlar. Bu durum, bireylerin düşünce ve ifade özgürlüğünün de korunmasına yardımcı olur.

Örneğin, bir kişi herhangi bir dine inanmıyorsa, bu düşüncesini ifade edebilir. Devlet, bu kişiyi bu sebeple herhangi bir yaptırıma tabi tutamaz. Aynı şekilde, bir kişi inandığı dinin yükümlülüklerini yerine getirmek istediğinde, devletin karışamaması da yine laiklik ilkesi sayesinde koruma altındadır.  Sürekli karıştırılan bir ifade olması sebebiyle, laiklik kavramını biraz daha derinlemesine incelemekte yarar vardır.

Laiklik, Fransa’da ortaya çıktığında, dini özgürlüğün gereğinden fazla kısıtlandığı düşüncesiyle bazı Hristiyan topluluklar tarafından eleştirilmiştir. Bununla beraber, bu ilkenin destekçileri, devlet ile dinin ayrılmasının korunması ve tüm vatandaşların dini inançlarına bakılmaksızın eşit muamele görebilmesinin sağlanmasının laiklik sayesinde mümkün olduğunu savunmaktadır. Peki, eleştirileri yürütenler kimlerdir sizce? Öncelikle radikal dinciler, ırkçı ve aşırı muhafazakâr partilere mensup kişilerin eleştirilerine maruz kalmaktadır. Bugün dahi, Fransa’da laiklik karşıtı olan kesimlerin aşırı sağcı, ırkçı gruplar olduğu rahatlıkla fark edilmektedir.

Laikliğin bazı belirgin özellikleri ise şunlardır:

Devlet ile Dinin Ayrılığı: Devlet, hiçbir dinin savunucusu veya destekçisi olmaz ve dini meselelere karışmaz. Diyanet İşleri Başkanlığı dışında, köylülerin cami yapma ya da yapmama tercihlerine devlet müdahil olamaz. Ayrıca devlet, sünnet olmayı zorunlu kılma veya bu eylemi engelleme hakkına da sahip değildir. Benzer şekilde, namaz kılmanın zorunlu olduğunu söyleyemez ya da namaz kılmanın önüne geçemez.

Din Özgürlüğü: Bireyler, istedikleri dini tercih etme veya hiçbir dini pratiği yapmama hakkına sahip olurlar. Bireysel dini tercihler üzerine “neden Sünni ya da Alevi oldun, neden Bahai, Yahudi, Hristiyan oldun ya da neden Allah’a inanmıyorsun” gibi baskılar yapılamaz. İbadetlerin detaylarına dair “neden sadece farz olan rekâtları kıldın, niye Kuran’ı ezberlemedin, neden sakalını kestin” gibi müdahaleler kabul edilmez.

Tüm Vatandaşların Eşitliği: Tüm vatandaşlar, dini inançlarına bakılmaksızın eşit muamele görürler. Bu, laikliğin en kritik noktası ve varoluş nedenidir. Yoksa “iyi bir Müslüman” kavramı yerini “kim daha çok Müslüman” yarışına bırakır. Gerekli dini görevler gösteriş amacıyla yapılır, dini yaşamak yerine dinden nemalanma durumları ortaya çıkar. Dini yaşantısını gösterişe dökmeden sürdürmek isteyenler hak ettikleri yaşamı süremezler. Bir hükümet gelip içki içenlere zorluk çıkarırken, bir başka hükümet namaz kılanlara zorluk çıkarabilir. Hem içki içip hem namaz kılanlar duruma göre iki dönemde de ya rahat bir hayat sürerler ya da baskılara maruz kalırlar.

Özetle “Laiklik” dinsizlik değil, dar anlamıyla, dini uygulamalara devletin müdahale yetkisinin olmamasıdır.

Ayrıca, bu maddeler Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ile de koruma altına alınmış haklar olup; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90. maddesi gereği kanunlardan dahi daha üstte bir korumaya sahip güvencelerdir.

Bu durum, en azından yukarıda anılan yasal ilkeler açısından, Türkiye’nin laik ve demokratik bir hukuk devleti olduğunun ve bireylerin düşünce, ifade, din ve vicdan özgürlüğünün uluslararası düzeyde de korunduğunun bir göstergesidir.

Sonuç olarak, laiklik, düşünce ve ifade özgürlüğü ile din ve vicdan özgürlüğünün birbirini tamamlayan ve koruyan unsurlar olduğunu söyleyebiliriz. Bu üç unsur, bireylerin özgürce düşünebilme, inançlarını özgürce ifade edebilme ve dinlerini veya dinsizliklerini özgürce yaşayabilme haklarını güvence altına alır. Bu hakların korunması ve yaşatılması, demokratik ve laik bir hukuk devletinin temel görevleri arasındadır.

“Kahrolsun laiklik”, “burası laiklere mezar olacak” vb. nidaların nedeni ne olabilir? Sonuç itibariyle insanlar değil devletler laik olabilir. Keza ülkeler soyut olgular olduğundan bir dine de ait olamazlar. Örneğin siz hiç üniversite sınavına hazırlanan bir devlet gördünüz mü? Yahut bir pasta yiyen devlet? Peki bu kadar fikre sahip olup hiç bilgiye sahip olmamanın müsebbibi nedir?

Tabii ki eğitim eksikliği de yine devletin vatandaşına sunması gereken bir hak; aynı zamanda da her topluma ve kendine faydalı vatandaşın da yararlanması gereken bir insanlık görevidir.[1]

3 Temmuz 1993 günü, Türkiye Cumhuriyeti olarak yukarıdaki haklar, özgürlükler ve yönetim anlayışı olmadığında Radikal Cehaletin Alacakaranlığı nasıl bir şey hep beraber yaşadık.

Cahil bırakılmış bir topluluğun en karanlık yüzünü gösteren olaylardan biri olan Sivas Katliamı, 1993 yılında gerçekleşti, sonraki yıllarda da farklı formlarda gerçekleşmeye devam etti. Katliam, düşüncenin ve düşünürlerin katliamı olarak tarihe geçti. Farklı inanç ve düşüncelere sahip yurttaşların katledilmesi, gözdağı verme ve baskı ile üstünlük kurma isteği gibi olası amaçlarla gerçekleşti. Ancak bu olayı gerçekleştirecek öfkeli kalabalıkların yaratılabilmesinin altında yatan asıl kolaylaştırıcı sebep, cehalet ve eğitimsizliktir.

Eğitimsiz kalmış bir topluluk, sosyal dünyadan kopuk bir kabileden daha bilinçsizdir. Kabile, ateşin kendisini tutan eli yakacağını bilir. Cehalet, öyle bir alacakaranlıktır ki, ateşi gördüğü zaman, aydınlığı ve fikirleri de yakacağını düşünür. Socrates, Giordano Bruno, Thomas More, Jeanne d’Arc ve sayısız düşünür fikirleri yüzünden öldürülmüştür.[2]

Eğitim, bir toplumun gelişmesi ve ilerlemesi için hayati öneme sahiptir. Ancak eğitim, sadece okuma yazma bilmek veya bir üniversite diplomasına sahip olmak anlamına gelmez. Gerçek eğitim, insanların düşünme yeteneğini geliştiren, onlara eleştirel düşünme becerisi kazandıran ve farklı düşüncelere saygı göstermeyi öğreten bir süreçtir.

Sivas Katliamı, eğitimin bu önemli yönünün eksikliğinin ne tür sonuçlara yol açabileceğini gösteren, önlenebilecek olmasına rağmen geç kalınmış bir örnektir; keza eğitim ihtiyacı, hep ertelenmiştir.

Sivas Katliamı esnasında atılan sloganlar (“Kahrolsun laiklik!”, “Müslüman Türkiye!”, “Yaşasın Şeriat!”, “Sivas, Aziz’e mezar olacak!” “Şeytan Aziz”, “Sivas laiklere mezar olacak.”) kendi içlerinde büyük çelişkiler içeriyordu. Bu sloganlar, elbette yukarıda bir kısım ilkelerine değindiğimiz anayasal düzeni sindiremeyen ve laikliği anlamayan eğitimsiz ve belli bir hedef yolunda güdülenmiş kişilerin sözleridir.

Bu kertede belirtmemiz gereken önemli bir husus, bu menfur katliamın gerçekleşmesinin altında yatan sebebin eğitimsizlik olduğu değildir. Bu iki husus birbiri ile karıştırılmamalıdır. Burada açıklanmak istenen, devrin yöneticilerinin “öfkeli topluluk” olarak adlandırdığı zanlıların ve katillerin neden bu olaya katıldıklarıdır. Bazı kişilerin veya grupların maşası olarak ortalığı kızıştıran birkaç kişi olsa dahi, neden bu denli fazla insan onları takip etmiştir sorusunu açıklamaya çalışmaktayız.

Bugünün teknolojik ve tıbbi gelişmesi ile psikiyatrik inceleme yapılsa idi belki üç beş kişide Psikopatik eğilimleri olanlar veya Narsisistik[i] Kişilik Bozukluğu çıkabilirdi, ki, bu dahi sadece yapılan eylemlerdeki dayatmalara dair izlenimlerden ibarettir. Kısaca birkaç psikiyatrik sorunu özetlemek gerekirse;

Narsisistik Kişilik Bozukluğu: Bu bozukluğa sahip bireyler genellikle aşırı ve yersiz bir benlik saygısı vardır. Başka bireylere karşı empati eksikliği ve kendi görüşlerini diğer kişilere empoze etme eğilimi gösterirler. Sivas Katliamında da, kendi dini inançlarını ve görüşlerini kabul etmeyen bireylere karşı şiddet kullanılması bu tür bir bozukluğu anımsatmaktadır.

Antisosyal Kişilik Bozukluğu / Psikopati: Antisosyal kişilik bozukluğu olan bireyler, başkalarının haklarına saygı göstermeme, yalan söyleme, manipülasyon ve suç işleme eğilimindedirler. Psikopatik eğilimler, başkalarının yaşamına, güvenliğine ve huzuruna yönelik ciddi bir kayıtsızlıkla karakterizedir. Bu tür bir bozukluğa sahip olan kişiler, herhangi bir duygudan aridir. Pür psikopatlık çok ender rastlanan bir bozukluk olsa da, antisosyal kişilik bozukluğunun belirli derecedeki mevcudiyetleri Sivas Katliamı gibi toplu şiddet eylemlerine katılan saldırganlarda var olabilirler.

Asıl değiştirilmesi ve eğitim ile düzeltilmesi gereken geriye kalan “öfkeli topluluk” olarak tabir edilenlerdir. Psikopatik eğilimleri olanlar ve Narsisistik Kişilik Bozukluğu olanları tıbbi bakım ile tedavi, karanlık ellerin maşalarını ise cezaevleri ile ıslah edebilirse de, geriye kalan “öfkeli topluluk” her an, her yerde karşımıza çıksın istemiyorsak, bunun yolu sadece düzgün bir eğitimden geçer.

Açıkladığımız üzere, laiklik kavramının lafzi yorumunu dahi bilmeden, söylediği lafların anlamını anlamadan sokağa dökülen kişilerin kolayca güdülenebilmesinin sebeplerinin başında eğitim eksikliğinin geldiğini söylemek de yanıltıcı olmayacaktır. Bunun sebebi ise, eğitimin, toplumun gelişmesi ve ilerlemesi yolunda kritik bir rol oynamasıdır. Burada bahsedilen eğitimin tanımını sadece okur-yazarlık veya bir meslek sahibi olma; yani öğrenim durumuyla sınırlamak eksik ve hatalı bir yorum olacaktır. Eğitim, aslında, anne karnında başlayıp ölene kadar devam eden, çok daha kapsamlı ve derin bir süreçtir.

Eğitim, bireylerin düşüncelerini, inançlarını ve değerlerini şekillendirme gücüne sahiptir. Dünyayı ve kendimizi anlamamıza yardımcı olur, bu sayede haklarımızı ve özgürlüklerimizi koruma yeteneğimizi geliştirir. Diğer insanlara ve çevremize karşı tutumlarımızı belirlerken, saygı gösterme ve farklılıkları kabul etme yeteneğimizi de besler.

Sosyal uyum ve iş birliğini de yine eğitim güçlendirir. Düşünme, eleştirel düşünme ve problem çözme yeteneklerimizi geliştirerek, daha bilinçli ve etkin bireyler olmamıza olanak sağlar. Kendimizi ifade etme, iletişim kurma ve bilgiye ulaşıp onu kullanma yeteneklerimizi geliştirirken yaşam kalitemizi ve beklentilerimizi artırır.

Toplumun genel ilerlemesine katkıda bulunma yeteneğimizi de yine eğitim geliştirir. Demokratik değerlere ve insan haklarına olan saygımızı pekiştirir, barış, adalet ve eşitlik ilkelerine olan bağlılığımızı güçlendirir. Doğal çevre ve kaynaklara olan saygımızı artırırken, kültürel çeşitlilik ve mirası koruma farkındalığımızı yükseltir.

Eğitim, bilim, teknoloji ve yeniliklere açık bir zihin yaratır. Sürekli öğrenme ve kişisel gelişim yeteneklerimizi geliştirir. Etik ve ahlaki değerlere olan saygımızı sağlamlaştırır.

En nihayetinde, eğitim bize insanlık değerlerine, mirasına ve insan onuruna derin bir saygı kazandırır. Eğitim, bizleri bireyler olarak geliştirirken, toplumun ilerlemesine de katkıda bulunur. Bu yüzden eğitime gereken değeri vermeli ve onun çok yönlü faydalarını anlamalıyız.

Bu sebeplerle “Eğitim Şart!” sözü, klişe haline gelecek kadar çok kullanılagelmiştir.

Sivas Katliamında, saldırıyı gerçekleştirenler, kendi inanç ve düşüncelerini kabul etmeyen insanlarımızı hedef almış ve sonuçta, hedef haline getirilen 35 kişi hayatını kaybetmiş, 50 kişiden fazla da ağır yaralanmıştır.

35 insanımızın, hatta daha fazla insanımızın bir seferde hayatını kaybetmesi, ne yazık ki bu toprakların yabancı olduğu bir olay değildir. Buna karşın Sivas Katliamını birçok olaydan ayrı noktaya koyan unsur, bu menfur katliama hükümet tarafından verilen tepkilerdir.

“Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir.”[ii] Başbakan Tansu Çiller

“Olay münferittir. Ağır tahrik var. Bu tahrik sonucu halk galeyana gelmiş…Güvenlik kuvvetleri ellerinden geleni yapmışlardır…Karşılıklı gruplar arasında çatışma yoktur. Bir otelin yakılmasından dolayı can kaybı vardır.”[iii] Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel

“Aziz Nesin’in halkın inançlarına karşı bilinen tahrikleriyle halk galeyana gelerek tepki göstermiştir.” “Yangın önceden planlanmış olay değil, topluluk psikolojisi ile ortaya çıkmıştır. (…) Aziz Nesin hakkında da soruşturma açılabilir.”[iv] İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu

“Fikir özgürlüğünün, halkımızın mukaddes değerleri için kullanılmasına hiçbir şekilde kayıtsız kalınamaz.”[v] Mesut Yılmaz Ana Muhalefet Partisi ve ANAP Genel Başkanı

“Ben Vali Bey’in ve Emniyet Müdürü’nün isteği üzerine, topluluğu yatıştırmak amacıyla konuşma yaptım. Belediye olarak üzerimize düşeni yaptığımız kanaatindeyim. Ben aslında teşekkür beklerken adeta suçlandım.”[vi] Temel Karamollaoğlu Refah Parti Sivas Belediye Başkanı

Sivas Katliamı, birçok kişinin öldüğü, insan hakları ve özgürlüklerinin ağır bir şekilde ihlal edildiği bir olaydır. Bu nedenle yetkililerin açıklamaları, olayın ağırlığına ve çerçevesine uygun olmalıydı; ancak, açıklamalar beklentileri karşılamamıştır.

Katliamda hayatını kaybedenlerin can güvenliğinin ihlal edildiği birçok kademede açıkça göz ardı edilmiştir. Olayın ağırlığını perdeleme çabasına girilmiş, birçok insanın ölümüne neden olan bu eylemi hafifletme girişimi ile hedef şaşırtılmaya çalışılarak suni suçlular olarak düşünce ve ifade özgürlüğüne yaslanılmıştır. Devletin koruma görevini yerine getirmediğini kabul etmemiştir. Dini inançların ve inançsızlıkların ifade edilmesi, Türkiye’yi uluslararası arenada çağdaş demokrasilere yakışmayacak bir şekilde ağır tahrik olarak nitelendirilmiştir.

Bu durumun AİHS ve Anayasa’ya açıkça aykırılık teşkil etmesine rağmen ağır tahrik olarak nitelendirilmesi, kişilerin dini inançlarından kaynaklanmaktan ziyade, yaşanan ağır katliamın üstünü alelacele örtme çabasıdır. Nitekim bu ateşin közleri bile, işlerini yapmayan–yahut işlerini gayet iyi yapan–kişileri açığa çıkartacaktı. Bunun olmaması için din, siyasete alet edildi.

Olayın bütün suçlusu topluluk muydu; yoksa bu topluluğun bu raddeye gelmesine ve insanları diri diri yakmasına müsamaha gösterenler, belki de yol gösteren karanlık eller miydi? Hiçbir zaman tek ağızdan konuşmamış olan kişilerin, tek ağızdan, elden gelenin yapıldığını belirtip, suçlunun Aziz Nesin olduğunu ima etmeleri, ısrarla ve üstüne basarak ağır tahrik demeleri ilgi çekicidir.

Sonuç olarak, yetkililerin yaptığı açıklamalar, olayın ağırlığına uygun olmamakla birlikte, ifade özgürlüğü ve eşitlik ilkelerine aykırıdır. Bu tür olaylarda devlet, vatandaşlarını koruma görevini yerine getirmeli ve ifade özgürlüğüne saygı göstermelidir. Buna karşın devletin çeşitli kademesindeki yetkililer, daha da ayrıştırıcı ve körükleyici açıklamalardan çekinmemişlerdir.

Bütün bu yönleri ile ele alındığında, Sivas Katliamının neden kara bir leke olarak 30 yıldır ilk günkü gibi hatırlandığı ve hatırlanmaya da devam edeceği daha rahat anlaşılabilir.

Baktığımız zaman, 3 Temmuz 1993 tarihinde Sivas alev alev yanıyordu, ama gördüğümüz zaman, Türkiye hiç bu kadar karanlık olmamıştı. Umarız tarih tekerrür etme alışkanlığını göstermeden bizler eğitime olan yatkınlığımızı arttırmış oluruz.

Dipnotlar: 
[1] Yazıldığı dönemden ötürü bazı bakış açıları çağımızın gerisinde kalmış olsa da, Jean-Jacques Rousseau’nun yazdığı, “Emile, ya da Eğitim Üzerine” adlı kitabı başta eğitimciler olmak üzere, bir insanın hayatına değecek herkese, özellikle de anne-babalara tavsiye ederiz.
[2]Socrates (Yunanistan): Felsefi görüşleri ve gençlerin ahlaki değerlerini bozduğu iddiasıyla idam edildi.
Giordano Bruno (İtalya): Hristiyanlık dışında birçok dini inanışı savunduğu ve evrenin sonsuz olduğunu iddia ettiği için Roma Katolik Kilisesi tarafından yakılarak idam edildi.
Thomas More (İngiltere): Kral VIII. Henry’nin boşanmasına ve Anglikan Kilisesi’nin kurulmasına karşı çıktığı için idam edildi.
William Tyndale (İngiltere): İncil’i İngilizce’ye çevirdiği için Katolik Kilisesi tarafından yakılarak idam edildi.
[i] Her ne kadar TDK sözcüğü “Narsist” olarak kullanmanın doğru olduğunu kabul etmiş olsa da, görüşümüzce, Narsist kullanımı etimolojik açıdan yanlış olup, doğru kullanım Narsisist sözcüğüdür.
[ii] Rengin Arslan, Sivas 1993: Madımak Oteli’nde ne oldu?, BBC News Türkçe, 2 Temmuz 2015, https://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/07/150702_sivas_1993 (Son Erişim  20 Temmuz 2023).
[iii] a.g.e.
[iv] a.g.e.; Sivas Katliamı’nın 27. Yılı Ali Ekber Ataş-2: Bakıyor görmüyor, duyuyor söylemiyor, biliyor ses çıkarmıyor, Cumhuriyet Gazetesi, 3 Temmuz 2020, https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/sivas-katliaminin-27-yili-ali-ekber-atas-2-bakiyor-gormuyor-duyuyor-soylemiyor-biliyor-ses-cikarmiyor-1749085 (Son Erişim 20 Temmuz 2023)
[v] Sivas Katliamı’nın 27. Yılı Ali Ekber Ataş-2: Bakıyor görmüyor, duyuyor söylemiyor, biliyor ses çıkarmıyor, Cumhuriyet Gazetesi, 3 Temmuz 2020, https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/sivas-katliaminin-27-yili-ali-ekber-atas-2-bakiyor-gormuyor-duyuyor-soylemiyor-biliyor-ses-cikarmiyor-1749085 (Son Erişim 20 Temmuz 2023)
[vi] a.g.e.

Av. Dr. Ersoy Zırhlıoğlu Hakkında

Alternatif uyuşmazlık çözüm (“AUÇ”) yollarında, bu yolların özellikle fikri mülkiyet uyuşmazlıklarına ve uluslararası ticaret uyuşmazlıklarına uygulanması hususuna uzmanlaşmayı şiar edinmiş avukat ve akademisyen. Amerikan Barolar Birliğinin 2022-2024 dönemi AUÇ bilim kurulu üyesi; çalışmaları itibarı ile Nisan 2022 ayında, ABD’de ayın avukatı olarak taltif edilmiş hukukçu. Doktora tezi ve sonrasındaki çalışmalardan dolayı, dünyadaki birçok ülkenin patent, marka ve telif hakları uyuşmazlıklarının çözümlenmesi konularına hâkim. Analitik düşünme ve problem çözme yetilerine, Pennsylvania Üniversitesi’nde (University of Pennsylvania) yüksek lisans yaparken, Wharton akademisyenlerinden dünyaca ünlü Prof. Stuart Diamond’dan aldığı müzakere eğitimi ve bu eğitimin sonrasındaki çalışmalarından dolayı güçlü ikna kabiliyetine ve etkili müzakere tekniklerine sahip müzakere uzmanı. Fikri mülkiyet uyuşmazlıkları, hukuk eğitimi ve andragoji, hukuki araştırma, karşılaştırmalı özel hukuk, uluslararası ticaret hukuk ve alternatif uyuşmazlık çözüm yolları uzmanıdır. DFMÖ’de (WIPO) kayıtlı hakem ve arabulucudur. 2007 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini, 2008 yılında Ankara Barosu Başkanlığı’nda eğitimini, 2009-2010 arasında New York’ta bulunan Pace Üniversitesi’ndeki (Pace Univesity) dil eğitimini, 2010-2011 yılları arasında  Pennsylvania Üniversitesi’nde (University of Pennsylvania) yüksek lisansını, 2011-2016 yılları arasında Arizona Üniversitesi’nde (University of Arizona) doktorasını tamamlayan Dr. Zırhlıoğlu, doktora eğitiminin ilk senesinde Arizona Üniversitesi Hukuk Fakültesinde ders vermiş, aldığı teklif üzerine 2012-2014 yılları arasında British Columbia Üniversitesi’nde (University of British Columbia) misafir akademisyenlik yapmıştır.

Bunu okudunuz mu?

Ahlâksız Hukuk: Ahlâki Anomi, Amoral Bireycilik ve Siyâsi Otoriter Zihniyet Karşısında Yargı Etiği İlkeleri Hayata Geçebilir mi?

Ahlâksız Hukuk: Ahlâki Anomi, Amoral Bireycilik ve Siyâsi Otoriter Zihniyet Karşısında Yargı Etiği İlkeleri Hayata …