Ana Sayfa » Kitap » Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev

Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev

Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev, Étienne de La Boétie‘nin tahminen 1550’de yazdığı ve 1579’da gizlice basılan eseridir.  Kitap, çoğunluğun tek bir kişiye boyun eğmesinin nasıl mümkün olduğunu ve insanların gönüllü kulluktan nasıl kurtulabileceğini anlatırken devlet ve iktidar ilişkilerine de yeni yaklaşımlar getirmektedir.

“Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev” (Discours de la servitude volontaire), siyasi felsefesi alanında bir başyapıttır. Eser, bireylerin kendi özgürlüklerini gönüllü olarak neden terk ettikleri ve baskıcı yönetimlere boyun eğdikleri sorusunu irdelemektedir.

Kitap, bireysel özgürlük ve direnişin önemine dair güçlü bir mesaj vermiş ve tarihin farklı dönemlerinde diktatörlükler ve otoriteryanizme karşı direniş hareketleri için ilham kaynağı olmuştur. La Boétie, bu metinde bireyin bilinçlenmesini ve toplumsal bir uyanışı savunmaktadır.

İktidarın tahakkümüne biat eden insanlar üzerinden devletin, dolayısıyla da itaat ve iktidar ilişkilerinin sorgulandığı bu kitap, La Boétie henüz 22 yaşında bir üniversite öğrencisiyken yazılmıştır. Gönüllü Kulluk, tiranlara karşı özgürlüğü yücelten bir deneme biçiminde yazılmış; güzel bir ideale sahip, ancak tarihsel koşulların bunun gerçekleşmesine olanak vermeyeceğini sezen genç bir aydının çaresiz tutumunu yansıtmaktadır. 

On altıncı yüzyılda yazılan, devlet egemenliği ve iktidarın meşruluğunu irdeleyen bu eser, on dokuzuncu yüzyıl toplumsal hareketlerine yön vermekle kalmayıp Tolstoy gibi dönemin anarşist düşünürlerini de etkilemiştir.

La Boétie’nin kısa hayatına sığan bu kısa metinde, iktidar ilişkilerinin nasıl sürdürüldüğünü ve bu tahakküm karşısında direniş ve sivil itaatsizlik teorilerinin nasıl hayata geçirilebileceği açıklanmaktadır.

La Boétie, insanların baskıcı yönetimlere karşı çıkmamasını, bir çeşit psikolojik ve sosyal alışkanlık olarak görmektedir. Ona göre, bireyler, baskıcı rejimlere karşı gelmek yerine, onları kabullenmeyi tercih ederler, çünkü zamanla baskı altında yaşamaya alışırlar ve bu durumu normalleştirirler. Yazar bu olguya “gönüllü kulluk” adını verir.

Kitap, zamanının çok ötesinde bir eserdir. Özellikle totaliter rejimlere karşı direnişin felsefi temellerini anlamak için önemli bir kaynaktır. “Gönüllü Kulluk” kavramı, günümüzde de modern siyasi analizlerde sıklıkla tartışılmaktadır .

 Étienne de La Boétie

La Boétie, Fransa’nın Périgord bölgesinin küçük bir kenti olan Sarlat’da, 1 Kasım 1530’da dünyaya geldi. Erken yaşta yetim kalan La Boétie, amcasının yanında yaşadı. 1553’te Orléans Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Genç yaşında, Kral II. Henri’nin onayıyla Bordeaux Parlamentosu’nda danışman olarak göreve başladı ve ölümüne kadar bu göreve devam etti. Danışmanlığın yanı sıra diplomatik arabuluculuk yaptı,

Ksenofon ve Plutarkhos’un eserlerini Fransızcaya çevirdi. Dönemin siyasi hareketlerine dair Ocak Fermanı Hakkında İnceleme adlı kitabını ölümünden bir yıl önce 1562’de yazmıştır. Modern siyaset biliminin temellerini atan Fransız yazar, düşünür, yargıç ve siyasetçi. Montaigne’in en yakın dostu olarak bilinmektedir. La Boétie, daha 33 yaşma basmadan, 14 Ağustos 1563’te Germignan kasabasında ölmüştür. Bir Rönesans insanı olan La Boétie’nin kısa yaşamı boyunca Ksenophon, Plutarkos ve Aristoteles’ten yaptığı çeviriler ile yazdığı şiirler, ölümünden sonra 1570’te Montaigne tarafından yayımlanmıştır. En önemli eseri olan Söylev, bazı Protestan düşünürler için esin kaynağı oluşturmuştur.

KİTAPTAN SEÇKİLER 

“İlk köleleri köle yapan kaba güçse , onları kölelikte tutan korkaklıkları olmuştur.”
“Halk bir kere kulluklaşmaya görsün , özgürlüğü öylesine unutuyor ki , artık onun uyanıp yeniden özgürlüğünü ele geçirmesi olanaksız oluyor.”
“Özgürlük öylesine büyük ve öylesine hoş bir iyiliktir ki , bir kez kayboldu mu tüm kötülükler arka arkaya sıralanır.”
“İnsanın ne kadar efendisi olursa insan o kadar kez daha fazla mutsuz olur.”
“… bu kadar insanın, bu kadar köy, kent ve bu kadar ulusun nasıl olup da, erkini, yalnızca onların kendisine verdikleri güçten alan tek bir tirana katlanabilmeleridir. Eğer tirana katlanma arzuları olmasaydı, tiranın onlara zarar veren erki olmayacaktı; eğer ona karşı koymak yerine, onun verdiği acıyı sevmemiş olsalardı, tiranın onlara en ufak bir kötülük yapma olanağı olmayacaktı.”
“Atina sitesinin otuz tirana4 kul olduğu gibi, eğer bir ulus savaş gücüyle tek bir kişiye kulluk etmeye zorlanmışsa, uşaklık etmesine şaşırmamalı, fakat bu durumu yaratan kazaya yakınılmalıdır; ya da, daha doğrusu ne şaşırmalı ne de yakımlmalı, fakat kötülüğe sabırla dayanılmak ve gelecekteki daha iyi bir yazgıya hazırlanılmalıdır.”
“… her şeyin tek bir kişiye ait olduğu bu hükümet biçiminde en ufak bir kamusallığın bulunduğuna inanmak zordur.”
“Eğer tirana katlanma arzuları olmasaydı, tiranın onlara zarar veren erki olmayacaktı; eğer ona karşı koymak yerine,
onun verdiği acıyı sevmemiş olsalardı, tiranın onlara en ufak bir kötülük yapma olanağı olmayacaktı. “
“…her erdemsizliğin daha ileriye gidemeyeceği doğal bir sınır vardır.”
” …her ülkede, her gün bütün insanların katkılarıyla gerçekleşen tek bir insanın yüz bin kenti yozlaştırıp onları özgürlüklerinden yoksunlaştırması olgusunu görmeyip de, yalnızca işiten kişi, buna nasıl inanabilir ki?”
” Demek ki, halklardır kendilerini teslim edenler, daha doğrusu kendilerini ezdirenler; çünkü kulluk etmeye son verdikleri an üstlerindeki bu yükten de kurtulmuş olacaklardır. Kendi kendini kulluklaştıran, kendi boğazını kesen halk, özgürlük ve kulluk seçeneği karşısında bağımsızlığını terk edip boyunduruğu kabul etmiş ve bu kötü duruma razı olmak şöyle dursun, onu arzulamıştır. Eğer özgürlüğüne yeniden kavuşmak insana pahalıya mal olacaksa, onu bu işe kalkışması için sıkıştırmam; insan için yeniden doğal hukuka geçmek ya da başka bir deyişle hayvandan yeniden insana dönüşmek kadar değerli bir şey olamaz.”
“…tiranlar yağmaladıkça daha çok şey üzerinde hak iddia edip daha çok isterler; yakıp yıktıkça da, onlara daha çok şey verilir ve daha çok hizmet edilir; böylece tiranlar her şeyi yok edip yıkmak için güçlenirler ve gittikçe daha güçlü ve daha zinde olurlar. Eğer onlara hiçbir şey verilmezse, onlara hiçbir şekilde boyun eğilmezse, savaşıp vuruşmaya gerek olmadan tiranlar çıplak ve zayıf kalır; artık onlar hiçbir şey değildir; ya da tıpkı su ve besi bulamayıp kuru ve ölü bir dal durumuna dönüşen bir kök gibidir.”
“Özgürlük öylesine büyük ve öylesine hoş bir iyiliktir ki, bir kez kayboldu mu tüm kötülükler arka arkaya sıralanır; bu durumdan sonra hâlâ yok olmamış iyilikler ise kullukla yozlaştıklarından dolayı lezzetlerini tümüyle kaybederler.”
“Zavallı sefil insanlar, akılsız halklar, kötü durumlarında kalmak için direnen ve iyiliklerini göremeyen uluslar! Sizler gözünüzün önünde, en güzel ve en parlak kazançlarınızın götürülüşüne, tarlalarınızın yağmalanmasına, evlerinizin ve eşyalarınızın çalınmasına seyirci kalıyorsunuz. Öyle bir yaşam sürüyorsunuz ki, hiçbir şeyin size ait olduğunu söyleyebilecek durumda değilsiniz.”
“Doğa, bizi kapalı bir kampa koyarcasına bu dünyaya koymasına karşın, en güçlüleri ve en akıllıları, bir ormandaki silahlı haydutlar gibi en zayıfları ezsinler diye bu yeryüzüne yollamamıştır.”
” …özgürlüğün doğal olup olmadığını tartışmak boşunadır. Çünkü hiç kimse zarar verilmeden köle durumunda tutulamaz ve dünyada hiçbir şey haksızlık kadar doğaya aykırı değildir.”
“Eğer insanlar fazla sağır olmasaydılar, hayvanların onlara “yaşasın özgürlük” diye haykırdıklarını duyarlardı.”
“Öküzler bile boyunduruk altında sızlanır
Kuşlar ise kafes içinde yakınır”
“Üç çeşit tiran vardır…. Seçimle gelmiş olanlar uyruklara sanki onlar uysallaştırılacak boğalarmış gibi davranırlar; fatihler uyruklarına karşı tıpkı avlarının üzerindeki gibi haklara sahip olduklarını düşünürler; mirasçılar ise uyrukları doğal köleleriymişçesine
kullanırlar.”
“…tüm insanlar, kendilerinde insani bir şey kaldığı sürece kulluklaşmalarını, iki durumdan biri olduğu zaman yani zorlandıkları ya da aldatıldıkları için kabul ederler… İnsanlar çoğu kez aldatılma ile özgürlüklerini kaybederler; bu durumda başkaları tarafından kandırılmaktan çok kendi kendilerini aldatırlar.”
“Halk bir kere kulluklaşmaya görsün, özgürlüğü öylesine unutuyor ki, artık onun uyanıp yeniden özgürlüğünü ele geçirmesi olanaksız oluyor… İlk başlarda, kuvvetle alt edilmişlikten dolayı ve zorlama nedeniyle hizmet edildiği bir gerçek. Fakat bundan sonra gelen kuşak, özgürlüğü hiç görmeyip tanımadığından dolayı, pişmanlık duymadan hizmet eder ve ondan öncekilerin zorla yaptıklarını seve seve yerine getirir. Boyunduruk altında doğan insanlar, kulluk, kölelik içinde büyütülüp eğitilirler. Bu insanlar daha ileriye bakmadan, doğdukları gibi bir yaşamı sürdürmekle yetinirler ve bulduklarından başka hakları ve malları olabileceğini düşünmemelerinden de öte, doğumlarındaki durumu doğal durumları olarak kabul ederler.”
“Eğer hayvanların kendi aralarında bir sıra ve üstünlük basamaklan olsaydı, (kanımca) özgürlüğü soyluluk olarak kabul ederlerdi.”
“… eğer bugün, ne bağımlılığa alışkın ne de özgürlüğe tutkun yepyeni insanlar doğsa, bu insanlar bağımlılığın ve özgürlüğün ne olduğunu bilmedikleri gibi adlarını da hiç duymamış olsalardı veya uyruk olma ya da özgür yaşama seçeneği ile karşı karşıya kalsalardı, hangisini kabul ederlerdi? Bir insana hizmet etmeyi değil, yalnızca akla boyun eğmeyi sevecekleri üzerinde kuşkuya düşmemek gerek.”
“… özgürce yaşayan Venediklilere bakarsak, içlerinde en kötü olanın bile kral olmak istemediğini görürüz. Aynı şekilde doğup eğitilmiş bu insanların, özgürlüklerini en iyi biçimde kimin daha iyi sürdürebileceğinden başka bir tutkuları yoktur.”
“…her ülkede, her çevrede bağımlılık kötü, özgür olmak ise iyidir… Hiçbir zaman bilmediğimiz bir şeyden dolayı sızlanıp yakınmayız; üzüntü, pişmanlık, ancak hazdan sonra ve her zaman geçmiş sevincin anısının ardından gelir. İnsanın doğal özelliği özgür olmak ve özgür olmayı istemektir; fakat doğası öyle bir biçimde yapılmıştır ki, doğal olarak insanın doğal özelliği, eğitimin kendisine verdiği biçimi alır.”
“…eski tarihi ve geçmiş olayları inceleyip onlar üzerinde konuşmak isteyen her kişi, ülkelerinin kötü ellerde, kötü yönetildiğini görüp iyi niyetle onu kurtarmaya girişen insanların başarıya ulaşamadıkları ve özgürlüğün ortaya çıkmak için kendiliğinden onlara yardım etmediği durumlarla ya çok az karşılaşır ya da böyle durumlara hiç rastlamaz. “
“Bu kişiler, başlarına gelen kötülüklerden dolayı acınacak insanlar değillerdir; çünkü hükümdarlığı kaldırmayı değil de harap etmeyi istiyorlardı ve tiranı kovup tiranlığı sürdürmeyi amaçlıyorlardı.”
“Özgür insanlar arasındaki her kişi, hem kendisi hem de toplumun iyiliği için en iyisini yapmayı arzular; orada, herkes ya yenilginin kötülüğünden ya da yenginin iyiliğinden payına düşeni almayı bekler. Oysa, köleleşmiş insanlar, bu savaşçı cesaretlerinden başka, her şeydeki canlılıklarını da yitirirler. Alçak ve yumuşak olan yürekleri, büyük şeyleri yapabilmekten yoksundur. Bu durumu çok iyi bilen tiranlar, insanların bu alışkanlığa kapıldıklarını görüp, onları daha çok gevşetip yumuşatmak için yardım bile ederler.”
“Tiyatrolar, oyunlar, gösteriler, acayip hayvanlar, ödüller, kumar masaları ve diğer uyuşturucular eski halklar için kulluklaşmanın yemi, özgürlüğü yitirmenin bedeli, tiranlığın araçlarıdır. Eski tiranlar bu çareyi, bu uygulamayı, bu yemleri uyrukları boyunduruk altında uyutmak için kullanırlardı.”
“Tiranlar, çeyrek litre buğday, yarım litre şarap ve gümüş bir para bağışlardı; işte o zaman “Yaşasın kral” diye bağırıldığım duymak açınılacak bir şeydi. Kalın kafalı kişiler, kaybettiklerinin bir bölümünü geri almaktan başka bir şey yapmadıklarını ve bunlara kavuşurken, tiranın daha önce onlardan bunları almasaydı hiç bir şey veremeyeceğini düşünemiyorlardı.”
“Geçmiş devirlerdeki tiranların tiranlıklarım kurmak için ne gibi şeylerden yararlandıkları üzerinde konuşulduğunu işitmek ve bu aşağı halk tabakasının bulunduğu duruma layık olduğunu ve kendisine kurulan ağın içine düştüğünü anlayan tiranların küçük, basit araçları ne derece fazla kullandıklarını görmek, ne denli acınacak bir şeydir. Tiranlar, bu halkı her zaman öylesine kolay bir biçimde kandırdıkları için, onu hiç ciddiye almayıp umursamadıkları zaman daha fazla kul-köle kılmışlardır.”
“…halk, her zaman yalanları kendisi yaratmış, sonra da bunlara inanmıştır.”
“Tiranlar bile, insanların kendilerine kötülük yapan birisine katlanabilmelerini çok şaşırtıcı bulurlardı: Dini koruyucu olarak ön plana koymayı arzular ve hatta, mümkünse, kötü yaşamlarına destek olması için birkaç tanrısallık örneğinden faydalanırlardı.”
“Benim görüşüme göre, muhafızların kargılarının, gece bekçilerinin konumlarının tiranı koruduklarım düşünen kişi tümüyle yamlmaktadır. Tiranlar, kanımca, bunları güvendiklerinden dolayı değil de daha çok usul gereğince ve bir korkuluk gibi kullanırlar.”
“Tiranı koruyanlar süvari bölükleri, yaya insan sürüleri ya da silahlar değildir. İlk bakışta inanmak istenmez, fakat gerçektir: Tirana destek olan ve tüm ülkeyi kulluk altında tutan hep dört ya da beş kişidir. Her zaman için beş ya da altı kişi tiranın gözüne girmiş, gerek kendilerinden gelen istekle, gerek tiranın çağırmasıyla ona yaklaşmış ve böylece gaddarlıklarının, eğlencelerinin yoldaşı, zevklerinin pezevengi ve yağmaladıklarının ortağı olmuşlardır. Bu altı kişi şeflerini toplum için kötü olması gerektiği doğrultusunda etkiler ve bu kötülüğün yalnızca şefin kötülüklerinden değil, fakat kendilerininkinden de kaynaklanmasını sağlar. Bu altı kişinin de çıkar sağladıkları altı yüz kişisi vardır. Altı kişi tirana ne yapıyorlarsa, bu altı yüz kişi de altı kişiye aynı biçimde davranır. Bu altı yüz kişi, buyrukları altında altı bin kişiyi tutar…Bunlardan sonra gelenler çok daha fazla kalabalıktır….ganimetten pay alabilmek ve büyük tiranın altında kendilerini küçük tiranlar yapabilmek için çevresinde toplanıp onu desteklemeye başlarlar.”
” … tiran uyruklarını birbirlerine kırdırarak kulluklaştırır [köleleştirir] ve öyle kişiler tarafından korunur ki, eğer bu kişiler biraz değerli olsalar tiranın bunlardan kendisini koruması gerekecektir… tiran odunu yarmak için yine odundan çıkardığı yongayı kullanmaktadır…”
“Çünkü gerçekten tirana yaklaşmak, özgürlükten biraz daha uzaklaşmak ve (söz gelişi) kulluğa dört elle sarılmaktan başka bir şey olabilir mi? Bu kişiler yükselme özentilerinin ufak bir parçasını terk etsinler, para tutkusundan arındırsınlar biraz kendilerini, sonra içlerine bakıp tanısınlar kendilerini ve işte o zaman ellerinden geldiğinde ayaklarının altına aldıkları ve kürek mahkûmları ya da kölelerden daha beter kıldıkları köylüleri göreceklerdir; böylesine kötü davranılan bu kişilerin kendileriyle karşılaştırıldığında daha talihli ve biraz daha özgür olduklarını göreceklerdir.”
“Köylü ve esnaf, ne kadar kulluklaştırılmış olursa olsun yalnızca kendilerine söyleneni yerine getirmekle yükümlüdür. Fakat tiran, kendine yakın olan diğer kişilerin alçaklaştıklarım ve kendinden lütuf dilendiklerini görür. Bu kişilerin tiranın söylediklerini yapmaları yeterli değildir; onun ne istediğini düşünmeleri ve hatta onu memnun edebilmek için düşüncelerini öngörmeleri gerekir. Tirana yalnız itaat etmekle kalmayacaklar, onu hoşnut da edecekler, işlerini yapmak için uğraşacaklar, didinecekler, onun keyifli olmasından haz duyacaklar ve kendi kişisel beğenileri yerine onunkileri benimseyerek mizaçlarını, doğal yapılarını değişmeye zorlayacaklardır. Tiranın söylediklerine, sesine, işaretlerine, gözlerine dikkat etmeleri gerekecek ve de arzularını bilebilmek ve düşüncelerini seçebilmek için sürekli olarak tetikte bulunacaklardır. Bu mutlu bir biçimde yaşamak mıdır? Buna yaşamak denebilir mi?”
“Bunları iyi doğmuş bir insana değil, fakat yalnızca sağduyuya sahip bir kişiye ya da hiç olmazsa bir insan çehresi olan kişiye söylüyorum. Kendine ait hiçbir şeye sahip olmayarak ve rahatını, özgürlüğünü, bedenini ve yaşamını başkasının ellerine vererek yaşamaktan daha sefil bir durum olabilir mi? Bu kişiler zengin olmak için hizmet [kulluk] etmek isterler. Fakat kendilerine ait olacak hiçbir şey kazanamazlar; çünkü kendilerinin bile kendilerine ait olduğunu söyleyemeyecek durumdadırlar. Tiranın hükmü altında hepsi de kendilerine özgü bir şey elde edebileceklerini sanıp zenginlikleri elde edeceklermiş gibi davranırlar ve herkesin her şeyini almaya yarayan ve kimsenin “bu benimdir” diyebilecek kadar bile hiçbir şey bırakmayan bu gücü, ona kendilerinin verdiğini unuturlar.”
“Bu gözdeler, tiranların çevresinde çok zenginlik kazanmış kişiler bulunduğu gibi, bir süre para ve mal biriktirip daha sonra hem bunları hem de yaşamlarını kaybeden kişilerin de olduğunu pek hatırlayamıyorlar. Zenginlik kazanmış kişilerden ne kadar azının bunu korudukları düşüncesi akıllarının ucundan bile geçmiyor.”
“Hiç kuşkusuz, kötü krallıkların yakınlarında hiç olmazsa bir kez bulunmuş çok sayıdaki insanın içinde, başkalarına karşı tiranın gaddarlığını körüklemeye öncülük yapıp bu gaddarlığa kendilerinin de maruz kalmadığı çok az kimse vardır, hatta hemen hemen hiç kimse yoktur.”
“Hiç kuşkusuz, tiran hiçbir zaman ne sevilir ne de sever. Kutsal bir sözcük, aziz bir şey olan dostluk, yalnızca iyi insanlar arasında bulunur ve karşılıklı saygı ile kurulur; yapılan bir iyilikle değil de daha çok iyi bir yaşamla sürdürülür. Bir kişiyi başka birisinin güvenilir dostu kılan, onun doğruluğunu kavrayıp güvenine sahip olması ve onun iyi doğal yapısını, dürüstlüğünü ve tutarlılığını bilmesidir. Gaddarlığın, namussuzluğun, adaletsizliğin olduğu yerde dostluk olamaz. Kötüler kendi aralarında toplanınca bu bir komplo olur, yoksa bir arkadaş topluluğu değil. Birbirleriyle konuşmazlar, fakat birbirlerinden çekinirler. Dost değil suç ortaklarıdırlar.”
“Öyleyse açıkça görünen bu kadar örneğe ve bu denli büyük tehlikeye karşı hiç kimsenin başkalarının başına geleni fark edip bilge olmak istememesi acınacak bir şey değil midir?”
“Nasıl oluyor da, böylesine büyük bir tehlikesi ve böylesine az bir güvencesi olan bu belâlı yeri elde etmek ve bu çok zararlı efendiye büyük bir ıstırap içinde hizmet etmek isteyen bazı kişiler bulunabiliyor? Gece gündüz tek bir kişiyi hoşnut kılmayı düşünmek ve bununla birlikte yeryüzündeki hiçbir insandan korkulmayacak kadar bu tek kişiden korkmak; darbenin nereden geleceğini kestirmek, tuzaklan seçmek, yoldaşların entrikalarını hissetmek için sürekli olarak gözü tetikte, kulağı kirişte tutmak ve ne açık bir düşman ne de güvenli bir dost bulunduğundan her kişinin yüzüne gülüp herkesten çekinmek, sürekli güleç bir çehre ve donuk bir yürek taşıyarak neşeli olamamak, içine kapalı olmaya da cüret edememek. Tüm bunlar, ey Tanrım, ne biçim bir ıstıraptır, ne büyük bir acıdır?”
“Doğal olarak halk, katlandığı acıdan dolayı tiranı değil, fakat kendini yönetenleri suçlar; halklar, uluslar, köylüsünden çifçisine dek herkes, birbirleriyle yarışırcasına, bu kişilerin adlarını bilir, onların erdemsizliklerini açığa vururlar; bunların hakkında binlerce aşağılayıcı söz, hakaret ve beddua ederler”

Bunu okudunuz mu?

Schuman Bildirgesi

Schuman Bildirgesi, Avrupa Birliğinin ilk adımını oluşturan manifestodur. Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman tarafından 9 …