HUKUK EĞİTİMİ EKSİKLİĞİNİN ADALETE YANSIMALARI[I] / Av. Dr. Ersoy Zırhlıoğlu
A. SONUÇ
Uluslararası ve ulusal akademik çalışmalara, karşılaştırmalı hukuka, hukuk felsefesine, özce; bilime dayanmadan yapılan uygulamalar neticesinde doğan sonuç irdeleneceği ve toplumca bu sonucun içinde yaşandığı için, bu makalede giriş usule uygun, esasa aykırı olurdu.
Elbette “usûl esasa mukaddemdir” düsturundan yola çıkılacak olur ise, bir giriş ile başlamak en makul yol olmalıdır diye düşünenler olacaktır. Sorun yaratan usûller işlevsel şekilde ele alınamadıkça, liyakatsiz ellerde esasın üstüne gölge düşüreceklerdir. Hukukun temel normlarına aykırı olan, uluslarüstü ya da uluslararası hukuka ve bunlar ile belirlenmiş prensiplere aykırı olan, dahası Anayasa’ya da aykırı olup, birbirleri ile çelişen; normlar hiyerarşisinde kanunun Anayasa’yı, tebliğin kanunu geçebildiği zamanlarda dahi, hâlâ içeriğin yönteme kurban edilmesini savunuyorsak, bu da sonuçlardan birisidir.
Hukuk, durağan bir bilim değildir. Metodolojisi de koşullara göre hızlı şekilde değişim gösteremediği müddetçe, amaçlarının başında gelen toplumu ve bireyi koruma saikini kaybeder; bireyleri topluma, toplumu devlete karşı caydırma aracı olmaya doğru önü alınamaz şekilde ilerler.
“Usûl esasa mukaddemdir” görüşünü, adeta varoluş sebebini savunurcasına müdafaa etmek ve hukuk metodolojisinin değiştirilemeyeceğini düşünmek bilimsel bir yaklaşımdan ziyade Dogmatizme ne kadar da benzer. Oysaki bilimsel yaklaşım; şüpheyi, araştırmayı, deneyi, karşılaştırmayı, kısacası hakikati veya o andaki duruma uygun en iyi mekanizmaları keşfetmeyi, icat etmeyi yahut yürürlüğe koymayı gerektirir. Bilimsel yaklaşımdan uzaklaşılarak Dogmatizme sürüklenmek de ne yazık ki bir sonuçtur.
Türkiye’de 31.12.2021 verilerine göre 160.000’in üzerinde avukat,[1] 15.250 civarında hâkim ve yaklaşık 7.500 de savcı vardır.[2] Bir önceki yıla göre avukat sayısı 17.300 (%12’den fazla), hâkim sayısı 417 (~%3) ve savcı sayısı 631 (%9’dan fazla) artmıştır. Artan nüfus ve okullar da dikkate alınınca şu anda (Temmuz 2021) avukat sayısının 175.000 civarına ulaştığı, istatistiki olarak[II] hâkim sayısın 15.600 ve savcı sayısının 8.000 olduğu çıkarılabilir. Bu sonuca göre -diğer meslekler hesaba katılmadan-, her hukuk fakültesi (“HF”) mezunundan %88,1’inin avukat, %7,9’unun hâkim ve %4’ünün savcı olduğu sonucu çıkmaktadır.
%88,1’in, kanunen HF sonrası kayda değer bir elemeye tâbi olmadan avukat olmaktadır. Bu da en vahim sonuçlardan birisidir. Mukayeseli hukuk açısından bakıldığında, diğer ülkelerde olmayan birtakım ağır sorunların Türkiye’de vuku bulmasına da ayna tutmaktadır. Asli konumuz olmamakla birlikte, avukatlar ile hâkim ve savcı sayısındaki orantısızlık (bir savcı başına 2 hakim -bu durum uygulamada[III] hukuk mahkemelerinin varlığından dolayı makul kabul edilebilecek bir orandır, bir savcı başına 21’den fazla avukat ve bir hakim başına 10’dan fazla avukat) kaynaklanan bazı sorunları sıralayacak olursak; i.) avukat-savcı arasındaki eşitliğin sözde kalmaktan öteye geçememesi, ii.) avukatlığın torba meslek[IV] haline gelmesi, iii.) davaların adalete erişimi engelleyecek derecede uzaması, iv.) Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun (“HSK”)[V] yükselme esasları gereğince[3] az sayıda hâkim ve savcının çok sayıda davayı veya soruşturmayı niteliği büyük oranda önemsizleştirilerek niceliğe göre değerlendirilmesinden dolayı davaların çözümlenmeden bitirilmesi ve soruşturmaların çoğunun soruşturmaya ya da kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla neticelenmesi, v.) avukat sayısının plansız olarak artan bir ivme ile yükselmesinin meslek etiğini zedeleyecek davranışlara yol açması ve diğer önemli sorunlara[VI] sebep olması da yine bir sonuçtur.
Hukuk fakültelerinin niceliksel olarak artması karşısında niteliksel olarak doğru orantılı bir ivme yakalayamaması, her sene, nüfus artış oranının çok üstünde bir vektör ile artan sayıda hukukçunun mezun olması, hukukçuların aynı kalitede eğitim alamamasının getirmiş olduğu ve ilerleyen yıllarda getireceği sorunlar, çok sayıda genç meslektaşın hem uygulamaya dair temel prensipleri hem de hukukun özüne dair temelleri bilmemesi dahil birçok probleme sebep olabilmektedir. İşte bu da sonuçlardan birisidir.
Staj eğitimi sırasında ve de avukatlık mesleğini icra ederken katılım sağlanan çeşitli eğitim ve sertifika programlarında da birçok soruna rastlanmaktadır. Neticede, bu programları açmak veya bu programlarda eğitmen olmak için gerekli şartlar, semt pazarında tezgâh yeri tutmaktan çok daha kolaydır. Bunun yansıması da yeterli niteliği, hatta hiçbir niteliği olmayan kişilerin sözde uzmanlık eğitimleri verebilmesi, aslen bu eğitimlerin para tuzağı olması, daha da kötüsü eğitimi alan kişilerin kendilerini bu alanın uzmanı olarak addedebilmeleridir. 15-20 saatlik sözde eğitim ile, Tahkim Uzmanı, Ticaret Hukuku Uzmanı, Lojistik Hukuku Uzmanı, Sağlık Hukuku Uzmanı sertifikası alınan ülkemizde, bu sorun gittikçe önlenemez bir hâl almakta, vatandaşlar da sözde uzmanlıklara inanarak zarar etmektedir. Kimi durumlarda haksız rekabet suçuna dahi sebep olan bu hadise, yine ehemmiyeti göz ardı edilemeyecek bir sonuçtur.
Bilim insanlarının ortalama bir kişinin beyinsel gelişim açısından olgunluğa erişmesinin 25 yılı bulduğunu uzunca süredir bilmesine,[4] ve işletmelerin bu yönde planlama ve uygulama yapmalarına rağmen[VII],[5] 21-22 yaşındaki kişilerin yargılamalarda asli faaliyetlerde yer alabilmesi nöro-bilimsel açıdan çelişki yaratmaktadır. Avukatlar açısından, özellikle Ceza Muhakemeleri Kanunu gereğince müdafilik ve vekillik yapacak avukatlar ile, adli yardım görevi alan avukatların yaşlarından anlaşılacağı üzere, birçok avukat mesleğe yeni başladığı yıllarda bu görevleri üstlendiği için,[VIII] maddi açıdan zayıf olan kişiler, dezavantajlı duruma düşebilmektedir. Keza, hâkim ve savcılarda da durum yeni yapılan mevzuat değişikliğine kadar çok farklı değildi. Ülkemizde savcılara verilen yetkiler ve savcıların mukayeseli hukuka göre avukatlara kıyasla -hukukun temel kaidelerine aykırı şekilde- çok daha geniş yetkilerle donatılmış olması dikkate alındığında, 25 yaş altındaki bir kişini savcı olması daha vahim sonuçlara zemin hazırlamaktadır. Dahası, çoğu gelişmiş ülkede sadece 10 yıl avukatlık, akademisyenlik, savcılık vb., hukuk mesleklerinde çalışan kişilerin hâkim olabilmesi dikkate alındığında, bu ülkelerde hâkim olabilmek için 35 yaş dahi genç sayılırken,[IX] Türkiye’de 25 yaşın altındaki kişilerin hâkim olabilmesi de adalete erişim üstünde nahoş sonuçlara sebep olabilmektedir. Bunun sebebi elbette bireysel başarısızlıklar değildir. Hukuk öğretiminin kısa sürmesi, hukuk felsefesi ve sosyolojisi ile ilgili gerekli eğitimin alınmaması, uygulamalı eğitimlerin müfredatta çok az olması veya hiç olmaması, kişilerin kendilerine özgü öğretim planı seçememesi dahil olmak üzere birçok sorun bu başarısızlıkların kaynağıdır.
Avukatlar, hâkimler ve savcılar, Adalet Piramidinin 3 köşesini temsil ederler (dördüncü köşe kanun olup; hakkaniyetli sonuca ulaşabilmek[X] de ‘Piramidin’ üst köşesini temsil eder).[XI] Milletvekili olabilme yaşı her ne kadar 18 olsa da, 24 Haziran 2018 tarihindeki veriler,[6] yaş ortalamasının yaklaşık[XII] 50 olduğunu göstermektedir. Bu durum, yasamanın yaş bakımından sorununun olmadığının göstermektedir. Kanunlar hakkında ise 21 asır önce söylenen bir sözü eklemek gerekir “halk nezdinde, halkın, zararlı olduğu halde kabul ettiği şeye yasa denemez.”[7]
Bu bağlamda, ‘Adalet Piramidinde’ adalete ulaşmak için gereken dört temel köşeye bakıldığında, sadece yaş açısından dahi, başta avukatların yaşı olmak üzere, yargı erkinin üç temel paydaşı olduğu kabul edilegelen hâkim-avukat-savcı üçlüsünün mesleğe başlama yaşlarının kabulü güç derecede düşük olduğu, hâkimlerin ise karşılaştırmalı hukuk açısından dünya ortalamasının çok altında kaldığı görülmektedir. Cumhuriyet’in kurulması safhasında yeni bir düzene geçilirken gereken acil eylem planları nedeniyle bu tür atılımlar kabul edilebilirdiyse de aradan geçen bir asırda, bu konu hakkında hiçbir değişikliğe gidilmemiş olması da sonuçlardan birisidir.
ÖSYM tarafından yapılan sınavlarda, onlarca yıldır değişiklikler yapıldı ise de bu değişikliklerin hiçbirisi bir lise öğrencisinin hangi alanda uzmanlaşabileceğinin, ya da hangi uzmanlığa yatkın olabileceğinin ölçülmesine ve değerlendirilmesine imkân tanımamaktadır. Sınavda yapılacak hatalı bir türev sorusu, kişinin hukuk yerine sosyoloji okumak zorunda kalmasına sebep olabilecektir. Bu durumda, teorik olarak, Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer, Ord. Prof. Dr. Ernst E. Hirsch, Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, vb. Türk Hukuku’nun unutulmaz isimleri, hayatta olsalar ve bugün bir ÖSYM sınavına girseler hukuk fakültesine yerleşememe ihtimalleri dahi hazırdaki sistemin sorgulanması için verilebilecek örneklerden birisidir. İşte bu da ÖSYM’nin yarattığı ve hukuk sistemimize yansıyan sonuçlardan birisidir.
“Ignorantia legis neminem excusat”, yani kanunu bilmemek mazeret sayılmaz ilkesi her hukukçunun malumudur. Bu ilkenin binlerce yıllık olduğu, Eski Ahit’te dahi görüldüğü[XIII], Roma Hukuku’nu büyük ölçüde etki altına aldığı ve dolayısıyla Roma Hukukundan etkilenen Kıta Avrupası ülkelerinde de hukukun temel ilkelerinin başında geldiği, bununla birlikte Anglo-Amerikan hukukunu da önemli derecede etkilediği yadsınamaz bir gerçektir. Günümüzde, bu ilkenin kabulü, “kasten öldürme” veya “kasten yaralama” gibi evrensel olarak suç sayılan hallerde mümkün olabilir. Bu ilkenin geniş yorumlanması, evleviyetle yabancı bir ülkede turist olarak bulunan kişiler ve 12 ila 18 yaş arasındaki kişiler açısından büyük sorun teşkil edecektir.[XIV] Keza aynı durum, 15 yaş ve üstü bireyler için 5236 sayılı kanunda da geçerlidir. Aynı şekilde, idare hukukundan kaynaklanan kimi davalar ile özel hukuktan kaynaklanan bazı davalarda da 18 yaş altı kişilere belirli hak ve yükümlülükler tanınmıştır.
Bir konu ile ilgili bir uyuşmazlık önüne geldiğinde, mesleğe yeni başlamış ortalama bir avukatın yapması gereken işlemlerin arasında ilgili mevzuatı incelemek, mevzuatlar arasında çelişki varsa söz konusu olayda hangi mevzuatın uygulanması gerektiğini belirlemek, öğreti ve içtihat araştırması yapmak ve ilgili usûl kanunu hükümleri çerçevesinde -lüzum varsa, önce gerekli yerlere başvuruları yapıp- akabinde de yıllar sürecek davayı başlatmak bulunmaktadır.
12 yaşından itibaren ağzından çıkacak her sözcüğü ve atacağı her adımı bir avukata danışarak yaşayamayacak olan bir insanın, kendisine öğretilmemiş olan kanunları bilmemesinin mazeret olmadığından bahsedilebilmesi de herhangi bir hukuk ilkesinden ziyade, ancak, kabullenilmesi imkânsız bir garabettir. İşte bu da ‘ilkeyi alalım, elbette koyacak bir yer buluruz’ diye hukuk sosyolojisi, eğitim düzeyi ve hukuk felsefesi dikkate alınmadan ulusal kanunlara eklenmiş bir kaidenin, ülke bireyleri üzerindeki yansımalarının vahim bir sonucudur.
Bu sonuçların her birinin temelinde ayrı ayrı ve birden fazla sebep bulunabilir. En temele inildiğinde ise, aile içinde verilen eğitimin ve okullarda verilen eğitim ve öğretimin bu sorunlara zemin hazırlayan ortak payda olduğu görülecektir. Bu noktada, “eğitim şart” diye bir klişe ile söze son vermektense, hukukun adil bir şekilde tesis edilebilmesi için, TBB ve illerdeki barolar ile ne gibi düzenlemeler yapılabileceği üzerinde durulması isabetli görülmüştür.
B.ADALETİN YARALARININ SARILMASI İÇİN ÇÖZÜM ÖNERİSİ
TBB HUKUK VE AVUKATLIK AKADEMİSİ
TBB çatısı altında bir “Hukuk ve Avukatlık Akademisi” (“Akademi”) kurulmasının avukatlara, HF öğrencilerine, orta okul ve lise öğrencilerine ve topluma büyük fayda sağlayacağı savını ileri sürmekteyiz. Zira suçları önlemenin en etkili olduğu bilinen, ancak çağımızda o kadar da güç olmayan yolu eğitimdir.[8]
Akademi’nin işlerlik kazanması halinde; avukatların sürekli eğitimi, stajyer avukatların staj eğitimi, HF öğrencilerinden özellikle avukatlık mesleğini icra etmeyi düşünenlerin eğitimleri ve orta okul ile lise eğitimi alan öğrencilerin üzerinde ne gibi faydaları olabileceğini özetle incelenmektedir. Yer kısıtı sebebi ile bu makalede Akademi’nin organizasyonu, eğitmenlerin seçimi, akademik programların oluşturulması, finansmanın sağlanması, Barolar ile TBB arasındaki dengeler, Akademi’nin verdiği eğitimlerde tarafsızlığını koruması için alınması gereken önlemler ve diğer konular hakkında inceleme yapılamamıştır.[9]
1.Avukatların Sürekli Eğitimi Üzerine
Çeşitli ülkelerde avukatların belirli aralıklarla, belli kredileri tamamlamaları gerekmektedir. ABD’de Sürekli Hukuk Eğitimi (SHE) (CLE) olarak adlandırılan bu eğitim, (eğitimin zorunlu olduğu eyaletlerde) yıllık ortalama 12 kredidir. Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin çoğunda SHE kredisi zorunlu değilse de bu durum ülkeden ülkeye değişiklik göstermekte, zorunlu olan ülkelerde çoğunlukla yılda 10 ile 20 SHE kredisi şartı aranmaktadır. Avukatlıkta uzmanlık alanının (“Ceza Hukuku Avukatı” vb.) olduğu bazı ülkelerde, ayrıca uzmanlık alanı ile ilgili SHE kredisi ve ek yükümlülükler de bulunmaktadır.
Türkiye’de henüz SHE sistemi bulunmamaktadır. Bunun avukatlık açısından büyük bir eksiklik olduğu düşünmekteysek de Akademi’nin kurulması önerisindeki amaç zorunlu SHE sisteminin getirilmesi değildir. Bu sistem, ihtiyari olarak da gerçekleştirilebilir.
Bilindiği üzere, çeşitli kurumlar, şirketler ya da kişiler tarafından farklı hukuk eğitimleri verilmektedir. Bu eğitimler kimi zaman sadece sınavlara hazırlık (marka ve patent vekilliği sınavı vb.), kimi zaman bir unvanı almak için kanuni zorunluluk ve sınavlara hazırlık (arabuluculuk temel eğitimi), bazen kanuni zorunluluk (bilirkişilik temel eğitimi vb.), bazen de belli hukuki alanlarda sertifika vermeye yönelik eğitimler (tıp hukuku sertifikası, tahkimde taraf vekilliği sertifikası vb.) olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu eğitimleri veren kişilerin yeterli donanıma sahip olduğu, eğitim programlarının belirlenen uzmanlık veya unvan için gerekli koşulları taşıdığı ise belirginlikten uzaktır. Av. Sezer Bekarya isimli farazi ve konu hakkında kısıtlı bilgi sahibi şahsın, “Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü Tahkimi” konulu bir sertifika programı düzenlemesinin önündeki engel nedir? Av. Sezer Bekarya’nın, Marka A.Ş.’de Marka ve Patent Vekilliği sınavı eğitmenliği vermesinin bir engeli var mıdır? Av. Sezer Bekarya’yı ve Marka A.Ş.’yi engelleyemeyebiliriz, hatta engelleme hakkımız da olmayabilir.[10] Lakin, hukukçuları bu kişi ve kuruluşlara mecbur bırakmak yerine, kurulacak Akademi ile çok daha etkin eğitimlere erişmeleri sağlanabilir. Bu eğitimler çok daha uygun fiyatlara verilebilir, üstelik bundan kâr dahi elde edilebilir.[XV]
2.Staj Eğitimi Üzerine
Avukatlık, hakimlik, savcılık gibi bir mesleki eğitimin hukuk fakültelerinin akademik programlarında değildir.[11] Baroların başta gelen görevlerinden birisi ise staj eğitimidir.
Nicelik ile nitelik her zaman doğru orantılı değildir; lakin, bir iki satır ile açıklanacak verilere bakılırsa, durum netlik kazanacaktır. 31.12.2020 tarihli TBB verilerine göre 79 ilimizde bulunan barolara kayıtlı avukat sayısı 143.330’dur. Yaklaşık olarak İstanbul’da 50.000, Ankara’da 20.000 ve İzmir’de 10.000 avukat vardır. 2.000 ve üstü avukat bulunan baro sayısı 11’dir. 43 baroda 500’ün altında avukat mevcutken, bu baroların 26 tanesinde 250 kişinin altında avukat bulunmaktadır. 150 ve daha az avukatın kayıtlı olduğu baro sayısı 13-14’tür.
Nicelik niteliği doğurmasa, binlerce avukat arasından staj eğitimi verecek kişileri seçebilme şansı olan barolarda eğitim gören stajyer avukatlarla, belki de staj eğitimi verecek kişi bulmakta zorlanan 500 ve altı avukatın olduğu barolarda eğitim gören stajyer avukatların benzer bilgi birikimine sahip staj eğitmenlerine erişme ihtimali istatistiki açıdan düşüktür. Bu husus, eğitimde fırsat eşitsizliğine yol açabilmektedir. Keza 10.000-50.000 kişilik bir baro, ortak aklı ile çok daha iyi bir eğitim programı hazırlayabilecek, daha çok kişi ve kuruma ulaşıp daha çok etkinlik düzenleyebilecektir.
TBB Staj Eğitim Yönetmeliği’nin 22. maddesi barolara staj eğitimi için gerekli staj eğitim birimlerini oluşturma yetki ve sorumluluğunu vermiştir. Bu olanağı bulunmayan barolara, gerekli eğitimin verilmesi amacıyla stajyerlerin TBB’nin Ankara’da oluşturacağı staj eğitim birimlerinde staj eğitimlerini tamamlama seçeneğini de tanımıştır. Uygulamada, bazı barolar -belki haklı, belki eğitim açısından haklı olmayan sebeplerle-[12] bu yolu tercih etmemekte, ayrıca TBB’de yapılan staj eğitimi, önerilen Akademi’de verilecek olan eğitim ile aynı standartlara yaklaşamamaktadır. Stajyer avukatlar açısından ise, staj gördüğü baro yerine TBB’de staj eğitimi almak içim Ankara’da bulunmaları da sorun teşkil edebilmektedir.
Haklı olarak avukatlar ile savcıların bütün gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, ülkemizde de eşit olduğunun hatırlanması gerektiği savunulmaktadır. Avukatlık mesleğinin eski, güzel günlerine dönmesi için bugüne kadar çok öneri dillendirilmiştir. Bu önerilerin bazıları, HF sayılarının azaltılması, üniversite sınavında ilk 50.000’e giremeyenlerin hukuk fakültesine alınmaması, avukatlık sınavı getirilmesi, avukatlık mesleğine girdikten sonra da belli aralıklarla sınav yapılması, avukatlıkta uzmanlaşmanın getirilmesidir. Bu önerilerin bazılarını cansiperane şekilde savunan kişiler varken, bazılarına şiddetle karşı çıkanlar da olmuştur. Esas konu, “Hâkim ve Savcılık Eğitimi” için “Adalet Akademisi” olmasına karşın, “Avukatlık Eğitimi” için neden “tam ve işler” bir “Avukatlık Akademisi” olmadığıdır. Burada istenilen, tam olarak işleyen, etkili ve etkin, sürekli faal olan, kısa-orta vadede bir üniversiteden eksiği bulunmayacak, yeknesak ve kaliteli eğitim veren, eğitmenlerinin andragojik formasyon aldığı[13] ve alanlarında yetkin olduğu, eğitim programlarının belli standartları taşıdığına insanların güveneceği, ekonomik olan ama mali açıdan zarar etmeyecek bir Akademi’dir.
Akademi’de mesleki deneyimi olan, ancak eğitmenlik deneyimi olmayan hukukçularımıza eğitmenlik ile ilgili kısa ama yoğun bir formasyon eğitimi vererek, işe eğitmenleri eğiterek başlanabilir. Stajyer avukatların yaşları dikkate alındığında pedagojik formasyon yerine andragojik formasyon daha uygun olacaktır. COVID-19’un gösterdiği üzere, hemen her türlü eğitim uzaktan/çevrimiçi verilebilmektedir. Bu durum gözetilerek staj eğitiminde uzun süre alan teorik eğitim ve seminerler Akademi tarafından uzaktan/çevrimiçi verilerek, stajyer avukatların lojistik ve konaklama ile ilgili sorunları ortadan kaldırılabilir.[14] Pratiğe dayalı eğitimler ise, Akademi’nin bütçesi ve stajyer avukatların durumları dikkate alınarak ya staj gördükleri barolarda yapılmaya devam edilir veya Ankara’da misafir edilerek Akademi’de eğitim görmeleri sağlanır. Önemli konulardan birisi de uzmanlar tarafından belirlenecek bir akademik programının oluşturulması ve eğitim materyallerinin stajyerlere verilmesidir. Yine verilecek eğitimleri, bütün stajyerlere aynı eğitmenlerin vermesinde yaratılacak fırsat eşitliği gibi, staj eğitimi sırasında yapılacak ölçme ve değerlendirmelerin de yeknesak şekilde yürütülmesi bütün stajyerlerin eşit şekilde değerlendirilmesine, varsa eksikliklerinin mesleğe başlamadan giderilmesine olanak sağlayacaktır.
Bir çatıdan yürütülecek eğitimin zararları incelenecek olursa başlıca iki sorundan bahsedilebilir. Birincisi konunun akademik ikincisi de siyasi yönüdür. Akademik sorun yukarıda değinilen konuların daha derin incelenmesini gerektiren bir makalenin konusudur. Siyasi boyutu ise Akademi’nin, TBB Yönetim Kurulu ile ilişkisinin doğru dengelerle kurulması, verilecek eğitimlerin ve seçilecek eğitmenlerin belli bir grup ve siyasi görüşü temsil etmemesini sağlayacak bir sistem kurulmasının temin edilmesi ile mümkün olacaktır. Merkezi eğitim sistemine bakış açısı ister Murray Rothbard, George Harris, Herbert Read, Herbert Spencer ve Isabel Paterson gibi karamsar; ister Charles Mercer, Horace Mann, Robert Owen ve Frances Wright gibi iyimser olsun, önceliğin Earl Warren’ın 1954 yılında Brown v Board of Education davasında dediği “eğitim konusunda ayrı ama eşit diye bir doktrinin kabul edilemez” düsturuna verilmesi gerektiği olmalıdır. Keza, herhangi bir sınav ya da ek eğitim aranmadan, staj eğitimini A ilinde tamamlayan bir avukat, B iline nakil olabiliyorsa, A ilindeki stajyer ile B ilindeki stajyerin aynı kalitede eğitimden faydalanamamasının izahı güçtür.
3.HF Öğrencilerinin Eğitimi Üzerine
Ülkemizde, hukuk fakültelerinde verilen eğitimin herhangi bir hukuk alanında ihtisaslaşmaya olanak sağlamadığı gibi, öğrencileri avukat, hâkim, savcı ya da başka bir mesleğe hazırlamadığı da açıktır. Birçok HF mezunu, uygulamaya yönelik eksiklik hislerini ve tecrübelerini çeşitli çevrimiçi platformlarda paylaşmaktadır. Çoğu mezun avukatlık stajına başladığında, özellikle HF öğrenciliği esnasında staj yapmadıysa, bu eksikliği tecrübe etmektedir. Hâlbuki, kaliteli ve uygun fiyatlı eğitimler düzenleyecek bir Akademi ile HF öğrencilerinin de avukatlık mesleğinin de kazanımının üst düzeyde olacağı muhakkaktır.
Akademi’de HF öğrencileri açısından farklı hizmetler sağlanması mümkün olacaktır. Bunların bazıları, avukatlık mesleğine dair teorik ve uygulamalı eğitimler, hukuk fakültesinde teorik eğitim olarak verilen derslerin uygulamalarıyla ilgili eğitimler, klinik uygulama programları ve belli alanlara dair ihtisaslaşmadır. Akademi’nin vereceği uzmanlık eğitimlerinden uygun fiyata faydalanmaları, isteyen kişilerin öğrencilik yaşamlarından başlayarak belli alanlarda uzmanlaşmalarını, akademik ve maddi açıdan kolaylaştıracaktır. Akademi’de yazın tam zamanlı, akademik yıl süresinde yarı zamanlı staj yapılması da söz konusu olabilecektir. Bu koşullar sağlandığında, HF mezunlarının mesleğe hazır halde staja başlamalarına imkân tanınmış olacak; TBB de üzerine düşeni yapmış olacaktır.
4.Orta okul ve Lise Öğrencilerinin Eğitim ve Öğretimi Üzerine Etkileri
Yukarıda değindiğimiz üzere, Ignorantia legis neminem excusat ilkesinin hukukumuzda da derin bir şekilde tezahür ettiği 5237, 4721 ve 6098 sayılı yasalar başta olmak üzere çeşitli mevzuattan anlaşılmaktadır. Hâlbuki, animus nocendi[XVI] ilkesince ve paralel ancak ufak ayrılıklar olan actus non facit reum nisi mens sit rea[XVII] ilkesince kanunu bilmemenin mazeret sayılmaması hakkaniyete ulaşmayı engellemektedir. Mens rea ilkesinin uygulanmasını özetle In R. v Klundert kararında görmek mümkündür. Dr. Klundert’ın vergi kaçakçılığı suçundan dolayı ceza aldığı davada, Ontario temyiz mercii, “ilgili madde çok karmaşık bir kanuna ait olup …, ortalama bir kişinin bu konuda mali müşavirlerin tavsiyeleri ile hareket edeceği … kanunun farklı şekillerde yorumlanabileceği … kişilerin meşru yollardan vergilerini en aza indirmesinin normal olduğu; bu cihetle, kişinin hata ya da kanunu bilmemesinden kaynaklanan yasal veya fiili bir hatasından dolayı cezalandırılmasına yer olmadığına”[15] karar vermiştir.
Hemen her ülkede olduğu üzere, Türkiye’de de belli bir yaştan sonra (18 yaşını doldurmuş olmak) 5237 sayılı kanunda belirlenen cezalar matuf kanunda belirtilen oranlardan yaş ile ilgili indirim olmaksızın, belli yaşlar arasındaki çocuklarda (15 yaşını doldurmuş, 18 yaşını doldurmamış) istisnalar hariç,[XVIII] hapis süresi 12 yılı geçmemek kaydı ile 1/3 oranında indirim ile uygulanır. Bu iki gruptan bahseden 5237 sayılı kanunun 31. maddesi, animus nocendi ilkesine dair özel bir uygulamadan bahsetmezken, aynı kanunun 4. maddesi açıkça Ignorantia legis neminem excusat ilkesine yer vermiştir.[XIX] Ancak, daha küçük çocuklar (12 yaşını doldurmuş 15 yaşını doldurmamış) ile ilgili düzenleme yapan 31. maddenin 2. fıkrası, animus nocendi ilkesine epey benzer olan şartlar koymuş, bu şartların olmadığı durumlarda cezai sorumluluk olmadığını, şartlar oluşmuşsa süreli cezalarda 7 yıldan, diğer cezalarda 15 yıldan fazla ceza verilemeyeceğini belirtmiştir.[XX] Bununla birlikte, 12 yaşını doldurmamış çocuklara, bir ceza verilemeyecek, 5395 sayılı kanundaki güvenlik tedbirleri uygulanabilecektir. Bu husus başlıca bir inceleme konusu olmakla birlikte, bu makalede sadece Ignorantia legis neminem excusat ilkesinin uygulanabilmesi için gerekli konuya değinilecektir.
Rousseau, Emile eserinde “Çocukluğun kendine has bir görme, düşünme ve hissetme şekli vardır ve onların yolları yerine bizimkini koymaya çalışmaktan daha budalaca bir şey olamaz” demiştir.[16] Buna karşın, 5237 sayılı kanunda 12 yaş ve üzeri çocukları cezalandıran bir sistemde, hatta daha da geniş bir perspektiften incelenecek olursa, hem 25 yaşına kadar olan bireylerin cezalandırılabildiği[XXI] hem de bütün bireylerin In R. v Klundert kararının aksine türlü yaptırımlara tâbi olduğu bir ülkede; bireylere tâbi olduğu kanunları öğretmek kimin vazifesidir? Üniversiteye giriş sınavında dahi, müfredatta olmayan bir konudan sorumlu olunmuyorken, kişinin temel hak ve hürriyetlerine fahiş kısıtlama getiren cezai ve/veya hukuki yaptırımlar konusunda, bireylere öğretim verilmemesi -kanıksanmış olsa da- hem eğitim hem de adalet sistemindeki bir eksikliktir. Bu eğitimin verilmemesi sadece 18 yahut 25 yaş altı kişilerce değil, hiçbir bireyin ömrü boyunca bu bilgileri öğrenememesine sebep olmaktadır.
Zira Ignorantia legis neminem excusat ilkesinin kökeni incelendiğinde, uygulanmaya başlandığı dönemlerde çok az kaideler bu ilkeye tâbi iken, günümüzde bu ilkenin kapsamı hızla ve katlanarak artmaktadır. Günümüzde hâlâ leges instiuuntur cum promulgantur[XXII] ilkesinin, ortalama vatandaşın okumadığı “Resmî Gazete” ile yayınlandığında bağlayıcı olduğuna inanmak, afakidir. Özellikle 12-18 yaş arasında çocukların Resmî Gazete okuduğunu sanmak, Rousseau’nun deyimiyle, “10 yaşında bir çocuğun 1,5 metre olabileceğine inanmaktır.”[17]
Akademi’nin bu noktadaki işlevi, T.C. Millî Eğitim Bakanlığı (“MEB”) ile ortaklaşa hazırlanacak bir müfredat çerçevesinde; 12 yaşına girmeden önce -tercihen 5. sınıftan başlayarak- öğrencilere hukuk eğitimi verilmesinin sağlanması olmalıdır. Pedagojik ilkeler doğrultusunda hazırlanacak dersler, her yaş grubundaki öğrencilerin anlayabileceği ve kavrayabileceği şekilde hazırlanmalı; görüşümüzce, teorik kısım kısa tutularak uygulamaya olabildiğince fazla zaman ayrılmalıdır. Derslerin hibrit olarak verilmesinin uygun olacaktır. Hibrit ile kastedilen, Akademi’nin uzaktan ve çevrimiçi ders vermesi, sınıfta ise rehber öğretmenin bulunmasıdır.[XXIII] Akademi tarafından verilecek eğitim sayesinde, şu andaki ve gelecekteki kuşaklar hem haklarını hem de yükümlülüklerini öğrenebilme fırsatı yakalayacak, böylelikle öğretilmeyen kanunu bilmedikleri için cezalandırılmaları söz konusu olmayacaktır. İstenilirse bu ücretsiz derslere ek olarak çeşitli ve isteğe bağlı sertifika programları verilerek, Akademi için ayrıca bir bütçe artısı da yaratılabilecektir.
C.SON SÖZ
Her bir alt başlığı birer monografi konusu olabilecek sorunlar olan, ÖSYM ölçme ve yerleştirme problemi, avukat hâkim savcı eşitsizliği, genç yaşta özellikle hâkim, akabinde de avukat ve savcı olunabilmesi, avukat sayısının kontrolsüz artışı, buna karşın eşit konumdaki savcıların (ayrıca hâkimlerin) sayılarının kontrollü artması, avukatlığın torba meslek haline gelmesi, avukat ve hâkim ile savcı sayısındaki orantısız sayıdan kaynaklanan sorunlar ve 12-18 yaş arasına ceza verilebilmesi ile kanunu bilmemenin mazeret sayılmaması hususlarının incelendiği makalede, TBB çatısı altında kurulabilecek bir Akademi’den bahsedilmiştir.
Mevzubahis Akademi, bahsedildiği üzere orta okul öğrencilerinden başlamak suretiyle halkın tamamının hukuki konularda bilinçlenmesini sağlamak gibi bugüne değin yapılmamış ve bu sebeple temel hak ve hürriyetlerin belki de sebebi dahi bilinmeden kısıtlanmasına yol açan sorunları engelleyecektir. Akademi ayrıca, çoğu hem avukatlığa hem de genel olarak hukukun pratik alanlarına dair yeterli bilgi sahibi olamadan mezun olan ve sayıları hızlanarak artan HF öğrencilerinin, mezun olana kadar belirli bir seviyeye gelmeleri konusunda yeknesak bir eğitim verecek, eğitimde fırsat eşitliğini sağlayacak, uzmanlaşmak isteyen öğrencilere bu konuda olanak sağlayacaktır. Asli görevlerinden biri “Staj Eğitimi” olan baroların, stajyerleri eğitmeleri konusunda yaşanan sorunlar Akademi sayesinde büyük ölçüde çözümlenecek, her stajyer mümkün olan en kaliteli staj eğitimini alacaktır. Avukatlık hayatı boyunca kişiler, gönüllü ya da zorunlu SHE[18] eğitimi alarak meslek içi eğitimlerini sürekli geliştirme ve bilgilerini güncelleme fırsatları bulabilecektir. Önü alınamadan çoğalan, hiçbir kritere tâbi olmayan sözde uzmanlık, sertifika, yeterlilik vb. eğitimler, alanında uzman kişiler tarafından verilecektir. Asli amacı kâr elde etmek olmayan, hukukçu adaylarına, stajyer avukat ve avukatlara uygun fiyatlara eğitim verecek olan Akademi,[XXIV] elde edeceği toplu gelirler sayesinde zarar etmeyip kâr elde edebileceği gibi, bireylerin hukuk bilmeyen adalet tüccarları tarafından ekonomik açıdan zarara uğramasını ya da daha kötüsü, hukuk eğitiminden mahrum kalmalarını da engelleyecektir.