Yeni
Ana Sayfa » Hukukbook » İstanbul Barosu Başkan Adayı Çiğdem Koç ile röportaj

İstanbul Barosu Başkan Adayı Çiğdem Koç ile röportaj

İstanbul Barosu Başkan Adayı Çiğdem Koç ile röportaj

İstanbul Barosu seçimlerinde bireysel olarak baro başkanlığına adaylığını açıklayan Avukat Çiğdem Koç ile bir röportaj gerçekleştirdik.

Hukuk Ansiklopedisinin diğer baro başkan adayları ile röportajları devam edecektir.

Avukat Çiğdem Koç Bursa Barosunda
Hukukbook: Sayın Çiğdem Koç, İstanbul Barosu başkanlığına neden aday oldunuz?

Avukat Çiğdem Koç : Uzun zamandır devam eden bir mesleki rahatsızlık halinin en şiddetli nöbeti esnasında diyebiliriz. Demokrat Yargı Eş Başkanı-Yargıç Orhan Gazi Ertekin’in, ”Yargı Meselesi Hallolundu” kitabında şöyle bir cümle var;” Kesin olarak kaybedeceğini bilerek büyük güçler karşısında durmak,bir tür direnme hakkı alanı yaratmaktır. Bir korsan gösteri düzenlemektir.” Benim “Adayım ben de” diyerek ortaya çıkmam, aslında burada anlatılan “direnme alanı/isyan alanı” yaratmak kaygısıdır aslında. Korsan gösteri düzenliyorum ve bunu bir avukat olarak en doğal hakkımı kullanarak yapıyorum.

Hukukbook: Baro’da neleri eksikleri gördünüz de aday olmaya karar verdiniz?

Avukat Çiğdem Koç: Soru kısa,ama cevabı çok uzun aslında… Avukatın meslek örgütünün, baro siyasetinin düştüğü tuzaktan çıkması gerektiğini düşünüyorum diyelim öncelikle. Ama aslında sorun çok daha derin, çok daha hayati. Barolar, yargının üç kurucu unsurundan biri dediğimiz avukatın meslek örgütü. İyi de, ortada bir yargı var mı acaba? Yok… Olmayan bir şeyin parçası olmak da, aslında yoklukla eş anlamlı sayılır. Burada, son zamanlarda sürekli baş vurduğum, Spinoza’nın bir sözünü hatırlayalım hemen; ”Köpek kavramı havlamaz” der ya hani, var olan kavramların gerçeklikle ilişkisini pek güzel tarifler. Sadece kavramlar üzerinden kurduğumuz bir dünya var; yargı adına söylüyorum ve bu dünya gerçek değil. Gerçek olan ise, bir yargı sisteminin kurulması adına mücadele etmektir. Eğer, bu sanal gerçeklikten ve düzenden memnunsanız, aynı düzenin devamını sağlayarak ve o düzenin parçası olarak kalarak pekala yolunuza devam edebilirsiniz. Ancak o yol hiç bir yere çıkmaz. İstanbul Barosu gibi dünyanın en kalabalık barosunun asıl işlevi öncelikle bu düzene dair tüm ezberleri silip atmak ve yerinde gerçek anlamda bir yargının kurulmasına karargah olmaktır. Fakat, görünen o ki, baro siyasetinin böyle bir derdi yok, çünkü böyle bir teşhisi yok. Benim adaylığım, bunu dile getirmek ve gerekli olan bir kaos ise eğer, bu kaosu çıkarmak adına hedef olmayı göze almak bir anlamda. Yoksa,henüz delirmedim.

Hukukbook: İstanbul Barosu tarihinde örnek aldığınız ve takdir ettiğiniz en büyük başkan kimdir?

Avukat Çiğdem Koç: İsimler üzerinden gidersek, tek bir bir isim vermeyi doğru bulmam açıkçası. Her başkan, kendi döneminin koşulları, düşünce biçimi ve kapasitesi oranında elinden geleni yapmıştır. Niyet sorgulamayı çok doğru bulmadığımdan hiçbirinin niyetini sorgulamam; o nedenle bu kadarla yetineyim.

Hukukbook: İstanbul Barosunun mevcut yönetiminin yaptığı icraatlardan hangilerini doğru buluyorsunuz?

Avukat Çiğdem Koç: Vardır elbette yaptıkları bir çok şey, ama az önce söylediğim gibi, bu düzenin bir parçası olarak yapılanlar ya da aslında kim olursa olsun zaten yapılacak olanlar çok fazla bir hareket alanı yaratmıyor. Fark yok, mesele orada. Yoksa, gayet de iyi niyetli olduklarından kuşkum yok, niyet sorgulamak mesleki bir nezaketsizliktir.

Hukukbook: İstanbul Barosunun neden yapmadığını sorguladığınız işler var mı? Görevi olduğu halde Baro hangi işleri yapmamakta, kötü yapmakta, eksik yapmakta yada yetersiz kalmaktadır? Yapması gerekip de yapmadığı, kötü yada eksik yaptığı işler olduğunu düşünüyorsanız kategoriler halinde sıralar mısınız?

Avukat Çiğdem Koç: Aslında söyledim kendimce meselenin özünü. Ama ille de net örnekler isterseniz; tutuklu avukatlarla ilgili, toplumsal olay ve davalarla ilgili tavırlarını işlevsiz buluyorum. Hatta, galiba bir tavırları da yok. Yani, bir gün duruşmaya gelip, ”ben geldim” demekle görevlerini yerine getirmiş olmuyorlar. Mesela, Kemal Uçar’ın duruşmasında yoktular, Lale Beşe tutuklandı, yoktular; cezaevi süreçlerinde yoklar. Selçuk Kozağaçlı ve HHB avukatları yeniden tutuklanırken işkence gördüler. Polis, cübbeleri üzerinde olan avukatları sürükleyerek çıkardı salondan, Selçuk avukatsız tutuklandı hatta, yoktular. Kim vardı? Hakkını teslim etmek isterim, Mahmut Tanal vardı. Ve biz sayı olarak çok azdık, direnmek mümkün değildi şiddete karşı.

Benim için çok önemli bir mesele; Tahir Elçi’nin öldürülmesinden sonraki süreçte yoklardı ve yoklar hala. İstanbul Barosu Başkanı ve yönetimi, çoktan ilgili başsavcının kapısına dayanmış ve sürekli bu dosyayı gündemde tutmaya çaba gösteren Diyarbakır Barosunun yanında saf tutmuş olmalıydı. Bakın, saydığım avukatların hepsi başka dünya görüşlerinden, başka başka geleneklerden; yani hepsine aynı mesafede kalarak, cübbesinden haksızlığa uğrayan herkese aynı tepkiyle siper olarak, bu pek bayılınan “siyasallaşmama” hikayesine de uydururlardı durumu. Ki bu arada, Irak’daki referandumu oldukça dert edindiler, ya da kendilerince uygun gördükleri bazı davaları çok sahiplendiler. O da tamam, ama madem öncelik avukatlar; o zaman ben haklıyım; ”Neredesiniz?” diye sormakta.

Avukat Çiğdem Koç, Bursa Barosu’nun, 3 Temmuz 1979 tarihinde öldürülen Av. Cengiz Göral anısına düzenlediği makale yarışmasında ikinci olmuştur.

Bir başka örnek; avukatın adliyede giremediği koridorlar var. Savcıyı geçin, kalemine bile ulaşamıyorsunuz. Yüzünü görmediğimiz, neye benzediğini bilmediğimiz savcılar ve o girilemeyen koridorların önünde “Savcı Bey, avukatlarla görüşmüyor” diyen görevliler var. Utanç vericidir bu durum, çok net söyleyeyim. Cezaevleri mesela, avukatın onuruyla oynanan bir arama sistemi var orada, hele ki kadın avukatlar için. Balensiz sütyen giymek zorunda değilim, her yerimi de elletmek zorunda değilim. Hele ki, hafta sonları kadın memurun olmaması gerekçesiyle, kapının önündeki kabinde soyunmam ve sütyenimi bir şeye sarıp, cihazdan geçirmem isteniyorsa bu da utanç vericidir ama utancı benim utancım değildir. Ben kadın avukatım, hafta sonu görüşe gidiyorum, memelerim var ve sütyen giyiyorum, veee “cezaevi sütyeni” gibi bir saçmalığın bana dayatılmasını kabul etmiyorum. Bakın, 15 Temmuz’dan sonra başlayan bir OHAL süreci yaşadık. Bu darbe dosyalarında savunma hakkı ve adil yargılanma için mücadele eden avukatlar duruşmalarda fiziksel saldırılara varan olaylar yaşadılar. Bizzat yaşadım ben en vahimlerini. Her yerde “adalet” söylemlerini eksik etmeyenler, ”mesleki dayanışma” nutukları atanlar, konu biraz sıkıntılı olunca yok oldular. Yoktu barolar, avukat hakları merkezleri… Baro,buralarda benim yanımda olmayacaksa, zaten yok demektir. Senede bir dağıtılan ve pek de özelliği olmayan bir ajanda var sadece, şahsen kullanmadığım… Dediğim gibi, cevabı uzun ve aslında herkesin bir kıyısından yaşadığı, ama çoğu avukatın umudunu kestiği için barolardan dile getiremediği bir çok şeyi içeren bir soru bu aslında, cevabı da kendi içinde bir soru yani.

Hukukbook:  Sayın Koç, “Avukat” denildiğinde aklınıza ne geliyor? Avukat kavramına yüklediğiniz anlam nedir?

Avukat Çiğdem Koç: Bir gün yazmıştım “avukat” sözcüğünün benim için ne anlama geldiğini. Ondan daha iyi bir yanıt veremem galiba. O yazıyı yazarken düşünmemişim, dertleşmişim aslında yazmak eylemini aracı kılarak… Şimdi siz sorunca, yani düşünmem gerekince o kadar da kolay tanımlayamayacağımı anladım. Avukat sözcüğünün ve dolayısıyla mesleğin tanımı ve ona yüklediğiniz anlam zamana göre değişiyor. Şu koşullarda, o kayanın yeniden yuvarlanacağını bile bile her defasında tepeye taşımaktan artık zevk almaya başlayan bir Sisifos diyebilirim mesela. Ya da,her gün bir kez ölüp, yine her gün bir kez dirilen Prometheus… Ama sonuçta, her gün yeniden sınanan bir inancın mücadelesi. Bir başka açıyla da, bütün bu kahramanların ortak noktası; bir inancın cezalandırılması halinin artık zevke ve bir başka kutsal davaya evrilip, cezalandıranı bıktıran bir ceza hali olması. Şahsen kendimi Wonderwoman gibi hissettiğim zamanlar olduğunu da gizlice itiraf edeyim. Böyle bir şey avukatlık benim için. Ama her koşulda, haksızlıkla mücadele etmek konusunda silahlanmış olduğumu hissediyorum. Romantik bir yaklaşım mı? Evet. Ama unutmayın,dünyayı romantikler değiştirmiştir.

Selçuk Kozağaçlı ile
Hukukbook: Size göre Baro nedir? Misyonu ne olmalıdır? Başkan olmanız halinde Baro’ya hangi misyonu biçmektesiniz?

Avukat Çiğdem Koç: Şu anki baro, pek benim keyifle anlatmak isteyeceğim bir şey değildir; o kesin. Ama, fikir anlamında baro çok önemli bir güç dengesi merkezidir. Örgütlü olmanın getirdiği gücü,güç dengelerinde ve bu dengelerinden biri olan yargı alanında bir merkez haline getirmektir bence baronun misyonu. Az önce bir vesile ile söyledim; bir karargah görevi görmelidir, yargı tartışmaları ve yargının tesisi adına yapılacak eylemsel müdahalelerde. Hak mücadelesi alanında tartışmasız taraf olmaktır. Ve baro, meslektaşlarımızla barışacak tabi ki, öncelikli derdimiz o. Avukatlar, kısmen haklı olarak baroya güvenmiyor, ilgilenmiyor ya da baro meselesiyle. Kısmen haksızlar, duyarlılık göstermekle değiştirebilirsiniz çünkü bazı şeyleri. Bu durum bir kısır döngü halini almış durumda. Avukat-Baro ilişkisini bir yerli dizi aşkı kıvamından kurtarmak lazım herhalde. Yani, asıl misyonunu da bu şekilde var edecek artık; meslek örgütü olacak ve bu temel üstüne kuracak az önce söylediğim her şeyi.

Hukukbook: İstanbul Barosu yönetimine geldiğinizde hiçbir kanun ve yönetmelik değişikliği olmaksızın derhal değiştireceğiniz somut politikalar nelerdir?

Kanun ve yönetmelik değişikliğinden daha zor bir şey için “adayım” dedim ben; ”zihin değişikliği” için!

Hukukbook: Adaylık sürecinde vaat edip de Baro yönetimine geldiğinizde mevzuat değişikliği gerektiren işler nelerdir? Bunun için hangi yolları izleyeceksiniz?

Mevzuat değişikliği derken? “Bunu yaparım” diye garanti veren aday varsa bu ülke koşullarında, medeni cesareti yüzünden ona oy vereceğim!

Hukukbook: Baro’nun komisyon ve merkezlerine hangi rolleri biçiyorsunuz? Komisyon ve merkezleri yeterli buluyor musunuz?

Avukat Çiğdem Koç: Komisyon ve merkezler elbette çok önemli. Klişeye düşmeden nasıl söyleyeyim bilemedim ama öyle yani. Hem toplumsal alana inebilmek hem de meslektaşları baroyla kaynaştırmak,kendilerini baronun bir parçası kabul etmelerini sağlamak açısından. Açıkçası, bugün İstanbul Barosu komisyon ve merkezlerine seçilen meslektaşlarımızı hangi kriterlere göre ve kimler tarafından atanıyor yada seçiliyor, bilmiyorum ve bu durumun şeffaf olmaması nedeniyle tepkiler geldiğinden de haberdarım. Öncelikle, bu seçimlerin ve yerleştirmelerin çok açıklıkla yapılması lazım. Ve elbette, hem baro bünyesindeki kurul ve komisyonlarda görev alacakların, hem TBB ‘deki komisyon ve kurullarda baroyu temsil edeceklerin ilgi alanlarında özveri göstermek adına, bu işin gönüllülük esasıyla yapıldığı dikkate alınarak belirlenmesi lazım. Aksi halde, bu iş de bir reklam ve oy yatırımı haline gelir. En basitinden, TBB delegelerini düşünün. Kaç İstanbul Barosu delegesi, geçtiğimiz dönem herhangi bir ilginçlik yaptı mesela? Delege,sadece genel kurulda oy veren bir sayı değildir ki. Böyle olursa birilerinin oy kasası olur. Bütün komisyonlarda, gerçekten özveri ile çalışan ve bir fark yaratmaya çalışan meslektaşlarım var, onları tenzih ederim. Ama ondan ötesi, işte o sanal gerçeklik hali.

Hukukbook: Baro, sizce üyelerine ve kamuoyuna karşı şeffaf mı?

Avukat Çiğdem Koç: Bilmem ki…

Hukukbook: Baroda çoğulcu bir yönetim için somut önerileriniz nelerdir?

Avukat Çiğdem Koç: Çoğulcu yönetimden kastımız nedir, önce onu açmak gerekir. Ortada gerçek anlamda bir seçim var mı ki, bir de çoğulcu yönetimden bahsedelim. Zaten bence, bu çoğulculuk meselesi de artık pratik anlamda varlığını yitirmiş bir mesele. Bakın baro yönetimine aday grupların ön seçim meselesi yüzünden yaşadıklarına. Benim açımdan söylenecek çok şey yok yani bu anlamda. Önce baro kendini bulsun, gerçekten baro olsun; bunları o zaman konuşuruz belki. O da sıra gelirse.

Hukukbook : Baro başkanlık seçimlerinin demokratik olduğunu söyleyebilir misiniz ?

Avukat Çiğdem Koç: Siz söyleyebilir misiniz? Demokrasi ve seçim nedir, bu arada onu da konuşmak lazım belki de. Yine Orhan Gazi Ertekin’e başvuracağım bu bahiste, bu arada kendisine çok borçlandım, telif anlamında. Ancak, yeri gelmişken bir şey söylemek isterim. Bizim bir hukuk entelektüeli çölünde yaşadığımız düşünülürse, Orhan Gazi Ertekin, işte bu çöldeki vahalardan biridir bence. Sadece kürsüde “yargıç” değildir, hukuk meselesine dair sözünün altını doldurmuş, ciddi anlamda üretmiş, benim her alanda çok başvurduğum, çok şey öğrendiğim ve hala öğrenmeye devam ettiğim bir hukuk insanıdır. Onun gibi meslektaşlarımızı ki sayıları dediğim gibi çok az; ciddi anlamda korumalıyız ve canına okuyana kadar da faydalanmalıyız. Bunu söylemek istedim. Bir yazısında “Hakim güçler kendilerini sadece seçtirirler. Ama seçilmezler. Seçmen seçmez, seçmene seçtirilir” diye yazmıştı.

Şu gelinen noktada, küçük küçük egemen odaklar, yani “hakim güçler” var baro seçimlerinde. Ciddi paralar harcanıyor; kokteyller, tanıtım toplantıları, afişler, görsel propaganda malzemeleri vesaire… Bu güç alanında aynı kurallarla oynamıyor ya da oynayamıyorsanız zaten ortada bir demokrasiden söz edilemez, seçilmeye aday olurken dahi bir eşitsizlik var demektir. Ayrıca, ön seçim süreçleri malum; bir gruba dahilseniz bile çok fazla söz hakkınız olduğu söylenemez. Ki bunu ben söylemiyorum,aynı grup içinden bu sebeplerle ayrılıp başka gruplar oluşturanların haklı serzenişleri bunlar. Siz, sadece oy verecekseniz, yani seçmenseniz; durumun getirdiği verilerle birisinin kendini seçtirmesine araç oluyorsunuz. Bu kadar aslında mesele.

Hukukbook : Sizce baro başkan adaylarının hangi niteliklere sahip olması lazım.

Avukat Çiğdem Koç: Haddim değil bu soruya yanıt vermek. Ama, artık bir kadın başkan iyi olur!

Hukukbook: Baro’nun basılı yayınlarını ve network ağını yeterli buluyor musunuz?  Sosyal medya yeterli kullanılıyor mu?

Avukat Çiğdem Koç: Çok ilgilenmiyorum desem yeridir. Çok ilgimi çekecek bir şey olduğunu da hatırlamıyorum açıkçası bu anlamda. Ama bu benim eksikliğim olarak geçsin kayıtlara. Emek verenlere haksızlık etmeyelim en azından. Baro demek, sadece başkan ve yönetim demek değil. Girişteki güvenliğe kadar her bir emekçinin hakkı var o baroda. Yayınla ilgilenen, internet sitesi ile ilgilenenlere haksızlık etmeyeyim.

Hukukbook: Baronun son 20 yılında en başarılı başkan hangisidir? Baro son 20 yılda hangi politikaları uygulasaydı avukatların mesleki poziyonları daha güçlü olurdu?

Avukat Çiğdem Koç: Yukarıda söylediğimi söyleyecek ve bu sorudan kaçacağım direkt. Kişiler önemli değildir çünkü. Ayrıca, aynı sistemin sunduğu her şey aynıdır üç aşağı beş yukarı, buna kişiler de dahil. Ama, tekrar ediyorum; niyet sorgulamam.

Hukukbook: Ülkemizde, kurumsal olarak yargının en büyük 5 problemi nedir? Çözüm önerileriniz ve yönetime seçilmeniz halinde hareket tarzınız ne olacaktır?

Avukat Çiğdem Koç: İşte bana bu soruyla gelin. Aslında hep söylüyorum, yazıyorum ve hatta kabak tadı bile vermiş olabilirim ve az önce de bir kaç kez değindim sanıyorum. Yargının ilk problemi var olmamasıdır. Adına yargı dediğimiz, ama aslında “hukuki devlet teşebbüsü” haline gelmiş bir adliye teşkilatı var sadece. Aradığımız şey adalet ise eğer, o şeyi buralarda bulamadığımız ortada. Yargı, bir erk; evet ama Althusser, Montesquieu’yü fena dövmüştür bu anlamda; çok bayıldığımız bir sloganın öznesi olan şey de değil. ”İktidardaki güçler dengesi” der ya Althusser; yargı aslında bir güç dengesidir, öyle bir pratiktir  en azından. Selçuk olsa, buradan Pasukanis’e uzanırdı muhtemelen, ama ben Althusser’de kalmayı tercih ederim… Şimdi, konu konuyu açıyor; az önceki gibi madem yeri geldi; Selçuk Kozağaçlı’ya da bir selam göndermek isterim. Dostluğu ayrı, meslektaşı olmak ayrı gurur vericidir ve o içerideyken konuştuğumuz her şey bir anlamda boştur ya gerçi. Tıpkı, Tahir Başkan yoksa, insanlar daha çok acı çekiyorlardır bir yerlerde ve bir yerlerde faili meçhul olmak şimdi daha da yakındır herkese. Selçuk, bambaşka bir avukatlık pratiğini onuruyla yapan, bu mesleğin yüz akı bir avukattır. Onun özgürlüğü, hepimizin özgürlüğüdür.

Nerede kalmıştık, güçler dengesi! Bizdeki duruma bakın, zaten anlarsınız. Hepimizin, renkleri azıcık farklı cübbelerimizi giyip katıldığımız bir maskeli balo aslında günümüzde yargı dediğimiz şey. Önce, bu ülkede yargı/sızlık tarihini araştırmak, politik gerçekçilikten uzaklaşarak ucuz Machiavelli taklitlerini bir kenara bırakarak, bu meseleyi çözmek, eteğimizdeki taşları dökmek ve en önemlisi de hesaplaşmak zorundayız. Hadi, elimizdeki kadarıyla yargıdan ve sorunlarından bahsedelim.

Hukukbook: Hangi sorunlardan bahsediyorsunuz? 

Avukat Çiğdem Koç: Yargı fazlasıyla erkek mesela; ruhu da, dili de erkek. Yargının ciddi ciddi bir kadın hareketine, toplumsal cinsiyet farkındalığına ihtiyacı var. Kendi içinde cinsiyetçi bir yargıdan, toplumsal cinsiyet eşitliği anlamında adalet beklemek herhalde saflık olur.

Ve siyasallaşmamak! Doğru duydunuz; bence yargının sorunu siyasallaşmamak. ”Yargı siyasallaştı” söylemi, aslında “yargı iktidarın emrine girdi” anlamında kullanılıyor sanırım ve umarım. Çünkü, yargının siyasallaşması değil,siyasallaşmaması bu sonucu yaratır. Kendi içinde politik bir bilinç, politik bir örgütlenme ve buna bağlı bir kamuoyu denetlenmesine açıklık hali yaratamayan yargı çok tehlikelidir; çünkü kimliksiz ve öz güvensizdir ve her gelen iktidarın rüzgarına kapılıp gider. Giderek siyasallaşsan ve örgütlenen, kendini kamunun denetimine açan, şeffaflaşan ve bu nedenle her tarafa eşit hareket olanağı tanıyan bir yargı, zaten giderek bu siyasallaşma meselesinden uzaklaşacaktır; çünkü bu anlamda bir mücadeleye gerek kalmayacaktır. Aksi halde, her gelen iktidar kendi gücünü yargı üstünde sağlama almaya kalkar ve yargı siyasallaşmasın derken siyaset hukuksallaşır ve makus kaderimiz kendini yeniler durur.

Bir vesile ile yazmıştım; ABD’nin bazı güney eyaletlerinde, silahı göstermeden taşımak suç; görecek insanlar sizde silah olduğunu ve ona göre davranacak. Yani, yargıda mesele şeffaf olmak, benzetmeye uyarlarsak konuyu. Ben ateistim ve yargılanıyorum diyelim ya da vekil sıfatı ile oradayım. Kürsüde türbanlı bir hakim benim için netliktir. Peki ya peruk takıyorsa ve aslında türbanlıysa? Basitçe böyle anlatabilirim şeffaflık meselesini. Bu noktada güçlü yargı örgütlenmelerinin varlığı, yargıçların mesleki güvencelerini de bir standarda taşır. Yargının siyasallaşması meselesi üzerinde çok konuşulacak bir konu ve konuşulmalı da. Doğru anlaşılması için bu gerekli en azından.

Sadece yargının değil, toplumun en büyük sorunu da iki yüzlülüktür nihayetinde. Ergenekon, Balyoz gibi davalardaki hukuksuzlukları, kumpasları konuşurken; KCK davasını, ÇHD davasını yok saymak, 15 Temmuz Darbe dosyalarındaki hukuksuzluklar hakkında, savunma hakkı ihlalleri hakkında sus pus olmak çok bariz iki yüzlülüktür mesela. Konu Kürtlerin yaşadığı insan hakkı ihlalleri olduğunda nerede bazıları? Tıpkı, Özgecan cinayetinde gösterilen dayanışmanın, pavyonda çalışan Nuran Dutlu ya da trans kadın Hande Kader cinayetlerinde gösterilmeyişi gibi.

Hukukbook: Sorumuz kurumsal sorunları içeriyordu. 

Avukat Çiğdem Koç: İnsan haklarını, toplumsal cinsiyet haklarını ötekileştiremezsiniz. Kendinizden olmayanın uğradığı işkenceyi, haksızlığı, hukuksuzluğu yok sayamazsınız. Kendinizce “teröristler”, ”vatan hainleri” belirleyip, açıktan ya da susarak zulme ortak olamazsınız. O zaman zalimden farkınız kalmaz, hatta zalim açık açık yaptığı ve aslında kendisine uygun davrandığı için sizden daha haklıdır. Bütün bu ötekileştirmelerde bir biçimde rol alıp sonra “adalet, hukuk devleti bilmem ne derseniz, iki yüzlü ve sahtesiniz demektir. Düşman ceza hukukunu uygulayandan çok daha suçludur buna susarak ortak olan. Artık her hücremize sinmiş sahtelikten, iki yüzlülükten kurtulmadıkça, adalet diye salya sümük ağlayıp durur herkes.

Hakim ve savcıların özlük haklarına dair, hayatlarına, ailelerinin hayatlarına dair hatta kararların Demokles’in kılıcı gibi tepelerinde sallandığı, hiç bir güvencelerinin olmadığı, avukatların çoğunun ofis kiralarını ödeyemediği, alenen geçinemediği ama bir avukat tekelinin, sermayenin başında oturduğu ve bunun yokmuş gibi davranıldığı akademisyenlerin ya soruşturulduğu,yargılandığı ya da istifa etmek zorunda bırakıldığı  bir ortamda yargının sorunlarının neresinden tutalım acaba?

Şimdi,”kurumsal olarak sorunlarını sormuştuk” diyebilirsiniz, ama bunları halletmedikçe, en azından tartışmadıkça meseleyi kurumsal olarak ele almak, mevcut düzenin devamını meşrulaştırmaktan başka işe yaramaz. Yoksa, HSK’dan başlarsınız, dilediğiniz yere kadar gidersiniz. Fakat, ne kadar gerçekçi olur, ne işe yarar? Ne kadar bilgili ve ilgili olduğumu göstermek için anlatayım uzun uzun, benim ne işime yarar? Koskoca bir toplum sahte kavramlarla gelecek çoğaltmaya, demokrasi çoğaltmaya, adalet çoğaltmaya çalışıyoruz. Olmaz, hiç olmadı. Bu güne gelene kadar yaşadıklarımız da bunu bize anlatmıyorsa ne anlatır onu bilmiyorum. Bilen buyursun anlatsın.

Hukukbook: Avukat sayısı çok mu yoksa yetersiz mi?  Avukat sayısından sıkça şikayet ediliyor, sizin bu konudaki anlayışınız nedir?

Avukat Çiğdem Koç: Avukat sayısı fazla değil, hukuk fakültesi mezunu olup ruhsat alan sayısı fazla. Çünkü, öyle bir noktaya geldik ki her ruhsatı olan avukat değil maalesef. Bu konuda, aklı başında her avukat gibi düşünüyorum, enteresan bir yanıtım yok. Hukuk Fakültelerinin sayısı azalacak, eğitim kalitesi düzelecek ve avukatlık sınavı yapılacak. Burada önemli bir husus var yalnız, avukatlık sınavını Adalet Bakanlığı yapmayacak. Konuyla direkt ilgisini kurabiliriz diye düşünüyorum; avukatlık kalitesini arttırmanın bir yolu da, avukatlık kültürü yaratmaktan geçiyor. Burada da Senih Özay’a selam gönderelim; onun gibi avukatlık yaşamlarını tarihe not düşerek ve çok farklı izler bırakarak bu mesleği yapan avukatlardan yararlanmak lazım. Geçmişimizi, avukatlığın dönüm noktalarını, toplumsal ve tarihsel süreçlerde yaşananları öğrenmek, değerlendirmek lazım. Genç avukatları, stajyer avukatları bu deneyimlerin içinden geçirmek çok kıymetli. Duruşma salonlarında yargıçlara “Efendim” diye hitap etmeyen, kendi eşit konumundan taviz vermeyen, savunma yaparken “izin verirseniz” demeyen avukatlar lazım bize. Müvekkili ile arasındaki para ilişkisinde itibar ayarını yapmayı beceren avukatlar lazım. Evet, ruhsat çok ama avukat ne kadar var?

Tahir Elçi anmasında
Hukukbook: Avukatlık sınavı hakkında yönetime geldiğinizde uygulayacağınız etkin politika nasıl olacaktır?

Avukat Çiğdem Koç: Benim her soruna dair etkin politika anlayışım; eğer eşit bir uzlaşma olanağı yoksa direnişe geçmek şeklindedir. Kimseyi kandırmanın manası da yok, avukatlık sınavı siyasi bir iştir, yani buna siyaset karar verecektir. Bu gün, siyasi düzlemde etkin olabileceğini iddia edenler, eğer iktidara yakın değillerse yalan söylerler. Bu konuda, girişimde bulunmak, ilgili mercilerle belki bıktırana kadar görüşme olanakları yaratmak, kamuoyunu bilgilendirmek ve bir kamuoyu desteği sağlamak, eylem yapmak; tamam. Ama etkin olmak; onun nasıl olacağını, olabileceğini herkes biliyor sanırım.

Hukukbook: Baronun düzenlemiş olduğu etkinlik, toplantı, protesto, eylem ve işlerde avukatların yüksek katılımını sağlamak için neler yapacaksınız?

Avukat Çiğdem Koç: Doğru zamanda,doğru yerde,doğru iş yapacaksınız.Çok basit yani.İş yapacaksınız,konuşmayacaksınız sadece .Ben bunu,”baro ile avukatların barışması gerekir”diyerek yazmıştım,baktım beni takip eden adaylardan biri aynı cümleyi kullanmış,sevindim açıkçası.En azından durumun farkında demek ki.Baro ile avukatı barıştırmanın yolu da karşılıklı güven tesisinden geçer.Cidden atla deve değil yani mesele.Bunun çözümünü bilmek için de ,koridorlarda avukatlık yapmak gerekir tabi.İşin çilesini çekmeyen baroculuk yaparsa sıkıntı büyük.

Hukukbook: Yasa, Anayasa, mevzuat değişikliklerinde baronun rolü ne olmalıdır ?

Avukat Çiğdem Koç: Bu sorunun şaka olduğunu düşünmek isterim. Ortada bir yasama organı kalmamışken hele. Bu topa girmeden, direkt taca atıyorum o nedenle…

Hukukbook: Kentsel dönüşüm, kadın hakları, doğa hakları gibi toplumsal duyarlılığa sahip sorunların çözümünde baronun nasıl bir görevi ve sorumluluğu olduğuna inanıyorsunuz?

Avukat Çiğdem Koç: Kadın hakları yetmez sadece, öncelikle onu söylemeliyim. Bu dünyada LGBTİ’ler var, onların da cinsel kimliklerini özgürce yaşamak, kadın ve erkekler kadar hakları. O nedenle, buna toplumsal cinsiyet hakları demeyi daha uygun buluyorum. Ama bu arada, kadın hakları bir biçimde gündeme gelirken, LGBTİ hakları neredeyse yok sayıldığı için de bu kavram içinde eritilmesini de aynı şekilde yanlış buluyorum. Buna bir denge getirmek gerek.

Aynı şekilde, hayvan haklarının da ayrı bir başlıkta ele alınması lazım. Bunun gibi, ırkçılık, nefret suçları, mülteci ve sığınmacı hakları, çocuk hakları; her birinin ayrı ayrı baronun sorumluluğu olduğunu düşünüyorum. Hem hukuki anlamda, hem de toplumsal görev olarak. Bununla ilgili, özellikle toplumsal cinsiyet meselesi ile ilgili çok önemsediğim bir projem var. Bunu detaylarıyla paylaşacağım; kim hayata geçirmek isterse onun emrine emeğim de dahil bütün projeyi sunacağım. Barolar, birer güç merkezleridir dedim ya hani; toplumsal alanda ne kadar etkin olurlarsa, bu güç o kadar toplumun yararına kullanılabilir. Hannah Arendt’in masa metaforunu düşünün; barolar o masanın başında çok önemli bir pozisyonda oturmalıdırlar. Sorunun sahibini, çözümün sahibi ile bir araya getirmek, bu noktada çözümün uygulanmasını takip etmek, eğitim çalışmaları düzenlemek, STK’lar, diğer meslek kuruluşları ve talep edenler arasında bir köprü olmak, koordinasyonu sağlamak ve bütün bunları yasal bir zeminin üstüne oturtmak baroların elbette sorumluluğudur ve aynı zamanda yetkisidir diye düşünüyorum.

Hukukbook: Avukatların yaşadığı yargısal sorunlarda baronun görevi ve sorumluluğu nedir ?

Avukat Çiğdem Koç: Bunu aslında anlattım, çok da sıkmayalım Hukuk Ansiklopedisi okuyucularını tekrara düşerek. Baro başkanı ve yönetimi 7/24 o cübbeyi giymek için adaydır.O cübbeyi giymek demek de aslında ,öncelikle meslektaşlarının yanında durmak anlamına gelir, imgesel olarak söylüyorum.Tabi yargısal sorun kavramını doğru anlıyorsam.

Hukukbook: Avukatların yaşadığı mali sorunlar hakkında çalışmalarınız var mı bu konuda projeleriniz nelerdir?

Avukat Çiğdem Koç: Bu var ya, çok vahim bir mesele işte. Ama bundan önce başka bir şeyi konuşalım. Yine Orhan Gazi Ertekin’e atıf yapacağım; ”Hukuk bir endüstridir ve bu endüstri sermayesinin başına çökmüş bir avukat tekeli vardır.” der. Bu ciddi bir meseledir, ama bunu kimse konuşmaz nedense. Yüksek yargı ile sıkı fıkı ilişkileri olan, medya ile aynı şekilde ilişkileri olan, bir biçimde iş ve para kaynağının başında duran bir avukat tekelini masaya yatıralım mesela. Reklam yasağını delmenin bin çeşit yolunu bulanları konuşalım. Yoksa, diğer aday gruplarının ne güzel projeleri var.

Anonim Şirketlere avukat zorunluluğu var, tapu işlemlerinde avukat zorunluluğu var. Nasıl hayata geçirebilecekler bilmiyorum ama çok güzel projeler bunlar, haklarını teslim etmek lazım. Ben onlardan daha akıllı ve organize değilim. Ama ben, önceliğin bu musluk nerede, suyu nereden geliyor ve musluğun başında kimler oturuyor kısmını ortaya atarak katkı sunabilirim bu tartışmaya. Ayrıca,toplumsal projelerin hayata geçirilmesi, hem yurt içinde hem de uluslararası proje ortaklıkları kurulması, işverenler, sendikalar, belediyeler ile işbirliği yapılması; hepsi avukatlara yeni iş kaynakları yaratacak çalışmalardır.

Avukat Çiğdem Koç meslektaşları ile Tahir Elçi anmasında

Bir yanıyla toplumsal sorunlara çözüm üretirken, bir yanıyla da meslektaşlarımızın kazanç sağlamasına ve bir de genç meslektaşlarımızın uzmanlık alanlarına yönelmesine yardımcı olur. Ama yine aynı şeyi söyleyeceğim, bazı konularda olmaz vaatler ya da iddialar ileri sürmenin anlamı yok. Genel siyaset ve genel anlamda ülkenin durumu direkt avukatlık mesleğine de yansıdığından bu sorunun çözümü de daha temel sorunların çözümüne bağlıdır. Güvenilir bir yargı kurmak için mücadele etmek ve bunun yollarını aramak gibi.

Hukukbook: Tavsiye niteliğinde düzenlenen asgari ücret tarifesine uyumun sağlanması konusunda ne gibi çalışmalar planlamaktasınız?

Avukat Çiğdem Koç: Bu uyum sağlanamaz bence. Hele ki ülkenin ekonomik koşulları düşünülürse. Bireysel takip yapamazsınız, yapsanız da işe yaramaz. Avukatlar zaten geçim sıkıntısının içinde boğulurken iş kaybetmeyi göze alamazlar, kimse de onlardan bunu bekleme hakkına sahip değildir. Bu kadar çok avukat varken piyasayı bir standarda bağlamak kanımca hayaldir. Bu arada,kendimizle de yüzleşelim madem. 15 Temmuz’un hemen ardından, avukatlar bir çok çekince ile sorgulara dahi girmezken, bazı yerlerde CMK kapatılmışken fahiş rakamlarla, cidden acımasız rakamlarla iş alan avukatlara söz söyleyen oldu mu? Ben duymadım. Sonrasında, rakamlar çok ama çok düşük noktalara çekilince, şimdi mi aklımıza gelecek asgari ücret tarifesi? Hayali şeyler bunlar bence.

Hukukbook: Çalışmalarını örnek aldığınız baro başkanları var mıdır? Varsa bu başkanların hangi çalışmalarının örnek alınması gerektiğini düşünüyorsunuz ?

Avukat Çiğdem Koç: Var elbette,olmaz mı? Bazı baro başkanlarımız gerçekten yürekli işler yapıyorlar. Üstelik hiç bir şahsi kazanç amacı gütmeden, hatta tam tersi, fedakarlıklar yaparak çalışıyorlar. İdeolojik kaygılara düşmeden haksızlıkla mücadele ediyorlar, kendi coğrafyalarının gerçekleri bazen onlara acımasızca ve cahilce saldırdığı halde. Hakları ödenmez yani. Tek tek isim saymaya kalksam,birini unuturum diye korkuyorum açıkçası. Ama gerek komisyon ve merkezlerin çalışmalarında onlara tanıdıkları olanaklar ve özgürlükler, gerek sadece kendi barolarında değil, ülkenin başka başka yerlerindeki meslektaşlarla gösterdikleri dayanışma, toplumsal olaylara dair duyarlılıkları çok kıymetlidir benim için. Büyük baro olmanın, kalabalık baro olmak demek olmadığını her defasında kanıtladılar. Okuyorlarsa kendilerini biliyorlardır dostlar.

Hukukbook: Baronun siyasetle mesafesini kendi üzerine düşen görev ve sorumluluk dengesiyle birlikte yürütebilmesi için ne tür bir çalışma içerisine girmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?

Avukat Çiğdem Koç: Uzun uzun anlattım bu konuyu da. Baronun siyasete mesafeli durması fikrine inanmıyorum. İktidarlarla mesafesini koruması yeterli kanımca. Her türlü iktidarın, hukuku bir baskı aracı, bir sopa olarak görme eğilimin karşısında durması yeter demek daha doğru belki de. Yoksa, dediğim gibi; tam da siyasetin ortasındayız zaten.

Hukukbook: Avukatların, değişen mevzuatlar karşısında güncelleme eğitimleri vermesi gerektiğini ve bu eğitimlerin zorunlu hale getirilmesi gerektiğini düşünüyor musunuz ?  Bununla ilgili projeleriniz var mı?

Avukat Çiğdem Koç: Bu soruya “hayır” diyen aday var mı? Sadece şunu söyleyeyim; her türlü zorunluluk canımı sıkar benim. Avukat olmuş kocaman insanlara meslek içi eğitimi zorunlu kılmak ayıp gelir. Elbette önemli bu eğitimler. Bu konuda TBB’nin çalışmaları var, onlarla ortak eğitimler zaten yapılıyor. Bunlar daha da arttırılabilir. Ayrıca,baroda eğitim merkezi farklı alanlarda uzman isimleri, daha da geniş bir alandan seçerek bu eğitimleri verebilir. Tabi, ben zaten bunun da ötesinde süreklilik arz eden, düzenli yapılan hukuk kurultayları öneriyorum. Bunun bir okul sisteminde olmasını da önemsiyorum. Bunu, yargı örgütleri ve akademisyenlerle ortaklaşarak ve sonucunda birer eylem planıyla bir sonrakine kadar uygulama alanları yaratarak yapmak gerektiğini düşünüyorum kesinlikle. Bu da bahsettiğiniz eğitimlerin daha sağlıklı olmasının yoludur zaten.

Hukukbook: Hukuk fakültelerinde kaliteyi arttırmak için baronun rolü ne olmalıdır?

Avukat Çiğdem Koç: Hukuk fakültelerinin bir çoğunun kapatılması konusunda bir ortak hareket başlatarak işe koyulabilir öncelikle baro. Bazı şeyler düzelmez,çöpe atmak en iyisidir.

Hukukbook : Barodaki ve Adliyedeki Staj eğitimini yeterli buluyor musunuz?

Avukat Çiğdem Koç: İstanbul barosu özelinde bilmiyorum, yorum yapmam doğru olmaz açıkçası.

Hukukbook: İstanbul Barosu avukatlarından önemli sayıda avukatın yapmakta olduğu arabuluculuk mesleğine nasıl bakıyorsunuz? Yönetime geldiğinizde bu konudaki politikanız nasıl olacak? Arabuluculara ve çeşitli kişi ve kurumların açtığı Arabuluculuk Merkezlerine bakış açınız nedir?

Avukat Çiğdem Koç: Bana arabuluculuk demeyin!

Hukukbook: Türkiye Barolar Birliğinin çalışmaları hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Yönetime geldiğinizde bu konuda yapacağınız değişiklikler nelerdir?

Avukat Çiğdem Koç: TBB bir çatı örgütü ve bir vesayet kurumu değil. İstanbul Barosu’nun kendine ait bir tüzel kişiliği var ve kendine dair bir yetki ve sorumluluk alanı var. Ben bu anlamda şunu önemsiyorum; TBB’nin kurul, merkez ve komisyonlarında İstanbul Barosu’nu temsil edeceklerin değişim yaratabilecek bir özgüvenle ve birikimle var olmaları önemli. Değişim yaratamayacaksak, oralarda olmamalıyız. TBB ile baronun ilişkilerinin sağlam olmasını da bütün saydığım her şeyin yanı sıra ve onlardan sonra önemli olduğunu  düşünüyorum. Yani yargının tesis edilmesi ve bir güç merkezi haline gelmesi meselesinde, TBB ve İstanbul Barosu, bir ast-üst ilişkisi olmadığından, yetki ve sorumluluk alanları çakışmadığından sıkıntı çıkmamalı.

Hukukbook: Diğer adaylar gibi bir grubunuz yok. Adaylık süreciniz nasıl gelişti?

Avukat Çiğdem Koç: Aslında anlattım sürecin nasıl geliştiğini. Bir direniş alanı yaratmak, bir korsan gösteri düzenlemek bu adaylık. Sorunun parçasının, çözümün parçası olamayacağı gerçeğini anlatmak istedim diyelim. Bu düzenin devamına dair olup da düzenden şikayet etmeyi çok dürüst ve akılcı bulmuyorum. Bir grubum yok; çünkü benim gibi düşünen insanların örgütlenmekle ilgili bir sorunu var, öz eleştiri de yapalım. Ben “adayım” dedikten ve bununla ilgili açıklamalar paylaşmaya başladıktan sonra; “Evet,biz de böyle düşünüyoruz” diyenlerin hepsi oy verse, diğer adayların hiç şansı olmaz, onu söyleyeyim. Ama, bu örgütlenme eksikliği, aslında bir yılgınlık, yorgunluk ve umutsuzluktan kaynaklanan atalet hali. Ben, bu atalet halinin ayağa kalkmış ve “hey, biz de varız” diye sesini yükseltmeye çalışan,’ataletten bıkmış’larından biriyim sadece.

Belki, biraz da Lady Godiva ruhunda çare arıyorum; o ata çırılçıplak binmeyi ve bu sokağı baştan sona geçmeyi bir yüzleşmeye dair olmak gibi yorumlamayı tercih ediyorum. Çıplaklığını bir isyana, bir silaha dönüştüren, Femen’in kurucusu Oksana,”hepiniz sahtesiniz” yazıp ölmeyi tercih etmişti, ben onun kadar cesur değilim; kalmayı ve kalarak kendimce gördüğüm sahtelikleri yüksek sesle bağırmayı deneyebiliyorum. Çünkü, kalıplardan, ezberlerden ve sanki bu şekilde devam etmek bir kadermiş gibi kabullenmekten çok sıkıldım, bunu reddediyorum.

Avukat olmak benim için kendimi başka türlü var edemeyeceğim bir kavgaya sunmak anlamı taşıyor ve mesleğimi onurumla yapmak istiyorum. Haksızlık kavramı beni deli ediyor, çok öfkelendiriyor ve vicdanım her defasında, karşılaştığı her haksızlıkta daha fazla isyan ediyor ve ben vicdanımın sahip olduğum süper güç olduğunu düşünüyorum açıkçası. Bu noktada da, sözümü söylemek ve değiştirebileceğim bir şey varsa, en azından bunu denemek de görevim diye düşünüyorum. Sloganların sesi, gerçeğin sesini bastırıyor zannederek ancak kendimize masal anlatırız; var ol Althusser! Ben, en azından bireysel olarak bunu yapmamayı, yani kendime masal anlatmamayı ve bu mücadeleyi de alenen yapmayı tercih ediyorum; alenen ve iddia ederek!

Hukukbook: Yönetim Kurulu üye adayları kimlerden oluşuyor? Diğer organlara gösterdiğiniz adaylardan kamuoyunca tanınan isimler kimler bulunuyor?

Avukat Çiğdem Koç: Bütün kurulları, yönetim kurulu da dahil genel kurulun takdirine bırakıyorum.

Hukukbook: Baroda iki turlu seçim olsaydı ve ikinci tura kalsaydınız hangi grubun hedeflerine  kendinizi yakın hisseder ve onlarla birlikte hareket ederdiniz?

Avukat Çiğdem Koç: Hayatta söylemem… Seçimden sonra da hayat var malum!

Hukukbook: Baro seçimleri ile ilgili görüşlerinizi ve adaylık sürecinizi bizimle paylaştığınız için okurlarımız adına teşekkür ediyoruz. Seçimlerde başarılar dileriz. 
Avukat Çiğdem Koç:  Ben teşekkür ederim.  
 

Bunu okudunuz mu?

15 Ekim – Hukuk Takvimi

15 Ekim – Hukuk Takvimi 1810 ABD Yüksek Mahkeme Yargıcı Alfred Moore yaşamını yitirdi. (Doğumu: …