Madımak’ta kimler ve neler yakıldı? / Zeki Coşkun
Türkiye büyük tarihsel faciayı, utancı yaşadı 2 Temmuz 1993’te.
İnsanların diri diri yakılması, o günden bugüne büyük, ısrarlı bir çabayla içselleştirildi, olağanlaştırıldı. 30 yıl sonrasındaki sessizlik, 2 Temmuz yangınını toplumsal bir facia ve toplumsal bir utanç olarak görmemenin, olağanlaştırma ve onamanın göstergesidir.
O gün ve hemen sonrasında yaşananlara bakarsak bugünkü çok boyutlu toplumsal sefaletimizi de anlayabiliriz. (Madımak’la yakılan, yok edilen Ankara)
İnsanların diri diri yakılması, katliamdır. Nereden bakılırsa bakılsın, o toplum için faciadır, utançtır. Katliam karşısında gerçekleşen büyük tarihsel uzlaşma, en az katliamın kendisi kadar büyük bir facia ve utançtır. 2 Temmuz yangınının ardından doğrudan devlet ve iktidar yetkilileri, siyaset sınıfı, medya ve millet(her kesimiyle millet) büyük tarihsel uzlaşmayı gerçekleştirmiş, “tahrik” gerekçesiyle katliama açık–örtük destek vermiştir.
İnsanlarla birlikte, insana dair temel değerlerin ve o değerlerle birlikte inşa edilen toplumsallığın yakılıp imha edilmesidir bu.
Sokağın, tahrikçilerin (Pir Sultan Abdal Şenlikleri için kente gelenlerden günler, haftalar önce yerel cemaatlerin, basının, parti örgütlerinin başlattığı tahrikle) her yaştan erkek nüfusu harekete geçirenlerin kendi fiili hukuklarını icra etmelerinin onaylanması, meşrulaştırılmasıdır bu.
Kalem, kelam sahiplerinin, dindarların en açık sözlüsü İsmet Özel olmuştu. Dönemin iktidar adayı Refah Gazetesi’nin yayın organı Milli Gazete’de, “Sivas Göklerinde Sırp Tayyareleri Uçacak Mı?“ diye soruyordu Özel. 8 Temmuz 1993’de yayınlanan yazıya, başlığa “tahrikkâr” diyen çıkmadı bugüne dek, ne garip!
Doğrudan doğruya 2 Temmuz’da Sivas’ta kuşatılanlara, “baş tahrikçi” olarak gösterilen Aziz Nesin’e ve yanındakilere(ateşe verilenlere) yönelikti soru: “Aziz Nesin gibilerinin kendilerini güvenlikte hissetmeleri için Sırp (veya Grek, Ermeni, Rus veya Amerikan) uçaklarını Sivas semalarında görmeleri mi gerekiyor?”
Neden Sırp diye sorarsanız, aynı yazıda yanıtı veriyor yazar: Çünkü “Müslüman öldürmekte uzmanlaşmış”lar. Hatırlayın; Sırplar, Boşnakları katlediyordu. Sırp ordusu ve tayyareleri rastgele bir metafor değil. (Parantez içindekiler de öyle. “Grek” bir yabancılaştırma efekti olsa gerek. Ama yanında anılanlar okuyucunun Grek’i anında tercüme etmesini sağlayacaktır: Yunan, Rum, Ermeni, Rus… tarihsel düşmanlar, “kâfirler”.)
Yazar, Madımak’ı kuşatanlarla, oteli içindeki insanlarla birlikte ateşe verenlerle, alevleri “Cehennem ateşi bu” sözleriyle vecd içinde kutsayanlarla aynı bakışı -dolayısıyla eylemi- paylaşıyor: “Aziz Nesin gibiler” bizden değil, buraya ait değil! Burada onlara yer yok! Yaşatmayız.[1]
Söylenen ve yapılan budur.
“Ya Müslüman Türkiye veya hiç!”
Özel’e göre, “Giderek olayların Türkiye’de yaşayan insanları şöyle bir tercih karşısında bırakma ihtimali kuvvet kazanıyor: ‘Ya Müslüman Türkiye veya hiç!’”
Onun kadar açık konuşmayan ya da kendilerini ondan apayrı dünyaların insanı olarak gören, gösterenler, 2 Temmuz üstüne söz alırken neredeyse ortak bir düşünce ve tavır içindedir: Halk (Müslümanlar) tahrik olmuş, sokağa dökülmüştür; makul, meşru… Sonrasında “karanlık güçler, karanlık eller” devreye girmiştir. Yangın, tahrik olan halkın işi değildir! İşte o son anda karanlık eller, güçler sahneye çıkmış, istenmeyen şeyler olmuştur. Böylece, masumların, inananların, Sivas’ın, Sivaslıların başına çorap örülmektedir.
İnsanların yakılarak öldürülmesinin ardından “Sivas Göklerinde Sırp Tayyareleri Uçacak Mı” sorusunun sahibi İsmet Özel ise gayet açık sözlüdür, eylemi meçhul taşeronlara havale etmez. Tam tersine; eylemi ve hedefi netleştirmeye çağırır okurlarını, toplumu. Yazısını “Millet olarak İslamî bir kararlılık gösterememenin cezasını çekiyoruz.” .” tümcesiyle noktalar.
Millet olarak İslami kararlılık göstermek gerekir, çünkü: “İslamî dönüşümün Türkiye için ideal toplum tasarımı olmaktan ziyade bir zaruret haline geldiği günden güne daha belirginleşiyor. Ülkemizde dünya sistemine teslimiyeti ifade eden bütün politikalar iflas etmiştir. Daha gerçekçi dille söylemek gerekirse, Türkiye İslam’dan uzaklaşmanın rantını yiyememiştir. Batılılaşma ülke insanı için bir tuzak yemi olarak kullanılmış, (…), Türkiye elini verdiği için kolunu kurtaramamıştır. Millet olarak İslamî bir kararlılık gösterememenin cezasını çekiyoruz.”
“Şanlı Sivas Kıyamı”
Özel, 2 Temmuz üzerine “İslami kararlılık” teşhisi ve çağrısında yalnız değildir. İBDA-C örgütü, yangını “Şanlı Sivas kıyamı” olarak selamlayacaktır 1 Ağustos 1993’de yayınlanan Taraf dergisinde.
“Şanlı Sivas kıyamından alınacak ne çok ders var herkes için!” diyordu İBDA-C: “Halk, hakkına sahip çıkıyor ve 70 yıldır kendisine hayatı zindan eden işgalci laiklere karşı ‘kısas’ın hayat veren soluğuna sığınıyor! Artık TC’de hayat, yalnız Müslümanlar için zor olmayacak, işgalci laikler için de zor olacak! Sivas, sadece küçük bir haber! Herkes safını doğru seçmekle mükellef! Bizden söylemesi!”
Nasıl ki Özel, Sırp ordusu ya da tayyarelerini sadece metafor olarak kullanmıyorsa burada da durum aynı. İBDA-C’nin 2 Temmuz değerlendirmesinde üç kavram dikkat çekici.
1- Kıyam: Sivas’ta meçhul birilerinin provokasyonu, karanlık güçlerin komplosu değil kıyam yaşanmıştır. Ayağa kalkma, harekete geçme, ayaklanma…
2- İşgalci laikler: Ayağa kalkış, harekete geçiş düzene ve onunla aynı düşünsel, inançsal, kültürel, hukuksal anlayışı paylaşan azınlığa; işgalci laiklere, laisizme karşıdır.
3- Kısas: 2 Temmuz’da yapılan, yaşanan bir kaza, komplo değil bir karşı eylem, karşı hukuktur.
Üçü de zaman içinde yaygınlaşarak yürürlük kazanacaktır.
Yerelden Merkeze İktidar
İsmet Özel, nevi şahsına münhasır bir isim olarak değerlendirilebilir. İktidara tırmandıkça mücahitlerin müteahhitleştiğini dile getirerek “milli görüş” hareketindeki değişimi eleştirmiş; 2 Temmuz 1993’ten on yıl bir ay sonra, 4 Ağustos 2003’de Milli Gazete’ye de, köşe yazarlığına da veda etmiştir.
Tüm bunlarla birlikte, 1973’de Milli Selamet Partisi’nin kuruluşuyla birlikte yayına başlayan Milli Gazete’nin “milli görüş” hareketinin “resmi yayın organı” olduğunu unutmamak gerekir. Özetle Sivas Göklerinde Sırp Tayyareleri yazısı, milli görüş hareketinin 1993’deki örgütü Refah Partisi’nin, partililerinin de bakışıdır.
Özel’in yazısında ifadesini bulan bakışın, o dönemde radikal-marjinal bulunan (illegal) İBDA-C hareketinin 2 Temmuz değerlendirmesiyle koşutluğu dikkat çekici. Dikkat çekici ve anlamlı başka şeyler de var. Milli görüş hareketin ilk kuşak temsilcilerinden Şevket Kazan’ın milletvekili olmasına karşın 2 Temmuz sanıklarının avukatı olarak davaya katılma girişimi bunlardan sadece biri.
1973’den beri milletvekili olan, ilk milletvekilliğinde CHP-MSP hükümetinde ve 1996’da Refahyol hükümetinde adalet bakanı olan Kazan’ın, milletvekillerinin “devlet aleyhine işlenen suçlara avukat olarak katılamayacağı” anayasa hükmünü bilmemesi mümkün mü? Bilmemek değil, tanımamak, reddetmek söz konusu burada. Nitekim, müdahil avukatların itirazıyla davaya katılımı engellense de sanıkların savunmasını onları hapishanede ziyaret ederek fiilen sürdürmüştür. Aynı şekilde sanıkların avukatlığını üstlenen birçok isim, ileriki dönemlerde yerel yönetimlerde, parlamentoda, parti örgütlerinde, bürokraside siyasal kimlikleriyle toplumsal alanda rol üstlenecektir.
Tüm bunlar 2 Temmuz’un siyasal bir eylem olduğu gerçeğini ve siyaseten taraflarını yeterince ortaya koymaktadır. Nihayet, 2 Temmuz’dan yaklaşık dokuz ay sonra 27 Mart 1994’de gerçekleştirilen yerel seçimler bir siyasal yoklama-test niteliğindeydi. Sonuçlar, Madımak ve sonrasında Türkiye’deki siyasal değişimin yönünün, rotasının Özel’in işaret ettiği doğrultuda olduğunu göstermektir.
Ankara, İstanbul büyükşehir belediyelerini kazanan Refah Partisi genel başkanı Necmettin Erbakan, siyasal çevrelerde seçim sonuçlarına yönelik eleştirilere karşı 13 Nisan 1994’de Meclis Grubu toplantısında o ünlü “kanlı mı, kansız mı” yorumunu getirecektir: “Türkiye Refah Partisi’yle Adil Düzen’e geçecek, bu kesin. Geçiş dönemi yumuşak mı olacak, sert mi olacak; kanlı mı olacak, kansız mı olacak; 60 milyon buna karar verecek.”
Erbakan’ın “kanlı mı olacak, kansız mı olacak; 60 milyon buna karar verecek” sözlerini Özel’in “İslami kararlılık” çağrısıyla birlikte okumak gerekir.
Uzatmadan sonuca bakalım: 2 Temmuz, yakın Türkiye tarihi için bir “milat” niteliği taşıyor. Sivas’ta ortaya konan toplumsal hayatın din -ve mezhep- temelinde düzenlenmesi iradesi, eylemi Mart 1994’deki yerel seçimlerin ardından 24 Aralık 1995’de genel seçimlerde daha da yükselerek karşılık bulmuştur. Refah Partisi % 21.38 oy oranıyla seçimlerden birinci parti olarak çıkmıştır.
Sonrası malum: Birkaç aylık Anayol (“merkez sağ” denen Anavatan ve Doğruyol Partileri) koalisyonu, ardından Refahyol, “demokrasiye balans ayarı yaptırıyoruz” diyen askerlerin tankları caddeye çıkarması, “postmodern darbe” 28 Şubat, Refah Partisi’nin kapatılması; “diyalog” muhibbi olarak el üstünde tutulan, siyaset ve iş dünyasından Yeşilçam’a, sahnelerden futbola, her çevreden insanların kapısını aşındırdığı, bankasının açılışında yanında görünmek için siyasetçilerin yarıştığı “Fethullah Hoca”nın yükselişi ve 1999’da ABD’ye uçuşu… İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Şiir okuyan adam” olarak hüküm giymesi, dört ay on gün hapis yatması; Refah Partisi’ndeki “yenilikçiler”in “Milli görüş gömleğini çıkardık” diyerek yine Erdoğan önderliğinde AKP’yi kurması, 11 Eylül 2001 İkiz Kuleler saldırısıyla terörle damgalanan radikal İslam karşısında ABD patentli “ılımlı İslam”ın ihdas ve ihya edilmesi, Kasım 2002 seçimleriyle AKP’nin iktidara gelmesi ve tek parti rejimine yolculuk…
Hızlı, çok uzun, çok kısa tarihsel bir yolculuk.
Yeni Yüzyıl – Yeni Türkiye
2 Temmuz 1993 Madımak katliamının üstünden 30 yıl geçti. O arada dünya ve Türkiye bir yüzyılı, büyük tarihçi Eric Hobsbawm’ın ifadesiyle Aşırılıklar Çağı’nı[2] geride bıraktı. 11 Eylül gibi yepyeni, bambaşka aşırılıklarla başlayan başka bir yüzyıla geçti dünya ve Türkiye. Geçen yüzyılın son on yılında; Berlin Duvarı’nın -ve Sovyet dünyasının- yıkılışından itibaren alay-ı valayla, coşkuyla ilan edilen küreselleşme 21. yüzyılın hemen başında çöktü, bitti. Onun ekonomi politikası neoliberalizm de öyle. Yapay zekâ ürünü arttırılmış ya da sanal gerçeklikten siyasal ve toplumsal, kültürel alana yön veren post truth–hakikat ötesi’ne uzanan yeni aşırılıklar çağını yaşıyor dünya ve Türkiye.
30 yılda dünyada olduğu gibi Türkiye’de de birçok şeyin, hatta hemen her şeyin değiştiği ortada. Öyle ki, CIA eski başkan yardımcısı Graham E. Fuller kitabını yazdı 2007’de, Yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni dünyaya ilan etti[3]. 2002’deki iktidar değişimi, yapısal değişim olarak niteleniyor, olumlanıyordu. İktidar çevreleri “Yeni Türkiye” sıfatını -iddiasını- 2010’larda dillendirmeye başladı. 2014’de “Türk tipi başkanlık” sistemi kampanyası Yeni Türkiye yolunda sloganıyla yürütüldü.[4]
Ancak, 2 Temmuz milat olarak alınırsa geride kalan 30 yılda büyük değişimlerin eşliğinde bir süreklilik olduğu görülecektir. 2 Temmuz’u “İslamî dönüşümün Türkiye için ideal toplum tasarımı olmaktan ziyade bir zaruret haline geldiği günden güne daha belirginleşiyor” şeklinde yorumlayan, asıl sorunu “Millet olarak İslamî bir kararlılık gösterememek” olarak gören İsmet Özel’in bakışı, Yeni Türkiye’nin rotasını çizmiş gibi görünüyor.
Türkiye Erbakan’ın tasarladığı “Adil Düzen”e değil ama “Milli Görüş gömleğini çıkaran” öğrencileri onunkinden farklı olsa da siyasal ve toplumsal yapıyı, gündelik yaşamı din üzerinden biçimlendirme yolunda epey mesafe kat etti.
30 yıl önce illegal bir örgüte ait “işgalci laikler” ithamı, 2000’li yıllarda “azgın azınlık” azarlama ve dışlamasına dönüşüp yaygınlaştı.[5]
İslamcı çevreler ve politikacılar, laikliğin içeriğinin tartışılması gerektiğini savunuyordu 30 yıl önce, “devletin dini olmaz” diyorlardı. Bugün, Diyanet İşleri Başkanlığı, devletin en temel kurumu olarak öne çıkıyor. Diyanet artık dinsel pratiğin çok ötesine geçerek, yerine göre faiz, döviz kurları dahil ekonomiden siyasal, toplumsal yaşamın tüm alanlarında “fetva makamı” rolü üstleniyor.
Diyanet’in yanı sıra her cemaatin kendi fetvaları, fetvacıları, etki alanları var.
Bir dönem yere göğe konamayan “Hocaefendi” ve Ferhullahçılar’dan “hizmet hareketi”ne dönüşerek iktidar ortağı olan cemaati, zamanla PDY (paralel devlet yapısı) oldu. Nihayet 15 Temmuz darbesiyle FETÖ Fethullahçı Terör Örgütü olarak tescillendi. Ancak Fethullahçılar’la başlayan cemaat ve tarikatların STK (sivil topum kurumu) kisvesiyle yüceltilmesi, kamu kaynakları ve devlet gücünün hizmetlerine hasredilmesi olanca hızıyla sürüyor. Ekonomiden eğitime ve elbette kültüre; müzikten eğlenceye her alan onların hükmü altında.
Tüm bunlarla 2 Temmuz’dan 30 yıl sonra Türkiye nasıl bir yer?
O günden bugüne “saadet”, huzur, güven, içinde yaşayan bir toplum haline mi geldi Türkiye? Daha adil, daha adaletli bir düzene mi sahip? Durum pek öyle görünmüyor.
Kimse kendini güvende hissetmiyor olmalı ki, Umut Vakfı’nın Ağustos 2023’deki açıklamasına göre ülkede yaklaşık 4 milyon ruhsatlı, bunun 9 katı da ruhsatsız kaçak silah silah bulunuyor. Bu da her iki yetişkin erkekten birinin, her üç evden birinin silahlı olduğunu gösteriyor. Her gün on kişi silahla öldürülüyor![6]
Devlet için dillendirilen “beka meselesi” bilfiil bu ülkenin yurttaşları için geçerli. Çare cemaatleşme, gettolaşma. Herkes ötekine karşı. Her yer taşra. Taşra ve taşralılık egemen her şeye. 2 Temmuz’da güçlü olanın kendi hukukunu icra etmesi, siyasal ve sivil şiddet biçiminde hayata egemen oluyor bugün.
İnsan ve hayat değersizleşiyor: “Türkiye, %38 oranla kadınların en fazla şiddete maruz kaldığı OECD ülkesi olarak birincisi sırada yer alırken onu, %37,4 oranıyla Kolombiya, %36 oranla Kosta Rika takip ediyor.”[7]
Refaha kavuştuk mu, kalkındık mı, yoksulluk çemberini kırdık mı?
Evet, bazılarımız. 30 yıl önce dünya ligindeki zenginlerimizin sayısı bir elin parmaklarını bile bulmazken bugün onlarca, adı sanı bilinmedik nice zenginimiz var. Ama ve ne yazık ki devlet, toplum, millet olarak yoksullaştık, yoksullaşıyoruz. 1993’te Türkiye’nin dış borç stoğu 70.5 milyar US Dolar. Hazine ve Maliye Bakanlığı verileriyle Mart 2023’de toplam dış borç 475.7 milyar Dolar.
Yeni Türkiye dünyanın neresinde?
Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün 2022 Yolsuzluk Algı Endeksi veri alınırsa, 5. Lig’de: “180 Ülke/bölgede kamu yönetimindeki yolsuzluk düzeyine yönelik algı” değerlendirmesinde Türkiye 101. sırada. Doğu Avrupa ve Orta Asya liginin 11.’si. 36 puanlı Arnavutluk, Ekvador, Panama, Peru, Sırbistan, Tayland’ın altında. 2013’ten bu yana en çok puan kaybeden ülkeler arasında Türkiye ön sıralarda yer alıyor. 10 yılda 14 puan kaybederek tam 48 sıra gerileme kaydetmişiz.[8]
Bir başka gösterge: Beyin göçü. Şikago Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ufuk Akçiğit yönetimindeki araştırma ekibinin hazırladığı Türkiye Akademik Diaspora Raporu, ekonomik yoksullaşmanın bilimsel yoksullaşmayı da beraberinde getirdiğini ortaya koyuyor. [9]
İlk saptama: “Türkiye’nin kişi başı milli geliri ABD’yle kıyaslandığında, Türkiye 1960’ların başından beri ABD’nin yüzde 20’leri seviyesindedir. 1960’ta Türkiye’nin gerisinde olan Singapur, Güney Kore, Litvanya, Polonya, Şili, Çin 2020’lere gelindiğinde Türkiye’nin üzerindedir. … Bu ülkelerin hepsi bu gelişmeyi sermaye artırmanın yanında verimliliklerine yatırım yaparak sağlamışlardır.”
İzleyen saptama: “Ülkelerin kişi başına düşen makale ve patent sayıları, kişi başı milli gelirle orantılıdır. Yani ekonomik gelişmişlik temel bilimlerin sonucu olan makaleler ve uygulamalı araştırmaların sonucu olan patentlerle yakından alakalıdır. Türkiye hem makale hem patent sayısı hem de milli gelir açısından OECD ülkelerinden bir hayli geridedir.”
Sonuç: “2000’lerden beri yatay (veya kısmen azalan) bir seyir süren araştırmacıların Türkiye’den gitme olasılığı 2015 yılından beri büyük artış göstermiştir.”
Göç edenler sadece bilim insanları, araştırmacılar değil, gençler başta olmak üzere neredeyse fırsat bulabilen herkes buradan çıkıp gitmeye çabalıyor. Konrad Adenauer–Stiftung Derneği’nin 2021 Türkiye Gençlik Araştırması, 18–25 yaş grubundakilerin yüzde 73’ünün yurt dışında yaşamak istediğini ortaya koyuyor. Yine bu yaş grubundakilerin yüzde 82.9’u gelir dağılımı dengesizliğinden, eşitsizlikten ve liyakatsizlikten şikayetçi.[10] Yani adam kayırmacılıktan, yolsuzluktan.
TÜİK verileriyle bile Mart 2023’de 15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta işsizlik oranı yüzde 20,1. Genç erkeklerin yüzde 15,2’si, kadınların yüzde 28,9’u işsiz.
New York Üniversitesi’nden Prof. Dr. Selçuk Şirin’e göre durum daha vahim. Şirin, Ya Adalet Ya Sefalet (2023) adlı kitabında, Türkiye’de 15-29 yaş arası her üç gençten biri ne işte ne okulda ne de kursta olduğunu öne sürüyor. Sayıları 5-6 milyonu buluyor. Norveç nüfusu kadar bir genç kuşak evde oturuyor. 21. yüzyıl dünya sosyal bilimler literatürüne yeni bir kimlik, yeni bir kavram kazandırıyor Türkiye: Ev genci.
Dışarıda bir kapı bulabilen akademisyenler, hekimler, gençler gidiyor. Bulamayanlar, kaçak yollara bakıyor. AB İstatistik Ofisi Eurostat verilerine göre 2022 iltica başvurularında Türkiye, Afganistan ve Suriye’nin ardından üçüncü sırada yer alıyor. Aynı verilere göre 2022 yılında 58 000 Türk vatandaşı AB ülkelerine ilk kez iltica başvurusu yaptı. Bu, bir önceki yıla göre, yüzde 150’lik artış anlamına geliyor.[11]
Solingen – Sivas
2 Temmuz’da birilerine hayat hakkı tanınmıyordu. 30 yıl sonra yeni Türkiye’de kimse duramıyor. O gün yakılan ateş, şenlik için bir araya gelenlerden 33 kişinin canını aldı. Sonrasında ülkede her tür şenliği, hürlüğü, gürlüğü yaktı, kül etti.
2 Temmuz’un ardından gerçekleşen kutsal ittifakın, katliamı örtük-açık onamasıyla gelinen yer burası. Hukuksuzluğun, eşitsizlik hukukunun, linç hukukunun bizleri getirdiği yer burası.
Madımak katliamı, o sıralar Almanya’nın Solingen kentinden neo-nazilerin Türklerin yaşadığı evi kundaklayarak yakmasıyla, bir aileden beş kişinin ölümüyle karşılaştırılmıştı. Solingen’de yakılan evin olduğu alan müzeye çevrildi. 2 Temmuz’da insanların yakıldığı Madımak Oteli ise et lokantası oldu bir dönem.
Utançtan, yaşanan bunca rezillikten, bunca yıkımdan, yoksulluktan, acıdan kurtulmak için her şeyden önce dönüp 2 Temmuz’un adını koymak gerekiyor.
Kaynakça:
-
Şenlik öncesi, katılımcılar daha kente gelmeden, 30 Haziran 1993’de -katliamdan iki gün önce- Sivas’ta dağıtılan Müslüman Kamuoyuna başlıklı bildirideki ifade Özel’in anıştırmasını açıkça söylüyor: “Salman Rüşdi köpeği müslümanların çok az olduğu kâfir bir ülkede korkudan sokağa çıkmaya bile cesaret edemezken, onun yerli uşağı Aziz Nesin köpeği, yanında kendisiyle beraber bir ekiple birlikte şehrimiz Valisi tarafından davet edilip, şehirde adeta müslümanlarla alay edercesine gezebilmektedir. Kâfirler şunu iyi bilmeli ki:”…
-
Eric J. Hobsbawm, Kısa 20. Yüzyıl 1914 – 1991 Aşırılıklar Çağı, çev. Yavuz Alogan, Everest Yayınları, 2020, İstanbul.
-
Graham E. Fuller, Yeni Türkiye Cumhuriyeti, çev. Mustafa Acar, Timaş Yayınları, 2011, İstanbul.
-
Farklı cephelerden kapsamlı bir değerlendirme için: Yeni Türkiye”ye Varan Yol (Der: İsmet Akça, Ahmet Bekman, Barış Alp Özden) çev. Kemal Deniz, İletişim Yayınları, 2018, İstanbul. (İlk basım, İngilizce, 2014).
-
https://www.gazeteduvar.com.tr/azgin-azinlik-makale-1535143
-
https://www.evrensel.net/haber/496139/umut-vakfi-turkiyede-4-milyon-ruhsatli-bunun-9-kati-kadar-da-ruhsatsiz-silah-var
-
https://turkiyeraporu.com/arastirma/kadina-yonelik-siddette-dunya-liderligi-11275/
-
https://seffaflik.org/2022-yolsuzluk-algi-endeksi-aciklandi/
-
http://tbv.org.tr/wp-content/uploads/2023/04/Diaspora_Raporu.pdf
-
https://www.kas.de/documents/283907/16886777/T%C3%BCrkiye+Gen%C3%A7lik+Ara%C5%9Ft%C4%B1rmas%C4%B1+2021_T%C3%BCrkce.pdf/fd08cee1-8d75-02bb-13cb-2bb341b8897d?version=1.6&t=1655118080391
- https://tr.euronews.com/2023/07/04/abye-iltica-basvurusu-2021de-besinci-siradaki-turk-vatandaslari-2022de-dorduncu-siraya-cik
Zeki Coşkun Hakkında
1960 yılında Sivas´ta doğdu. Kamu yönetimi öğrenimi gördü. İstanbul Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler alanında yüksek lisans ve doktora yaptı.
2001 yılından itibaren MSGSÜ Fen Edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyesi olarak görev yapmaya başladı. Ayrıca Bilgi, Galatasaray, Maltepe ve Işık üniversitelerinde, özel eğitim kurumlarında dersler, seminerler verdi. Yayın ve iletişim sektöründe faaliyetlerde bulundu, Cumhuriyet, Radikal gibi gazetelerde köşe yazarlığı yaptı; kültür, sanat ve edebiyat alanlarında eleştiri, inceleme ve araştırmalar yayımladı. Belgesel filmler (TRT, Kültür A. Ş., TÜYAP) ve radyo programları hazırlayıp sundu, sergiler düzenledi.
Uluslararası Pen Yazarlar Derneği, Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği(AICA) ve Ada Dostları Derneği üyesidir. 1992 yılı Sabahattin Eyüboğlu Deneme Ödülü sahibidir. Öteki Sivas (1995), Kılıç Artığı (2000), İstanbul Bir Terkiptir (2001) ve Ay Olsun Aynam (2004) isimli eserleri bulunmaktadır. Gazete Duvar’da makaleler yayınlanmaktadır.