Ne olacak bu toprakların hali! / Avukat Ergin Cinmen
Özgür Vikipedia Ansiklopedisi, ‘Türkiye’de yaşanan katliamlar’ listesini yayınlanmış. Liste M.Ö. 494’te Yunanlıların elindeki Milet’in Persliler tarafından düşmesi ile başlayıp 1 Ocak 2017’de Reina baskını ile son buluyor.
Bu toprakların sosyolojisini anlamak isteyenler mutlaka incelemeli.
Vikipedia’da bir de çizelge yapılmış. Çizelgede katliamların sorumluları, mağdurları ve olayların çok özet anlatımları var.
Çizelgeyi inceleyenler bu güzel toprakların aynı zamanda bir katliam merkezi olduğunu anlıyor.
Sanki MÖ 494 senesinden bu güne kadar birileri bu topraklara devamlı operasyon düzenliyor (!)
Dünyanın diğer bölgelerinde de mutlaka tarih boyunca hiç istenmeyen olaylar cereyan etmiştir. Örneğin uygarlığın beşiği sayılan Avrupa’nın göbeğinde yüz binlerce insanın ölümüne neden olan ve peşi sıra yaşanan iki adet Dünya savaşı “insanoğlunun yaşananlardan hiç mi ders almadığı” sorusunu sorduruyor.
Sanki kolektif bir kötülük genetiğine sahibiz.
Ama ayni zamanda iyilik genlerimiz de faaliyet halinde.
Nitekim Nazizmin ve Faşizmin yenilgisinden sonra kurulan yeni dünya düzeninde anlaşmazlıkların uzlaşmalarla çözümü için mekanizmalar kuruluyor. Bunun başında Birleşmiş Milletler Teşkilatı geliyor. Her ne kadar bu teşkilat doğrudan ilk iki savaşın galiplerinin kesin hakimiyetinde ise de hiç olmazsa “ben buradayım” diyebiliyorsunuz. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Dünya beşten büyüktür” cümlesi çok doğrudur ve peşinin sürdürülmesi gerekir.
Avrupa Konseyi, Konsey çerçevesinde kurulan AİHM ve Uluslar arası Ceza Mahkemesi hep savaşlardan kıyımlardan kurtulmak için yapılan aramaların sonucu kurulmuştur.
Ama hala Rusya Ukrayna’ya saldırabiliyor. İnsanlar saçma sapan nedenlerle öldürülebiliyor. Yarın savaş bittiğinde belki de Putin taraftarları “biz nasıl oldu da bu saçma sapan işi desteklemiştik” diyecekler. Vagner’in tuhaf Moskova yürüyüşü yavaş yavaş belki de yaşanan saçmalığın daha yüksek sesle ortaya konacağının belirtileri olabilir.
Peki, 1789 devriminin beşiği, insan haklarının ilk ciddi habercisi Fransız toplumunun bu günlerde içinde bulunduğu gerilime ne demeli! Varoşlardan yola çıkan her ne kadar Beyaz Fransız olmasa da en azından ikinci, üçüncü nesil Fransız gençlerin işin başındaki haklı tepkileri bu günlerde bu topluma Vandalizmi yaşatıyorsa buna ne demeli?
Veya bu gençlerin yağmalara girişmeleri ve özellikle ve daha çok marka ayakkabı satan ayakkabı mağazalarını yağmalamasına ne demeli?
Anlaşılan o dur ki insanlık hala farklılıklarıyla bir arada yaşayamaya hazır değil.
Ama aynı zamanda yaşamaya da çalışıyor.
Sınır tanımayan doktorlar hayatlarını hiçe sayarak; salgın hastalıkların ve savaşların ortasına bedenlerini atabiliyorlar.
Şubat depreminde enkazın üstündeki bin bir milletten insan, hiç tanımadığı, kurtardıktan sonra yüzünü bir daha görmeyeceği insanlar için uğraşıp didiniyor.
Fransız, Katarlı, İngiliz, Rus, Hıristiyan, Müslüman, Sünni, Alevi, Hanefi, Deist, Teist bir şey fark etmiyor.
Aslında bu yazıyı bundan 30 yıl önce Sivas’ta 33 insanımızın katledilmesiyle sonuçlanan ve bu günlerde hala yakalanamayan failler için zamanaşımına uğrayacak Sivas katliamı için yazacaktım. Ancak bu acı olay için ne kadar çok yazı yazılmış, söyleşi yapılmış… Hukuk ansiklopedisinde çok değerli yazıları da okuduktan sonra değişik neler söylenebilir diye araştırdığımda neredeyse zamanında “kendi içinde” doğal bir olay yaşadığımız gibi bir sonuca “dehşet” içinde vardım!
Öyle ya salt Alevi/Sünni; diye 1978’de Kahramanmaraş’ta 120 kişi; Mayıs 1980’de Çorum’da 65 kişi katledilmiş. Hala akıllanılmamış bu kez 1993 yılında 33 aydınımız Sivas’ta Madımak adlı otelde yakılarak, dumandan boğularak öldürülmüş.
Solcu sağcı diye yapılan katliamların da haddi hesabı yok. Hepsi çizelgede yazılı.
Ve asıl önemlisi zamanın Başbakanı Tansu Çiller “Allah korudu! Otelin dışındaki insanlara bir şey olmadı” diyebilmiş!
Zamanın Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü, Oral Çalışlara verdiği bir söyleşide “Bir MİT yetkilisine ben de neden geç kalındı sorusunu sordum. Bana, ‘bazen bazı kuvvetlerin gazını almak için olayların gelişmesi kendi haline bırakılır’ şeklinde bir cevap vermişti.” dediğini öğreniyoruz.
Aynı 12 Eylül’e giden süreç gibi Derin Devlet tarafı ve onun akıl(sızlığı) Türk İslam sentezi ve hatta İslam’ın da Hanefi’si; Hanefi’nin de Sünni’sinden taraf olunca böyle şeyler oluyor.
İdeolojik devlet taraf oluyor ve her türlü rengi ve farklılığı kendine tehdit olarak algılıyor.
Susurluk’ta olduğu gibi!
Sonunda derin devlet, devletin ta kendisi oluyor.
Şimdi Türk-İslam sentezi ideolojisini açıkça ortaya koyan; bunun neticesi olarak Düşünce ve ifade özgürlüğünü yalnızca kendisinin benimsediği düşünce ve ifadelere tanıdığı açık olan bir Cumhurbaşkanı, Hükümet ve Meclis çoğunluğu ile karşı karşıyayız.
İçinde bulunulan siyasi ve ekonomik buhran yönetime Güvenlik Siyasetini dayatınca “maslahata uygun güvenlik sorunlarının da ‘zuhur ettirildiğini’ tarih bize göstermiştir.
12 Eylül öncesi yaşatılan terör, 1990’lı yıllarda yaşadığımız Susurluk kod adlı ilişkiler bizlere ders olmalıdır.
Netice itibarıyla Sivas felaketini bir kez daha yaşamamak için bu ülkede yaşayan herkesin ülke sorunlarına müdahil olması gerekmektedir.
Ben her şeye rağmen yine de ümitliyim.
Çünkü ümitsiz yaşanmıyor.