Senih Özay Röportajının ikinci bölümüne devam ediyoruz. Röportajın birinci bölümünü aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz.
“İnsanlığın Ortak Orospusu Altın” ve “Anılarım… Ağzımı Hayır’a Açtığım Davalarım” isimli kitapların yazarı, aktivist, çevreci ve bir hukuk dehası Avukat Senih Özay ile geniş bir söyleşi gerçekleştirilmiştir. İzmir’de, Bornova sırtlarındaki Homeros Vadisinde gerçekleşen söyleşinin ilk kısmını Hukuk Ansiklopedisi okurlarına sunmaktan mutluluk duyuyoruz.
Söyleşi, Hukuk Ansiklopedisi röportaj ekibi tarafından gerçekleştirilmiş, gün boyu süren sohbet esnasında Celal Akgünlü de hazır bulunmuştur.
Senih Özay ile yapılan söyleşinin oldukça hacimli olması nedeniyle tamamı sitemizde yayınlanmayacak, röportajdan seçkiler sitemizde yayınlanacak, tam metin önümüzdeki aylarda Hukuk Ansiklopedisi Röportaj Serisi’nden kitap olarak yayınlanacaktır.
Keyifli okumalar dileriz.

İnsanlığın Ortak Orospusu Altın ve Anılarım… Ağzımı Hayır’a Açtığım Davalarım
Musal: İki tane kitap yazmışsınız, kitap yazarken bir amacınız var mıydı ? yani; evet benim bunu yapmam lazım mı dediniz mi? Sosyal sorumluluk duymakla mı ilgiliydi? Artık doldum, bunları bir yere kanalize etmeliyim diye miydi? Kendiliğinden gelen bir şey mi yoksa kafanızda tasarlanmış bir şey miydi, daha çok kişiye hitap etmek mi, kalıcı olmak mı gibi hangi düşüncelerle yazdınız bu kitapları?
Senih Özay Röportajı 1: Avukat Olmasaydım Tır Şoförü Olmak İsterdim
Senih Özay: Benim kitap yazma yeteneğim, hırsım, arzum yok! Hiç yok! Bu iki kitabı yazmadan evvel de yoktu, şimdi de yok. Ben birinci kitabı yazarken Viktor Serge diye bir adam duydunuz mu? ‘’Militana öğütler ‘’ diye bir kitap yazdı, bütün 12 Martın, 12 Eylül’ün militanları, bütün yer altı örgüt elemanları o kitabı okurlardı. Militana Öğütler! Ben Bergama mücadelesindeki yaptıklarımı, gördüklerimi, Militana Öğütler kitabında Viktor Serge’nin yaptığı gibi, eğer çevre militanı ortaya çıkarsa , o çevre militanı okur ve belki kullanabilir duygusu ile yazdım.
Dostlarımla hızla toparlayıp onu SOS Yayınlarından bastık, hiçbir kitap yazdık duygusu olmadı, hiçbir hazırlık da olmadı. Tutulan notların toplanmış hali idi. İkinci kitaba gelirsek; ben profesörlerle dalaşmıştım, Ticaret Odasına bir konferans vesilesi ile, beni engizisyon yargıçlığı ile suçladılar, engizisyonda bilim adamlarının kafasını kesmişlerdi ya, yani engizisyon öyledir üstelik bilirim, bilim adamlarının kafasını kesmeciliktir engizisyon!
Senih Özay’ı “Türkiye’nin Robin Hood’u” olarak sunan gazete haberi
Bu Ne Kısırlık Yahu
Tamam ama ben dedim ki orada onlara; siz öyle kötü bilim adamısınız ki, size bir general, bir cumhurbaşkanı telefon etse, laboratuvara kapanıp insanları öldürecek mikrop araştırırsınız, dedim. İnanabiliyor musunuz? Beni bilim adamlarının kafalarını engizisyon gibi kesebilir bir herif gördüler! Halbuki öyle değil, ben onlara demek istiyordum ki, bilim alıp başını gidemez, bilim alıp başını gitmemeli, her ne kadar buradaki birtakım profesörler “Hayırrr bilimin gelişmesinin kuralı alıp başını gitmektir” diyebilirler, derler, ama bana göre, ben, bilimin başını alıp gitmemesi için demokrasiyle memokrasiyle bilimi sınırlarım! Yavaşlatırım! Yayarım! Yoksa laboratuvara gir atom bombasını iyilik olsun diye buldum ben de, ama atom bombası Nagazaki’de Hiroşima’da insanları öldürsün!
Şimdi, benim kitap yazmalarımdaki heyecanım ya da heyecansızlığım bu ikinci kitabı yazarken içinde bulunduğum duygu böyle; avukatım ben, biraz fazla muhalif bir avukatım, pek de muhalif avukat yok, avukatlar da Türkiye’de kitap yazmıyormuş, Faruk Erem yazmış işte… Amerikalı birkaç tane avukat var onlar çok yazıyorlarmış… Bu ne kısırlık yahu dedim…
Musal: Bir Ceza Avukatının Anıları mı?
Aycan: Küçük bir kitapçık.


Özay: “Ben bir tane Ağzımı Hayır’a Açtığım Davalar” diye bir kitap yazayım yahu ben, epey anım oldu benim şeklinde bir kitap oldu bu.
Aycan: İsmi bile çok kibar, ağzımı hayıra açtım derken, aslında ağzıma ne geliyorsa söylemek istiyorum da hadi neyse kibar olayım gibi bir durum algıladım ben. Kitabın adını ilk duyduğumda bunu düşünmüştüm açıkçası.
Özay: Orada da şimdi o ”hayır” kelimesinin içinde de hakikaten de toplumun yarısı muhalif, ben de muhalifim, o hayır; ya da öbür hayır ise, ama el açıp Allah Allah diyenlere de seslenmiş oldum, onlar için de bir şey yapayım, atmosferden, uzaydan bir laf atayım şeklinde bir duygum vardı.
Talk to El Fenix Guest Feedback Survey
Şimdi üçüncü kitabı yazmak diye düşündüğüm, karavanlara kapandığım, 34.000 sayfa notlarımı götürdüğüm, hazırlık yaparken ilkokul defterleri aldığım kitapta, vazgeçtiğim yazamayacağımı düşündüğüm kitapta; aşk, hayat, Çerkeslik, babam, anam, kadınlar var bence…. Ben eskiden yer altı örgütünün avukatı olacak kadar solcuyken nasıl oldu da Yeşiller Partisi kurucusu oldum… Bu devenin bir hörgücü var, solculuk; insanı merkeze koyuyorsun! Devenin ikinci hörgücü; insanın yanına doğayı koyuyorsun. Merkezde bu sefer bu ikisi var! Bu da yetmedi, yaşlandım artık 60 yaşlarına geldim, artık bana üçüncü hörgüç lazım oldu o da ruhsal dünyam var benim yahuuu… “Amma ıskalamışım bunu yahu” var galiba…

Senih Özay’ın Üç Hörgücü
Aycan: Kendinizi ihmal mi ettiniz? Kavga ederken kendinizi mi unuttunuz?
Özay: Aynen!
Özay: Ben bunu bencillik zannediyordum. Kendimle ilgili yapabileceğim güzellikleri bencillik zannediyordum. Halbuki bencillik değilmiş o, o öncelikmiş, yapmalıymışım, yapabilmeliymişim, öncelik bana aitmiş, uçakta bile düşeceğin zaman çocuğuna giydirme şu yeleği filan, önce kendin giy dedikleri gibi; bencillikle önceliği karıştırmamak gerektiğini ruhsal dünyamda anladım.
Musal: Kendinizi tanımlamayı ya da tanımlamakla ilgili şeyleri yeni yeni mi yapmaya başladınız? Kendi dinginliklerimi hissedeyim, yaşadığım bu hayatı analiz edeyim, davranışlarımı “neden böyle davranmışım diye değerlendireyim” mi dediniz?
Senih Özay çevre mücadelelerinde ilk akla gelen hukukçulardandır
Özay: Üçüncü hörgüç çok önemli! Benliğimle buluştum, kendime daha çok özen gösterme, daha çok zaman ayırmaya, kendimle baş başa kalmaya geçtim…
Aycan: Peki, bu zihinle geçmişe gitseydiniz yine aynı şeyleri yaşar mıydınız, acaba bu dinginlikle yine eski kavgalarınızı yapar mıydınız? Yine insanları örgütleyip, örneğin Hopdediksleri boğaz köprüsüne yine de gönderir miydiniz?
Özay: Yine yaparım, yarın da yaparım, kesin yaparım. Buradaki fark şu, dış faktörler ya da yaşanmışlıklar insanın kendi içindeki varlığı ortaya çıkarıyor, kendini tanıma süreci bu. Bunu ancak bir kitap yazarak anlatabilirim içimden çıkarabilirim, belki sanki.
Musal: İnsanın içinde olmayan bir şeyin yaşanmışlıkla ya da tecrübe ile ortaya çıkacağını düşünmüyorum ben.
Statik ve Standart Düşünceyi Reddediyorum
Özay: Benim bu değişik tarzım, andropozofik şeylerim acaba şöyle bir şeyden de beslenmiş olabilir mi? Bir annem var, bir kadın; bir kadın daha var, o da halamdı. Çok samimiyette iddialı bir kadındı. Annemle ciddi surette yarışan bir kadındı. Anlatabiliyor muyum? Düşünebiliyor musunuz bunun insan hayatındaki muhtemel tezahürlerini? Bu tarz bir yetişme tarzı acaba benim hayatımda nelere yol açtı? Bunları düşündüm hatta psikiyatrlarla da konuştum.
Musal: İnsanın robotsal algılama şekli ile mi çalışıyor? Yani öğrendiği şeyleri yeni hayatına tatbik etme biçiminde mi ilerliyor? Sizde de böyle mi oldu?
Aycan: İnsan hayatındaki ya da ruhundaki karmaşa ekstra bir güç sağlıyor diyebilir miyiz?
Özay: Evet, Fransızların bu konuda özellikle filozoflarla veya yüksek edebiyatçılarla ilgili bir değerlendirmesini okudum, benim gibi, demin tarif ettiğim gibi adamları incelemişler; benim gibi adamların, anasından çok babasına düşkün adamların ‘’Daha yaratıcı, daha bilmem ne adam‘’ olduklarını bulmuşlar. Ha ha…
Musal: Mozart hakkında da öyle şeyler söylenir ya. Ruhsal durumla, devlet otoritesiyle ilgili oluşturulmuş olan belgelerin bir anlamının olmadığını anlatıyor bu durum. İnsanın yapısı çeşitli kalıpları oluşturulmuş veya devletin verdiği kimlikle lanse edilebilecek bir yapı değil, kocaman bir ruh, kocaman bir davranış şekli, kocaman bir vazgeçiş süreci içinde boşlukta yaşayan bir sonsuzluk aslında insan! Böyle olunca, yaratıcı insanın kendi seçimleri ile yaşadığı hayatta eleştirilecek bir şey olmuyor.

Aycan: Statik düşünmüyorsunuz, öğretilmiş standartların dışında hareket ediyorsunuz, yukarıdan aşağı devletin ya da toplumun size öngörmüş olduğu kalıpları değil, öğretilmiş lügatin dışında bir hareket tarzı var ve size ondan uzaklaşmayı sağlıyor karmaşa ve kaos! Zaman yönetiminde 9-5 saatlerini ya da, belli zaman dilimlerine sıkıştırılmış bir hayat tarzını yıkıyor, toplumun kurduğu standartları reddediyorsunuz. Doğru mu anlıyorum?
Özay: Reddediyorum! Ama biraz kibarca… Bir şey anlatayım mı ? Avusturya’da yönetmen eğitimi almış baba-oğul geldiler bana… Tanıyorlar da… Belgesel çekeceklerini ve Tanrı rolü oynamamı istediler. Facebook duvarıma yazdım. Şaşılacak şey. Benim muhafazakar çevrem de var. Hiç kimse, ama hiç kimse, yapma oynama, Tanrı rolü mü olur, demedi. Ben bu bana gösterilen bir şey… dedim. Sizce?
Aycan: Reddediyorsun, sonra kendi literatürünü yaratıyorsun, kendi dilini yaratıyorsun, kendi kelimelerini, kendi sözcüklerini, kendi jargonunu oluşturuyorsun ve onun üzerinden mücadeleye girişiyorsun? Eğer toplumsal alanda savaşıyorsan, diğer tarafta yine kendi özel hayatında varsa bir savaş oradaki savaşı da farklı veriyorsun!
Senih Özay’ın Teorik Hukuk Anlayışı
Musal: Siz yapısal olarak, teorik hukuktan daha çok bireylerle ve insani durumlarla çok ilgilisiniz, diye anlıyorum. Siz hukukun sadece teorik olan kısmını değil aynı zamanda fili olan, insan ile ilgili olan ve doğayla bağdaşan kısmı ile ilgilenip hukukun tekrar yaratılmasında veya hukukun işleyişinde rol oynamaya çalışıyorsunuz, yanlış mı düşünüyorum?
Özay: Hatta daha ileri gidiyorum! Marksist tabanım güçlüdür biraz benim, pratiğim de vardır teorim de; normal avukatlık teorim zayıf ama bu dediğim taraf iyidir; altyapı, ekonomi-politik; üst yapı, hukuk, ahlak, din, çocuk, anne, edebiyat, sanat… Hepsi yukarıda… Alaşehir tuğlası gibi ! Aşağıdaki ekonomi-politik dev bir beton iri tuğla gibi duruyor, yukarıdakiler kırmızı kırmızı vasat tuğlalar!
Aşağıdaki dev beton tuğla bir sallandı mı, bir deprem, bir faşizm bir başka rejim sebebiyle, darbe, sosyal batış vesaire, sosyalist devrim bile bir şey olduğu zaman, aşağıdakilerin sülalesi devrilebiliyor, gidiyorlar, saçma sapan şeyler olabiliyor! İşte yukarıda yer alan kırmızı tuğlalardan biri olan hukuk tuğlası bulunduğu yeri beğenmeyerek artık, bulunduğu yeri terk ederek aşağıya gidip, ekonomi politiğin yanına, dev bir tuğla gibi kayda geçmek istiyor, yola çıkmış, yakında gelecek buraya! Colin Powell diye Amerikalı bir zenci var idi…
Aycan: ABD Dış İşleri Bakanıydı.
Özay: Hava Kuvvetleri komutanıydı….
Aycan: Sonra savunma bakanlığı da yaptı galiba.

Hukuk aşağı katmana geliyor, gelecek!
Özay: Savunma Bakanı da oldu galiba evet, Clinton’un bakanlarından biriydi, bu adam İstanbul’a geldi, İstanbul’da bir konferans verdi, konferansta İngilizce yaptığı konuşmanın Türkçe’sini deliler gibi takip ettim, ne diyor bu herif diye, adam dedi ki ‘’Roma Sözleşmesine göre Uluslararası Ceza Mahkemesi kuruldu ama biz Amerika olarak, halkımız olarak, Amerikalı bir çocuğun, bir askerin, başka ülke tarafından yargılanmasına dayanamayız, kabul edemeyiz; ama birkaç yıla kalmaz imzalarız ‘’ dedi, diye… Bu Hukuk Tuğlasına en umutsuz yavaşlamalarda, ters gelmelerde bile şans tanırım ben… Bunu Colin Powel da söylüyor, yani Hukuk aşağı katmana geliyor, gelecek! Ve ben de imzalamak zorunda kalacağım diyor ABD olarak diyor.
Bu konuşmayı ben takip ettim. Bununla ilgili olarak, ikinci olarak da şunu söyleyeyim, bu teoriyi desteklemek için; Clinton bir açıklama yaptı bu konuda, onu da deliler gibi izledim, o da dedi ki ABD olarak şu an çok tepedeyiz, çok yukarılardayız, ama çok yakın bir gelecekte inişe geçeceğiz, dedi. Şimdi de inişe geçmeler söyleniyor, Çin, Hindistan söyleniyor, Trump’la inişe geçildiği söyleniyor, la la la la… Türkiye’nin aşağılarda dolaşması da cabası… Bütün bunları bir ekonomi-politiğe bağlıyor, ben de öyle düşünüyorum.
Hukuk Araç mıdır?
Aycan: Hukuku siz bir araç olarak mı düşünüyorsunuz?
Özay: Evet.
Aycan: Bir çok hukukçunun ise zihninde hukuk şöyle bir şey; hukuk, ekonomiyi, siyaseti, ne varsa aşağıda her şeyi tanzim eden, yukarıda tepede duran şey, devletin bile tepesinde duran; kanunlar, Anayasa, Anayasa Mahkemesi, mahkemeler… Sistem aşağı doğru her şeyi tanzim eden bir kurallar bütünü!
Özay: Yok yav, yutturmaca o! Yutturuluyor! Ona olsa olsa belki Adalet denir…
Aycan: Hukuk bu mudur? Her şeyi tanzim eden üst normlar mıdır? Yoksa hukuk, jeofizik gibi, gemi inşa mühendisliği gibi araçsal bir alan mıdır?
Özay: Hukuk! Bir sınıfın öbür sınıf üzerindeki tahakkümünü sağlayan, tahakkümün sürdürülmesini sağlayan, parlamentosunu, hükumetini, yargı organlarını, hakimini savcısını tutan, birleştiren, zamk olan müessesedir! Lenin denen adam dün bunu dedi! Şimdi Fransızlar devleti tarif ederken artık Lenin’in tarif ettiği gibi tarif etmiyorlar, şimdi ahtapot devlet diye tanımları var ve daha da değişti devletin tarifi. O zaman, senin söylediğin yutturmaca oluyor; beraber yaşayalım, küresel dünyada hakim sınıfla öbür sınıflar çatışmasın, hukuk ekonomi-politiği bile uluslararası sözleşmelerle falan düzenlensin… diyen… nihai olarak… Yok öyle bir şey! Ha arada kaynarken var olur, darbelerde batar çıkar…
Nedir Hukuk?
Aycan: Klasik tanımdır ya; toplumdaki herkesin bir arada yaşamak için oluşturdukları kurallar hukuktur. Biz şimdi bu röportaj sırasında, Homeras’ta, malikanenin sahibi Celal beyle birlikte 4 kişiyiz burada, 10 saat geçiriyoruz şimdi, 10 saati nasıl geçireceğimizi birlikte belirliyoruz, işte mangala davet ediliyoruz, oturuyoruz buraya, güneşin kavurucu sıcağı gelince arkadaki serin tarafa geçeceğiz, sonra gideceğiz arşivin fotoğrafını çekeceğiz, karanlık olmadan fotoğraflar çekeceğiz gibi kendi küçük kurallarımızı hemen kendiliğinden oluşturduk; toplum da birlikte yaşamanın kurallarını hep beraber oluşturuyor, bunun adı da hukuk oluyor şeklindeki klasik tanıma siz inanmıyor musunuz?

Özay: Yahu bu tanımın devlete ihtiyacı var!
Aycan: Hem devlet hemde bireylerin uyacakları tüm kuralların oluşturduğu bütünü kastediyoruz, biz buna hukuk diyoruz, bütün hukukçuların kafasında da bu var aslında, buna göre davranmak istiyor, buna göre uygulama görmek istiyor, ama hayatın realitesi bunun böyle olmadığını gösteriyor, gidiyorsun duvara toslayıp dönüyorsun, demek ki bu değilmiş diyorsun, biz böyle öğrendik ama diyorsun! Biz hukuk fakültelerinde böyle öğrenmemiştik ama diyorsun! Hani ortak kurallarımız vardı? Hani beraber oluşturmuştuk, iki sene önce koyduğun kuralları şimdi kendin uygulamıyorsun diye ağlayarak duvara toslayıp dönüyorsun!
Bireyin, hatta hatta hangi sıfatla olursa olsun devletin memuru olarak çalışanların da bir birey olarak güvencesi hukuk değil midir? Ortak norm, ortak kural, ortak standart herkesin güvencesi değil midir? Tüm bu açıklamalarımdan sonra yine de hukuku bir mühendislik dalı gibi, ekonomi gibi, sosyoloji gibi, basit bir sistem olarak mı düşünmeliyiz maden mühendisliği gibi? Dünyada yeni gelişen süreçlerle ilgili olarak da soruyorum, hayatın parçası mı yoksa yukarıdan tanzim edici güç mü?
Hukuk Kavramına Pirim Vermem, Adalet Kavramına Belki…
Özay: Biraz önce hani benim anlattığım teoride, ben aşağıya ekonomi-politiği koyunca, yukarıda 560 adet kırmızı tuğla var derken, hukuk gibi bir tuğla da var derken, onun diğerlerinden çok daha önemli tuğla olduğunu, çok farklı olduğunu, kendi yerini terk etmek gücünde gördüğünü, yerinden çıktığını, aşağı doğru gelmek istediğini, buralara geldiğini söylerken, hukuka biraz farklı rol biçtim; biçtim ama ben o hukuku kat’iyen ekonomiyi, politikayı, o yukarıdaki 560 tane tuğlayı, sülalesini düzenleme yeteneğinde, düzenleme kapasitesinde bir nane olarak görmüyorum. Belki ‘’a d a l e t‘’ gibi bir sözcükten konuşursak eğer, oralarda biraz daha pirim verebilirim, ama hukuka vermem!
Musal: O konularda zaten gereğinden ya da kapasitesinden fazla pirim vermiş olmak da hukukla ilgili sağlıksız düzenlemeleri getirebilir belki. Örneğin, ekonomi neye ihtiyaç duyarsa hukuk düzeni ona doğru yol alır, siyasal demek hukuk demek olursa o günkü istikrara göre hukuk ona göre düzenlenir, o da hukukun sağlamlığını da etkilemez mi?
Özay: Aynen!
Aycan: Peki, hukukun değişmez katı kuralları yok mu?
Bütün dünyanın kabul ettiği ya da içinde yaşadığımız ulusun kabul ettiği ortak normları yok mu? Bu normlar olmaksızın diğer alanlara daha büyük bir pozisyon verirsen ya da onlara hukukun çizdiği sınırları koymazsan o zaman toplum kaosa gitmez mi?

Özay: Anarşizm!
Aycan: Daha kötü sonuçlar doğmaz mı? O zaman hukuk yeni bir norm koyarak bu kötücül sonuçları gidermeye çalışmaz mı? Hukukun düzenleyiciliğini siz red mi ediyorsunuz, onu anlamaya çalışıyorum.
Özay: Anarşizm derken ve savunurken, benim bacıma tecavüz edecek bir adamı devlet idam edecekmiş ya da hapse atacakmış, hakim cübbe giyecekmiş, önüne sekreter oturtacaklarmış önüne bilgisayara, daktiloya aylarca yazacaklarmış da yazacaklarmış, ceza vereceklermiş onlar, bacım ve benim için… Ben orada değilim! Hiç değilim, öldüreceksem öldürürümdür, ben giderim o adamı, benim bacıma neden tecavüz ettin diye herifi öldürebiliyorsam öldürürüm, onun oğlu da beni öldürebiliyorsa beni öldürür, sizler de ona kaos mu, derseniz dersiniz?
Aycan: İhkakı hak! İntikam!
Musal: Şöyle bir şey düşünebilir miyiz? Herkesin aslında tek bir duygudan oluştuğunu düşünsek, her şey birbirini yeme üzerine kurulu, insan için şefkat çok önemliyse diğer duygular yenerek şefkati öne çıkarıyor, onur, insan için çok önemliyse onuru daha öne çıkarıyor, böyle düşündüğümüzde kendinizi tanımlayabileceğiniz, işte benim için en önemli şey diyebileceğiniz, örneğin kendimi aşma duygusudur veya benim için en önemli olan şey gururdur, diğerlerinden her zaman üstün kalır, diyebileceğiniz böyle özel bir duygunuz var mı?
Senih Özay’ın Meşhur Aşk Testi
Özay: Var var! Şöyle bir duygu var! Size daha bir testim var onu yapmadım daha, bir test yapacağım, cevap verin soruma! Bir kız nehrin karşı kıyısında, yarın saat 17:00’de sevgilisi ile buluşacak, yarın oldu…17:00’ye çeyrek var, kız tam çıkarken, Almaya’dan yengesi geldi, yeğenleri geldi eve, kız çıkamıyor, saat 17:00’yi geçiyor, 5 geçti, 17 geçti, ama bütün kızlar çıkar bak, ve kız çıktı, ama geç kaldı, koştu, nehir kenarına, kayıkçıyı gördü, kayıkçıya dedi ki karşıda sevgilim bekliyor, geç kaldım, beni geçir dedi, kayıkçı ver para geçireyim benim karım kanser, oğlum kanser, para ver ilaç alacağım onlara dedi, kız; ben ama hiç bir şey, para filan almadım yanıma, öylece çıktım deyince, dedi ki kayıkçı, entarilerini ver satarım paraya çeviririm, ilaç alırım dedi, kız bütün entarilerini verdi, kayıkçı onu karşı kıyıya geçirdi, ama geç kaldı, sinirli, gergin, nerede kaldı benim sevgilim diyen o yakışıklı çocuğa doğru koştu, çocuk onu o halde görünce, bu ne hal dedi, itti gitti… Kız yola devam ederek orada bir villa var, ev var, evin kapısını çaldı, o çocuk… bu kızı hep karşılıksız seven çocuk, o çocuğa anlattı her şeyi, beni kabul eder misin dedi, o çok sevdim, hala seviyorum seni ama kabul edemem dedi, kız çıktı oradan, gitti başka bir villanın kapısını çaldı, o villanın sahibi o yörenin profesörüymüş, bilgesiymiş, durumu ona anlattı, o da ona dedi ki, kızım git evine bekle! Şimdi… Sizi bir kızla tanıştırdım, bir kayıkçı ile tanıştırdım, karşı kıyıda bekleyen yakışıklı bir çocukla tanıştırdım, bir de kıza aşık oğlanla tanıştırdım, bir de profesörle tanıştırdım, 5 ayrı kişi ile tanıştırdım sizi doğru mu? Bu 5 kişiyi kendi karakterinizi, kişiliğinizi sığdırarak, haklılık sıralamasına sokunuz; buyurun! Sorunuzun cevabı çıkacak! Sıralamayı yapın şimdi! Sıralamanı hazırla İbrahim, Neyir… Celal sen de hazırla!
Musal: En son sırayı kızın sevgilisine veriyorum, 5 numara o.
Aycan: Neden?
Özay: Niye miye yok bu işte. Böyle şak diye diyeceksiniz.
Musal: Kıza 1 numarayı veriyorum, 2 numarayı o filozof olana kişiye, 3 numarayı kayıkçı kaptana veriyorum, 4 numarayı da diğerine veriyorum.
Özay: Sende durum nasıl İbrahim?
Aycan: Kıza 1 numara veriyorum ben de, kayıkçı 5 olabilir, profesör 2 numara, kıza aşık çocuk 4 numara, diğeri de 3 numara.
Celal: Yaşanılan ülke şartları önemli bence… Benim böyle bir değerlendirme yapmam için önce ülke şartlarına önem veririm ben.(Gülüyor)
Özay: Ha ha ha! Celal, burada bilim numarası yok yahu. Ruhunu konuştur.
Celal: Ben oy kullanmayacağım, vazgeçtim, hepsi de haklı(Gülüyor)
Hangisi: Aşk, Asalet, Onur, Bilgelik
Özay: Burada sen varsın, sen! Sen ister İsveçli ol istersen başka ülkeden ol! Bu bir oyun, bu oyunda böyle politik davranmak yok, kaçak güreşiyorsun!
Celal: Profesör doğru davranmış, kayıkçı zaten haklıdır, ihtiyacı vardır, sevgilisi o yöre halkına göre ben kızı görünce istemem böyle kızı demiş, herkes haklı bence…
Aycan: Sana göre durum nedir Senih abi?
Özay: Ben ikiniz de daha annenizin karnından doğmadan 1968 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde öğrenciyken bana yapılan bu teste, bu sorulara cevap verdim, hiç düşünmeden cevap verdim, aşk dedim, pardon, cevap anahtarlarını söylemedim size değil mi? Kızı 1 numaraya koydum, cevap anahtarı şöyleydi; kız aşka tekabül ediyordu, aşka önem verenler kızı öne alıyordu.
Aycan: Bence orada aşktan ziyade bir asalet bir onur var sanki…
Özay: Onur numarasını kızı çok seven çocuk var ya ona veriyorlar, Profesör akıl, mantık, mantıklılık, akıllılık anlamına geliyormuş, yakışıklı oğlan, kızı çıplak gören çocuk dış görünüşe önem verme oluyormuş, kayıkçı paraya önem vermek, değer vermek, çıkarcılık biraz günübirlik, böyleydi.
Musal: Benim soruma gelecek olursak?
Özay: Para mara salla
Aycan: Aşk bir duygu mu ki? Diğer duygularla kıyaslanabilecek bir statüde değil aşk.
Özay: Şimdi şimdi aşkın duygu olmadığı, aşkın hormonlarla çok yakın ilgili bir şey olduğuna dair yeni bulgular var ama.. İşte aşk bence… Eskiden aşkı kalple açıklıyorlardı…
Aycan: Öfke gibi, sevgi gibi bir duygu değil aşk!
Neyir: Benim sorumun cevabına gelecek olursak; onurla aşk arasında, ekonomiyle aşk arasında veya dış görünüşte aşk arasında… Bir tercih etmek zorunda kalırsam ben aşkı tercih ederim diyorsunuz.
Senih Özay ile yapılan röportaj devam edecek