Ana Sayfa » Hukukbook » Senih Özay Röportajı 4. Bölüm: Mahkeme Salonu Dans Pisti Gibidir 

Senih Özay Röportajı 4. Bölüm: Mahkeme Salonu Dans Pisti Gibidir 

Senih Özay Röportajı 4. Bölüm: Mahkeme Salonu Dans Pisti Gibidir 

Senih Özay Röportajının dördüncü bölümü sunulmaktadır. Röportajın birinci, ikinci ve üçüncü bölümlerini ilgili sayfalardan okuyabilirsiniz.

Senih Özay büyük bir hukukçu…
O bir yazar
Sıra dışı bir entelektüel
Kuşların avukatı, balıkların avukatı…
Zorda kalanların, zayıfların, çevrenin, doğanın, kirletilen havanın, suyun, kesilen ağaçların avukatı

İnsanlığın Ortak Orospusu Altın” ve “Anılarım… Ağzımı Hayır’a Açtığım Davalarım” isimli kitapların yazarı, aktivist, çevreci ve bir hukuk dehası Avukat Senih Özay ile geniş bir söyleşi gerçekleştirilmiştir. İzmir’de, Bornova sırtlarındaki Homeros Vadisinde gerçekleşen söyleşiyi Hukuk Ansiklopedisi okurlarına sunmaktan mutluluk duyuyoruz.

Söyleşi, Hukuk Ansiklopedisi röportaj ekibi tarafından gerçekleştirilmiş, gün boyu süren sohbet esnasında Celal Akgünlü de hazır bulunmuştur.

Aycan: Evrenselcilik çözüm mü?

Musal:Efendim Alaşehir’deki üzümü siz bozmayın, orada sıcak su kaynakları oluşmasın, o üzüm çeşidi bozulmasın, çünkü o üzümden dünyada başka bir yerde yok, bu yüzden size biz işte bizde olan ve sizin ihtiyacınız olan kilovatı şu kadar daha ucuz enerji satalım, verelim, çünkü o üzüm de bizim de hakkımız var, biz istiyoruz, bize lazım ve orada yetişen üzüm bütün dünyanın malı, başka yerde yetişmiyor, gibi şeyler düşünülebilir belki, ya da neler olabilir? Hayal ettiğiniz şeyler var mı? Şöyle bir teşkilat kurulması lazım, bir organizasyon, bir komite, yetkili bir organ…

Özay: Şimdi bakın, iyi niyetli insanlar var her yerde. Amerika’da, Fransa’da, Japonya’da. Her yerde… Hatta bunlar paralı, pullu da insanlar tabii… Şöyle şeyler düşünmüşler, hareketlenmişler.

Bir; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi yapalım, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kuralım demişler, kurmuşlar, gidiyor… Ama tabii ki politikadan çok etkilenen salaklıklarıyla beraber gidiyor.

İki; Roma Sözleşmesi yapmışlar, Roma Sözleşmesinde UCM diye Savaş Suçlarını yargılayacağız bu mahkemede demişler, bir tane başsavcısı var, bu başsavcı sayesinde ancak harekete geçebilir, bu başsavcı harekete geçirmiyor ki hiç! Cılız götürüyorlar bu işi!

Üç; Birleşmiş Milletlere bağlı Hollanda’da, Lahey’de Adalet Divanı var, bu da dünyadaki ne bileyim devletlerle devletler arasındaki ilişkilere bakan, savaşlar olmasın diye çalışan bir örgüt! Uluslararası yargı örgütü…

Parantez açalım; Lahey Adalet Divanına ben sizin ana sözleşmenizi çok iyi biliyorum, J.J. Rousseau’nun Sosyal Sözleşmesine dayalı bir ana sözleşmeniz var, bununla ilgili bakıyorsunuz her şeye, bu eksik bence, gelin bunun altına Doğa Sözleşmesi diye 2 numaralı bir sözleşme koyun, ikisine de bakarak yargılama olsun, mesela Türkiye’de, dünyada yılanların, horozların, babil bahçelerinin avukatıyım ben, bunlar savaştan hoşlanmıyorlar, savaşı durdurun diye dava açmıştım. Davalılar da dünyadaki bütün devletler! Böyle kılıklı Lahey’e dava açmışım ben!

Musal: İsterseniz sizi şöyle alalım, rakıları şuraya koyalım

Celal: Güneş geliyor yavaş yavaş geçelim o tarafa.

Aycan: Siz buraya geçin ben buraya geçeyim. Rakımı alırım ben.

Özay: Celal, bu adamın rakısını uzatsana yahuu! İbrahim iççç! Celal sen niye içmiyorsun, niye çocuğa rakı vermiyorsun, günde 8 saat rakı içiyorsun sen… İyi tanıyorsun bu mereti.

Aycan: Tamam içeyim, ben hızlı içiyorum biraz, sen içmiyorsun ya o bakımdan.

Küresel Bir Mahkeme Gerekli mi?

Özay : Nasıl gidiyor konuşmamız, hiç  değerlendirmiyorsunuz.

Musal: Harikaaa.

Aycan: Yavaş yavaş damardan girmeye başladık.

Özay: Oğlum, Lahey Adalet divanına bir gün gittiğinde, oradan bana mesaj çekerek, “Baba senin Lahey Adalet Divanında bir davan vardı, bana bir görev veriyor musun bir şey yapmamız lazım mı?” dediğinde, işte ben de ona ‘’Git hakimlerle görüş, nasıl bakıyorlar olaya‘’ dediğimde, bana dönmüş ve demişti ki; “Baba, görüştüm tek tük hakim böylesi hayvanların, bitkilerin de Davacı olabilmesine sıcak bakıyormuş” dedi. Muhteşem bir şey değil mi? Siz söyleyin!

Avrupa Birliği Adalet Divanı

Yılanlara avukat olsun diyoruz, onların hukuku olsun diyoruz, sizin söylediğiniz gibi evrendeki üzümü, Manisa’nın üzümünü İsveç’li adamın kadının da yeme hakkı var falan diyoruz…

Dört; bir de Avrupa Birliğinin özel bir mahkemesi var, Avrupa Topluluğu Uluslararası Mahkemesi, Lüxemburg’da! Avrupa Birliğinin sorunlarına bakıyor, mültecilerin sorunlarına bakıyor, pasaport vize… Şimdi kaç tane saydım? Ha Şimdi, birkaç  ay evvel Paris’te, hatırlarsanız eğer, iklim konferansı yapıldı. Bu konferansın en önemli yan gündemi Küresel Çevre Mahkemesi kuralım mı oldu!

Bugünlerde beşinci yada altıncı Uluslararası Mahkemenin ayak sesleri, beklenti bu… Ben bunun üzerine Barolar Birliğine başvurdum, dedim ki, bu Paris toplantısındaki bu gündem bütün dünyanın, baroların, barolar birliğinin desteğini alırsa, tamam tamam derseniz bu olur, bu kurulur işte! Kötü mü olur? Başka yapılar, diğerleri yarım mahkeme…

Aycan: Hakem gibi birşey… Devletlerarası hakem mahiyetinde…

Musal: İcrai yeteneği yok vesaire, tazminata hükmediyor ama icra edemiyor.

Benim  Umudum Var!

Özay: Hakem heyeti gibi bir şey denebilir, cılız belki ama, bunların olmamasındansa bunların olması ve bunların  gelişmesi beklenir… Ama istikameti güçlüye yarayışa değil… Bizdeki bazıları bile yeni yeni Birleşmiş Milletler veya güvenlik konseyinin üyeleri ki, işte 5 tane devlet nasıl olur da dünyayı yönetir diye haklı laflar söylüyorlar! Sadece Amerika, Çin, İngiltere, Rusya ve Fransa’nın güvenlik konseyini oluşturmasına! Bunların bir tanesi hayır dediği anda hiçbir karar hayata geçemiyor, böylece 5 tane devlet 200 küsur tane dünyanın devletini yönetiyor oluyor, buna karşı çıkışlar gerekiyor ve başlıyor da, benim  umudum var! Beğenirsiniz beğenmezsiniz! Bu gelişebilir diye bir umut olmalı! Kötü İç siyasetleri ıskaladım şimdilik tabii…

Musal: Bir mahkeme, küresel bir mahkeme mesela Paris’te dediğiniz gibi olabilir. Belki de çok işlevsel olabilir, yani buradan sizin dava açıp ben buradaki çam ağaçlarını kesenleri şikayet ediyorum, çam ağaçları adına avukatım, tedbir kararı istiyorum durdurun dediğinizde buna yanıt verebilen, icrai yeteneği olan bir mahkeme…

Burjuva Devlet Cihazının Bütün Kötülüklerin Anası Olduğuna İnanıyorum

Özay: Şöyle baktığımı düşünün, bunun bir teorik yanını,  şeyde bulurum; kimdi o, Alain Delon’un bir filminde vardı, dünyada her ülkede ayrı ayrı devrim değil, dünyada tek devrim olacak diyen adamın adı neydi? Troçki! Troçkizm bu soruya siyasi planda cevap verir ancak! Teorik siyasi planda!

Almanya’da Fransa’da, devrim beklenirken Rusya’da Lenin ile devrim patlarken, Troçki’nin bu işte yanlışlık var, olmaz, dünyada tek bir devrim beklemek lazım deyişi var, ben Troçki’ye de yakınım ama daha çok bu röportajda benimle ilgili şöyle bir büyük cümle isterim, yer alabilirse, mahzur görmem, “Burjuva devlet cihazının bütün kötülüklerin anası olduğuna inanıyorum.” Devlet cihazının!

Bir süre İstanbul’da da bulunan Lev Troçki

Ama bunu yıkmak isteyen proletarya devlet diktatörlüğü kuracağım diye koşuşturan sol devrimci dünya görüşünün de “Ulan bana bir burjuva devlet cihazı gibi bir proleterya devlet cihazı ile tanıştıracaksın, bu çok lüzumsuz, çok saçma, bana devlet cihazı tanıştırmadan gel, bana devlet cihazı adı verilen naneyle gelmiyorum diye gel” diyen bir siyasi harekete, sola benzeyen, anarşizm denebilir buna. Mihail Bakunin’in anarşizmi denebilir buna. Böyle bir siyasi görüşümün olduğunu söylemeliyim.

Aycan: Bir de komünizmin son aşamasında, doğal, mahkemesiz, devletsiz kendiliğinden yürüyen bir toplum hayali var ya, belki oraya daha yakınsınız?

Özay : Haa haaa… Onu bana gösterecekmiş de sonra öbürünü verecekmiş! O zaman sen bana diğerini gösterme hemen onu göstersene diyorum!

Bir Çevre Partisi Şart 

Musal: Hep böyle insanları bir araya getirebilecek olan sistemler kurma ve bu sistemler üzerinden de aslında iktidar güçleri oluşturmaya yönelik olan çalışmaları görüyoruz sürekli her yerde, bu dinle oluyor yada başka bir şeyle oluyor ama, doğayla ilgili olan ve bunun da bir mahkemesi ve yaptırımlar düzeni, işte bir doğa anayasası, büyük bir yasası gibi bir şey oluşursa bu en büyük ve aynı zamanda evrensel açıdan birleştirmeyi de beraberinde getirebilir diye düşünüyorum, bilmiyorum katılıyor musunuz?

Özay: Ben, hem katılıyorum hem de şu sıra Türkiye’de yapılan korkunç bir atağı sırasında, özellikle dünyada da olabilir, Türkiye’de, bu partiler yerine böyle senin anladığın anlamda bir partiye ihtiyaç olduğunu, böyle bir partinin şansIı olduğunu düşünüyorum. Böyle bir siyasi partinin hani Yeşiller Partisi gibi, Çevreci Parti gibi, Doğa Partisi gibi, Üzüm Partisi gibi, böyle bir partinin bu önümüzdeki 10 yıl, 20 yıl kadarlık süreçte, tam da senin söylediklerine, benim söylediklerime değen, dokunan, bir siyasi hareket  olabilir, hareket tutar yani! Koşullar var, koşullar uygun!

Aycan: Sizin Bergama’daki çevre hareketi çerçevesinde yaptığınız çalışmaları daha sistemli yapacak bir partiden bahsediyorsunuz sanırım. Bir parti olsa daha etkili mi olur?

Özay: Bergama’daki Sivil İtaatsizlik  konusunu çözmek için Genelkurmayda toplantılar yapıldı, bütün müsteşarlarla… Bunları, yani bizi nasıl durduralım diye, hatta aralarında subay psikiyatristlerin katıldığı toplantılar yapıldı.

Aycan: Yani bu olaya hükumetin dışında askeri cenahta mı müdahil olmuş? Bu kadar önemli miymiş, buraya altın madenini kurmak çok mu önemliymiş?

Bergama Çevre Hareketi 

Özay: Evet çok önemliydi, tabi canım buraya generaller geldi! Hava Kuvvetleri Komutanı Cumhur Asparuk diye bir adam vardı, o yönetiyordu cephesini. Altın çıksın diye, İzmir’e gelen orgeneraller Bergama’ya geldiler, eşleri ile beraber geldiler, onlara madende  altın hediye edildi. Biz de tabi, durmadan hukuken İzmir valisine dalaşıyoruz, İçişleri Bakanına dalaşıyoruz, generallere dalaşıyrouz, her yere saldırıyoruz, korkunç! Ve ben Sivil İtaatsizlik dersi aldım sayılır ya Bursa’da, Uludağ’da! Sivil İtaatsizlik meselesi biraz daha büyüyünce devlet ürktü ki bu söylediğim müsteşarlar, psikiyatristler toplantı yaptılar.

Mesela ürkmenin şöyle haklı bir nedeni vardı, Sayım günü sokağa çıkılmayıp insanlar sayılıyordu ya eskiden, bir iki adam ya da kadın elinde kocaman bir defter, seni sayıyorum adın, soyadın, işin filan diyorlardı. O zaman bu konuyu düzenleyen iki tane kanun vardı önemli, Nüfus Kanunu ile İstatistik Kanunu gibi bir şeydi…

Şimdi adlarını unuttum… Bu iki kanuna göre kendimi saydırmazsam eğer, cevap vermiyorum işte dersem eğer, başıma ne gelir? Onu öğrendim. 550 Lira para cezası gelir yazıyordu galiba, ama para cezasına karşı savcılıktan gelen ödeme emrine karşı bunu ben ödemiyorum dersen bu ceza iki katına çıkıyordu, bunu da ödemezsen cezaevine girersin, geceliği 10 Lira idi o zaman, yani 110 gün yatarsın, 1100 Lirayı ödemiş olurdun.

Senih Özay’ın Hayali: Doğa ve Toplumla Uyumlu Bir Hukuk Sistemi

Bergama’da biz, 1 gece yatanlar 1090 TL ödeyip çıkarlar, 5 gece yatanlar 1050 TL yatırıp çıkarlar  dedik müvekkillerimize… Bazı ablalar 110 gün yatacağız diye tutturdular. Böyle bir hukuki rejim vardı. Ben bu rejimi Bergama’daki köylülere öğrettim, ve Bergamalı köylüler, 4.000 köylü, nüfus sayımında ben yokum dedi. “Siz benim mahkeme kararlarımı saymıyorsunuz, bende nüfus sayımında kendimi  saydırmıyorum, yoku” dediler.  Devletin bu sayma numarasına biz de sizleri saymıyoruz, dediler! İşte bunun üzerine Savcı, o anılan parayı istedi, cevap verdirmedim, para cezası çıkardı, şimdi 4.000 kişiye… Ödemediler. Zorunlu olarak mahkemeye ceza ve hapis için dava açıldı.

Aycan: Toplu dava mı yoksa birebir hepsine ayrı ayrı davalar mı açıldı?

Nüfus Sayımına Katılmayanlar Beraat Etti

Özay: İşte, çok sanıklı dava… İnanamazsınız, cezaevine almaları gerekirdi, talepsiz zorunlu, ürkerek tecil ettiler. Kanun açık, bunu yapan adama iki katını verirsin, vermiyorsa parayı hapsi yatar vesaire! İşte yani bunu 1 Milyon kişi yapsa ne olur? Ya bunu  başka milyonlar benimserse? Ne demek istediğimi anladın değil mi? Korkunç!

Şimdi  bir alt kategoride, devletin anketine cevap vermeyenlere yasal 1130 TL mi ne ceza veriliyor. Cem Yılmazın kız arkadaşı olan hanım Anayasa mahkemesine kadar gitti ve ceza parası düşük, hak ve özgürlükler ihlali olmuyor diye red kararı ile sonuçlandı onunki…

Aycan: Başka suçlarda da var bu! İşte hakaret suçunda, işte propaganda suçuna muhalefet gibi yada başka başka! Yüzbin kişi bunu yapsa ne yapabilir hukuk? Bir ara çocuk suçlular konusu vardı 10 sene önce falan, binlerce çocuk suçludan bahsediliyordu. TBMM o zaman çare aramıştı.

Özay: E o kadar kalabalık olursan ondan sonra bu olay suç değil şekline dönüşüyor. N’aber?

Musal: Evet, bu çok ilginç bir şey, bir şey suçken işleyen çoksa, kalabalıksa suç olmaktan çıkarıyorlar, toplumsal kabul ya da bir arada tutmak için ya da işte…

Aycan: Fiili imkansızlık hali yaratılmış oluyor aslında. Senin koyduğun kurallara çok kişi karşı çıkarsa kurallar daha çok sorgulanır, onların kuralına dönüşür; işte bu sorguyu önleyebilmek için, düşünmesin, insanlar düşünmesin, sivil itaatsizlik konusunda düşünmesin mi isteniliyor? Hangi konularda sivil itaatsizlik yapılabilir, nerede başlarsınız itaatsizliğe gibi konulara toplum kafa yormasın mı isteniyor?

Çevre Düşmanları Şimdi Yandı- Gazete Haberi

Özay: Evet, onun kuralına dönüşüyor artık!

Aycan: Suç ve ceza felsefesinin bir mantığı var ya; toplumun çoğunluğunun kriminal gördüğü olay suçtur, toplumun tamamının, bu eylem suç değildir, ben de işliyorum, dediği yerde o eylem suç olmaktan çıkıyor, aslında sosyal bir gerçekliğe dönüşüyor.

Çok Yaramazlıklar Yaptım

Özay: Dur! O zamanın Bergama savcılarını ben şikayet ettim, benim büroma bir adam geldi, Bergama’nın bir ağır ceza reisiymiş, oturdu bilgisayarın başına, benim ifademi aldı, ben hiç böyle bir şey görmemiştim o zamana kadar! Benim odamda bilgisayarda, sekreter bile yok, o iki savcıyı şikayet ettim diye…  Yazdı yazdı… Siz o iki savcıyı şikayet ettiniz, hala şikayetçi misiniz, ısrarlı mısınız, ne yapalım şeklinde…

Aycan: Ne güzel işte, neden savcıları şikayet ediyorsunuz ki?

Özay: Yok bu tecilden önceki aşama… Savcılar davayı niye açmıyor açsa ya, müvekkillerimi hapse atsa ya, diye şikayet ediyorum. Bu olay nedeniyle… Görevi ihmal ettiler diye! Bu olayda görevini niye yerine getirmiyorsun diye… Çok yaramazlıklar yaptım, böylesi.

Musal: Bunlar da sizi enerjik tutuyordu sanırım.

Özay: Evet, bunlar bana yarıyordu tabi!

Enerjimi Çerkesliğime ve Solculuğuma Bağlarım

Aycan: Ama bu bu enerjinin bir kaynağı var, kaynak biraz gençlikteki solculuktan gelen bir şey bence.

Özay: Ben onu Çerkesliğimle beraber solculuğuma bağlarım çoğu zaman.

Aycan: İtiraz etme gücü ve enerjisi bence solculuktan geliyor! İtiraz etme gücü ve enerjisi birkaç defa yaparsın, sonra tükenir, yıldırır devlet seni, ya da insanlar yıldırır, mahkemeye gidersin durdururlar, sol damarın gücüne bağlıyorum ben, Çerkeslikteki inat işe yarayabilir, ama o dinamizm solculuktan geliyor kanaatindeyim.

Özay: Bir de belki üçüncüsü de olabilir, bende ya aşağılık kompleksi ya yükseklik kompleksi var, psikologların inceleyeceği bir şey bu, bir kompleks olmalı ki ben ısrar ediyorum, koskoca devlete, kendi kendime de söylüyorum devletle dalaştığımın farkındayım, devletin beni yiyeceğini biliyorum, beni mahvedebilir, ben devletle dalaşıyorum ama devletin canavar gibi dev olduğunu biliyorum, ama ben devletin burnundan girmek istiyorum, sinek olmak istiyorum, gözüne girmek istiyorum, ben onun tırnağını sökmek istiyorum, ben onun yumurtalığını sıkmak istiyorum. Anlatabiliyor muyum?

Aycan: Bu söylediklerinizi uzun yıllardır tekrar ettiğinizi biliyorum. Televizyonlarda da söylediniz bunu. Biraz acımasız değil misiniz?

Özay: Hayırr! Yok! Devlet kavramının, Tüm Devletlersel, genel eleştirisi bu… Biz devletin hukukunu kullanarak devletin yanlışlarını ortaya çıkarmak amacıyla yaptığımız bir savunmayı tanımlıyoruz, bir savunma modelidir bu! Avukatlık Kanunu bize böyle bir hakkı bahşediyor! Bilim insanlarının bilimsel tanımlarında da var ya bu. Kaliteli yargıçlar bunu biliyorlar.

Karayoları Trafik Suçlusu- Gazete Haberi

Musal: Çok dalaşan insanlar hakkında, diğer insanlar tarafından bir algı oluşuyor, deniliyor ki, o öyle yapar! Belli bir süre sonra etkinliğini yitirme ihtimali de oluşuyor; buna karşı siz ne düşündünüz? Etkinliği yitirilebilir diye, gerçekten ciddi şeyler, mevzuata uygun şeyler, bu nedenle bunları yapıyorum ama, insanlar da fark etsin diye, kendilerine çeki düzen versin diye yapıyorum ama, nasıl olsa Senih bey gelince böyle yapacaktır gibi düşünürlerse…

Senih Özay: Devlet Küçülsün, Hatta Yok Olsun
Yeni Bir Şey Bulmak, Üretmek Gerek, Bu Mümkün!

Aycan: Delidir ne yapsa yeridir, fazla da ciddiye almayalım bunu, idare edelim gibi anlayışlar gelişebilir. Her yerde zaten böyle davranıyorsunuz diyebilirler. Algınız geçimsize, huysuza dönüşebilir. Derler ki sana; yatırım yapmak için dünyanın her yerinde ağaçlar kesilir, fabrika kurmak için gerekirse ormandan fedakarlık yaparsın, baraj yapmak için suyu kesersin, dereleri de kurutabilirsin, ekonominin gereğidir, milyonlarca insan var, bunlar sesini çıkarmıyorlar da alemin akıllısı sen misin? Devletin mahkemesini meşgul etme, burada sistem böyle, işimize gücümüze engel olma, bürokrasiyi tıkama, herkesin işi var gücü var, zamanımızı çalma diyebilirler. Zamanla hem devlet katında hem toplumsal gruplar katında hem de bireyler olarak seni suçlar duruma gelebilirler, meşruiyetinizi sorgulamak için sizi ciddiyetsizleştirmeye çalışabilirler…

Özay: Çok doğru, fakat ben Kaviliye de söylüyorum, Kavili uzun konuşma yeteneğine çok uygun bir avukatsın muhakkak, bir saat, 3 saat  konuşabilirsin, bu mümkün. Hatta bayıldım, bir filmin birinde, Burtlan Cesterdi idi sanırım, bir avukat iki gün iki gece savunma yaptı ve bayıldı. Tarihte örnekleri de var bunun, ama o kadar uzun konuşma yapma! Ama bazen başka türlü, bazen daha başka türlü yaparak asıl onu öne çıkarmak, onu kullanmak, yeni bir şey bulmak, üretmek gerek, bu mümkün! Ben bunu söylüyorum.

Mesela Tahsin Şahinkaya’ya, Kenan Evren’e 300 soru sordu Kavili, tabi bunların mesela 41 tanesi sorulup kamuoyunda çok tartışılsaydı daha iyi olmaz mıydı diye düşünmüşümdür. Ne demek istediğimi anladın mı? “Sizin eşinizin adı ne?” dedi mesela! Muhteşemdi! Hiçbir soruya yanıt vermeyen Tahsin Şahinkaya karısının adını da söyleyemiyor, işte bu zeka! Ya da bu çapraz sorgu…

Ömer Kavili Çok İyi Bir Sorgucu ve Çok İyi Bir Avukat 

Büyük bir hukuk profesörü var, yaşlı! O adamdan aldı dersi Kavili! Ve bir Amerikalı hukukçudan… Çapraz sorguyla ilgili öğrendiğini. Uygulama konusunda hepsinden daha iyi ama bence, Amerikalı’dan da iyi, profesörden de iyi, hepsinden iyi! Kavili uzun konuşabiliyor, hem de işte böyle “Karının adı ne?” tarzı sorular da sorabiliyor! O zavallı da avukattan talimat aldı, ona konuşma dediler, sus dediler ona! Şimdi adam susmak istiyor, susma hakkını kullanmak istiyor, ama karısının adını da söyleyemiyor!

Avukat Ömer Kavili ve Senih Özay bir arada

Aycan: Ofsayta düşürüyor!

Özay: Korkunç! Yani, değişik değişik hareketler, mesela artık Kavili şeye de geçti, ben şimdi canım ayakta konuşmak istiyor; buna geçti! Bazen, hani hakimle dalaşıyor ya; hakimler onun ayakta konuşmasını istiyor ama o oturarak savunma yapıyor, buna karşı çalışıp oturma hakkı elde etmişken, şimdi de ben artık oturacağım diyor! Bazen vücut ve beden dilim ayakta durmamı gerektiriyor, ayakta konuşmam gerektiği için ayağa kalktım diyor; şimdi o da anladı, o iyi bir avukat! Şov yanını ıskalayalım.

Aycan: Hakimler şimdi artık alıştılar, oturabilirsiniz, oturun lütfen avukat bey, avukat hanım diyorlar. Yahu, şimdiye kadar oturdum, şimdi oturmak istemiyorum, ben kalkmak istiyorum, ayakta konuşmak istiyorum, çünkü sen yüksek yerdesin zaten, ben ayağa kalkacağım ki göz teması kurabilelim, aynı seviyeye gelelim, değil mi ama?

Mahkeme Salonu Dans Pisti Gibidir 

Musal: Ciddiyetsizlik halinde görülebilmekle ilgili Konfüçyüs’ün bir sözü vardı; “Çizginin gerisinde kalmakla o çizgiyi aşmak aslında aynı şeydir”; her şeyi kararında bir şekilde yapınca, kişilere de ciddiyetsizlik damgası vurulamaz!

Özay: Onun inceliğini bilirsen ona göre davranıyorsun, ya oraya ya oraya savrulacağına, iyi bir dansçı gibi davran! İyi bir müzikal… Bunların hepsini topluca kullan! Amerika’da çok genç bir adam var; Derek Thomson adı… Bir kitap yazdı, Obama gibi diyor bir sözü diyor, üç kere tekrar edeceksin! Bazı insanlar, halk için, halkın önünde gibi laflar diyorlar ya… Orada 3 kez halk sözcüğünü kullanmak önemliymiş! Obama da yaparmış bunu! Başkaları da yapıyormuş! Bütün bu yöntemlerin etkililik adına önemi var, ama dans.. dans.. dans!

Aycan: Alışılmışın dışına çıkmak da etkili galiba, insanlar şovu sever, mesela iyi konuşan hatip bu coğrafyada tutulur, tabi kararınca ama, belki sizin konuşmanızı susturmaya çalışan yargıç bile belki içten içe hayranlık besliyordur kim bilir.

Özay: Mesela, hakimler benim hakkımda şöyle konuşmuşlar, beni çok onore etmişti; demişler ki “Senih Özay bir davada varsa, müvekkili otomatikman haklıdır, o kesin haklıdır duygusuna kapılıyoruz” demişler, bu adamın müvekkili haklıdır, belki de daha haksız tarafın avukatlığını yapıyorum ama, kötünün avukatıyım belki de; ama ona öyle geliyor, haklı gibi geliyor, güven duyuyor, iyi taraf olduğuma inanıyor. Ama ben de yüzde 99 ona gayretliyim ama…ha…

Gazete Haberi- İşkenceye Son Verilsin
Senih Özay ve Turşucu Davası 

Musal: Bir de şu olabilir, kendisinin çok önem verdiği insan hakları, hayvan hakları, doğa hakları gibi konularla bağdaşan bir kişilik olunca, zaten haklıdır gibi bir duygu da oluşabilir.

Aycan: Anılarınızı yazdığınız kitapta, davalara bakarken bir davaya çok güldüm.

Özay: Çanakkale davası mı, cinayet?

Aycan: Yok, asansörde tanıştığınız var ya!

Özay: Turşucu davası! İngiltere’den dönen turşuların davası! O davada hakimlerle olan diyaloglar ha ha…

Aycan: Anlatır mısınız lütfen?

Özay: İngiliz profesörleri, İngiliz insanı bu turşuyu yemez diye ihracattan iade ettiklerine göre Türkiye’de biz de sayın yargıç, Türk insanı bunu yiyebilir mi? Böyle demiş ve araştıralım demiştim. Türk bilim adamları bu turşuyu inceleseler de Türk insanı yer derlerse yiyecek, yiyemez derse yenmeyecek!

Bilirkişi incelemesi yapalım dedim, peki dediler, profesör heyeti oluştu, heyete götürdüm, dönen teneke turşularını… Yoksa turşu tenekeleri miydi onlar? Gösterdim, laboratuvara götürdüler, laboratuvardan “Bunu Türk insanı yiyebilir ” kılıklı  bir rapor geldi.

İngiliz’in Yemediği Turşuyu Türk Neden Yesin?

Şimdi duruşmadayız, televizyonlar ve gazeteciler var ama; çağırmışım; duruşmada ben dedim ki; Sayın Yargıç, ben raporu okudum; çünkü soracak okudunuz mu diye bana, tebliğ edecek falan ya; ben onu okudum dedim, İngiliz bilim adamları ile Türk bilim adamları arasında bir çelişki doğmuş oluyor, İngiliz insanı yemez demiş oldular, Türk insanları yer demiş oldular, efendim bu olay için biz uzaydan bilirkişi celp ederek bu çelişkiyi gidermemiz lazım dedim…

Aycan: Ciddi ciddi söylüyorsunuz değil mi?

Özay: Böyle söyledim aynen, ciddi ciddi! Ve sürdürdüm ciddiyetimi! Öyle bozuldu ki Reis, napıyorsunuz siz dedi, efendim ben sürdürüyorum iddiamı dedim, ben dedim, gelecek duruşmada Hürriyet gazetesi şu köşeye, falan Tv şu köşeye… Diğer köşeye de iri yarı bir adam getirmek istiyorum, başpehlivan ordulu Mustafa gibi iri yarı bir adam getirmek istiyorum dedim. Dev bir adam! 70’lik rakıyı susuz yuvarlayabilen bir adam! Ordulu Mustafa gibi adam bir de ince zayıf bir adam…

Turşuları yedirelim bakalım ikisine diyeceğim; reis bozuluyor, bir şeyler söylüyor bana; üye onu uyarıyor ama! Dalaşma diyor! Akın Bey diye iyi bir yargıç var, birazcık beni tanıyordu da, başkanı uyarıyordu! Ve hakikaten İbrahim ben o duruşmada neler yaptım yahuu! Dava o kadar karıştı ki, oradan çıktık turşuların sahibi var ya! Turşuların sahibi olan adam korktu; abi dedi iş para davasından çıktı dedi, bu iş nereye gidiyor, davayı bırakalım dedi adam!

(Senih Özay ile devam eden Nehir Söyleşi burada sona ermiştir. Söyleşinin devamı ilerleyen zaman diliminde kitap olarak Hukuk Ansiklopedisi okurlarına sunulacaktır.)

Bunu okudunuz mu?

Mülteci Hukukunda Çocukların Statüsü

Mülteci Hukukunda Çocukların Statüsü isimli eser, Gedik Üniversitesi Öğretim Görevlisi Nurşin Küçükyazıcı tarafından yayına hazırlanarak …