Sivas Katliamı Davası (30 Yılın Kısa Öyküsü) / Şenal Sarıhan
“Hukukun üstünlüğü demek, Bireylerin, insanlık onurundan yararlanmasını sağlamak için gerekli oldukları tartışılmayan prensipler, müesseseler ve usuller demektir.”
(Milletlerarası Hukukçular Komisyonu, 1953-Yeni Delhi toplantısı)
Neden Sivas?
12 Eylül 1980 darbesi, demokratik hak ve özgürlükleri neredeyse biçip geçmişti. Olağanüstü dönem resmi düzeyde sonlanmıştı. Ancak dönem, kamusal ve özel alanda ciddi bir tahribat yaratmıştı. Bu sürecin kısa sürede atlatılamayacağı açıktı.12 Eylül, pek çok alanda olduğu gibi laiklik alanında ülkeyi içinde bulunduğu noktadan çok gerilere taşımıştı. Bu durum, dine dayalı bir toplum özleminde olan bir parti TBMM’nde yer almasına da yol açmıştı. Çiller – İnönü Koalisyonu hem antidemokratik yasalarla hem de gericiliğin iktidar düzeyinde yarattığı ciddi kadrolarla kuşatılmış bir yürütme üzerine “iktidar” olmuştu.
Olağanüstü dönem, ilerici güçlerin mücadelesi ile sonuçlandırılmış olmasına karşın demokrasi güçlerinin önünde henüz alınacak çok büyük bir mesafe bulunuyordu. Ancak,12 Eylül’ün büyütüp beslediği gerici güçler de boş durmuyorlardı. Daha önce elde ettikleri mevziyi kaybetmemek için harekete geçtiler. Her dönemde sarıldıkları iki silahla yola çıktılar. Halkı birbirine düşman etmek için inançlar ve etnik kökenler üzerinden ayırımları tırmandırmaya çalıştılar.
Şunu unutmayalım ki, iki Türkiye var. Biri aydınlanmış Türkiye, diğeri geleneksel dini değerlere bağlı taşra Türkiye’si. Ne yazık ki bu ikinci kesim, geçmiş deneyimlerde de görülebileceği gibi dini fanatizmleri güçlü Şeriatçıların, kolayca harekete geçirebildiği bir alan oldu. Özellikle Alevi-Sünni ayırımı üzerine inşa edilen gerici politikalar,12 Eylül öncesinde Çorum, Kahramanmaraş, Sivas ‘da büyük katliamlara yol açtı. Çok sayıda aydın katledildi. Aydın katliamları, 12 Eylül’den sonra da durmadı. 2 Temmuz 1993 Sivas katliamı, gerici ve çoğunluğu illegal olan örgütlerin amaçlarını gerçekleştirme yolunda planlı ve organize bir eylem olarak düzenlendi. Onlar için Sivas’taki siyasal ortam ve bir aydın imecesi olan ve çoğunluğu da Alevi yurttaşlarımızdan oluşan bir topluluğu bir araya getirecek olan Pir Sultan Abdal Şenlikleri “elverişli bir ortam” olarak saptandı.
Sivas katliamına ilişkin Soruşturma ve Davalar:
Yaşanan olay çok vahimdi. Ne var ki eylemcilerin yakalanması konusunda “özensiz” davranılmış, polis tutanaklarına göre 15.000 kişi olarak belirlenen eylemcilerden ancak çok küçük bir kısmı ve çoğunlukla da Sivas’tan katılan eylemciler yakalanmıştı. Üstelik o dönemde yürürlükte olan yasal düzenlemelere göre, terör eylemi nedeni ile gözaltına alınan zanlıların avukat yardımı almaları olanaklı değilken bu kişiler, gözaltına alınmalarının ardından avukatları ile görüşüp hukuki yardımda almıştı. Açık video kayıtları ve olay yerinde çekilmiş fotoğraflara karşın, hemen tüm sanıklar, eylemle ilişkileri reddetmiş ve “geçiyorken uğradım. “ ya da “ oradan geçerken gördüm.” Gibi savunmalarda bulunmuşlardı. Otelin perdelerini yakarken, gaz bidonunu taşırken, otel önündeki arabaları ters çevirirken ya da otelin içinde eşyaları parçalarken görünenlerin de aralarında bulunduğu bu gurup, savunmalarını hep inkar üzerine kurdular. Haklarında Terör Örgütü üyesi olmaktan dava açıldığı halde bu örgüt ya da bu denli büyük bir organizasyonu gerçekleştiren örgütler koalisyonuna dahil olan örgütlerin adları sorulmadığı gibi bu konuda bilgi veren bir sanık da olmadı.
Daha ilginç olan bu denli çok sayıda eylemcinin katıldığı katliamın iddianamesi olaydan 20 gün sonra düzenlenmiş oldu. Ülkemizde üç kişi hakkındaki iddianamenin hazırlanmasının dahi aylarca sürdüğü gerçeği karşısında bu acele, kamuoyunun bir an önce tatmin edilmesi gibi bir gerekçe arkasına gizlenilse dahi esas olarak sanıkların saptanması ve delillerin toplanması konusunda ciddi bir ihmale neden oldu. İlk yakalanıp yargı önüne çıkarılan iki yüze yakın kişi ile yetinildi. Oysa, teknik olanaklar ve bütün gün süren eylemin aynı anda televizyon kanallarında yer almış olması ve polis dahil olmak üzere çok sayıda amatör kamera ile eylemin saptanmış olması, savcılığın delil toplamasını son derece kolaylaştırıyordu.
Bireysel Öldürüm mü? Şer’i Kalkışma mı?
Soruşturmadaki eksikliklere rağmen Sivas Cumhuriyet Başsavcılığı, 22.07.1993 günü, 78 sanık hakkında, Sivas Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açtı. Bu davada sanıkların bir kısmının 35 kişiyi yangın çıkarmak sureti ile öldürmek suçunun asli ve maddi eylemcileri olduklarını, bazılarının ise anılan eylemi teşvik ettikleri ya da eyleme yardımcı olduklarını iddia ederek cezalandırılmalarını talep etti. Bu 78 kişinin de aralarında bulunduğu 102 kişi hakkında ise tehdit, görevli memura mukavemet ve 2911 Sayılı Yasaya aykırılık nedeni ile Sivas Asliye Ceza Mahkemesi’nde dava açtı. Ayrıca Sivas’ta DGM’nin bulunmayışı nedeni ile 94 Sanık hakkında 3713 Sayılı Yasa’nın 7/1-2. maddelerine aykırı davrandıkları savı ile Kayseri DGM’nde dava açıldı.
İddianamelerde suç nitelemeleri hepimizi şaşırttı. Eylemciler; “ Cumhuriyet burada kuruldu. Burada yıkılacak!”, “Laiklik gidecek, şeriat gelecek!”, “Hizbullah geliyor!”, “Laik düzen yıkılacak”, “Kanımız aksa da zafer İslam’ın”, “Yaşasın Hizbullah!”, “Şeriat gelecek, yüzler gülecek!”, “Şeriat isteriz!”, “Muhammet’in ordusu laiklerin korkusu!”. sloganları ile eylemlerini sürdürmüş ve Madımak Oteli’nde bulunan 33 Şenlik katılımcısı ve 2 otel görevlisi yakılmış, 46 kişi kendi çabaları ile otelden çıkmayı başarmıştı. Ancak aralarında ağır yaralı olanlar da bulunuyordu. Katliamın adiyen adam öldürme olarak nitelenmiş olmasını kabul edemezdik. Sanıklar, adlarını bile bilmedikleri, bir kez dahi görmedikleri 64 yaşındaki Asım Bezirci’yi, 12 Yaşındaki Koray Kaya’yı, çoğunluğu yirmili yaşlarını süren Filiz gibi kızları oğulları, değerli sanatçıları bireysel bir husumetle değil, siyasi bir kasıtla katletmişlerdi. Dinci- Gerici örgütler, Sivas’ta, Çorum, Tokat, Maraş’ta eksik bıraktıkları ve başaramadıkları “ şer’i iktidar” yürüyüşünü tırmandırmak için Sivas’a gelmişlerdi. Ve yine, pek çok insanın kutsalı olan din, siyasete alet ediliyordu. Olay sırasında yayınlanmakta olan Taraf ve Cuma gibi dergilerde ve kökten dinci günlük yayınlarda, olaydan “Şanlı Sivas kıyamı- Sivas Taarruzu” diye söz ediliyor ve sanıklar “Şanlı Sivas kıyamı gazileri” olarak nitelendiriliyordu. (Taraf Dergisi Yıl 3 Sayı 30 1993, sayfa 8 – 22 / Taraf Dergisi Yıl 3 Sayı 33, sayfa 18, 20-22 / Cuma Dergisi Yıl 4, Sayı 181)
Davalar Ankara’ya Gelmeliydi.
Katliam kurbanlarının büyük çoğunluğu Ankara’da idiler. Dava’nın bu denli uzak bir yerde sürdürülmesi, aileler ve avukatları için ciddi bir sorun yaratacak, belki de dava hiç izlenemeyecekti. Bir başka ve daha önemli neden ailelerin Sivas’a her gidişlerinde, yeni bir travma ile karşılaşacak olmaları idi. Ve tabii, katliamcıların yeni katliamlara yönelmeleri gibi bir olasılık da yok değildi. Bu nedenle, yargılamaların Ankara’da sürdürülmesi için avukatlar olarak başvuruda bulunduk. Yargıtay 10. Ceza Dairesi , 18.08.1993 günü 1993/8899-8503 sayılı kararları ile anılan dosyaların güvenlik nedeni ile Ankara’ya aktarılmasına karar verdi.
Dava sürecinde neler yaşandı?
Dosyaların Ankara’da ilgili mahkemelere ulaşmasının hemen ardından Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesi, 1993/169 Esas- 150 Sayılı kararları ile Ankara 19. Asliye Ceza Mahkemesi de 14.10.1993 günlü 1993/1185 -551 Sayılı kararları ile eylemin, sıradan bir adam öldürme ya Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Yasası’nın ihlali olmadığı, doğrudan doğruya anayasal düzeni değiştirmek, özellikle laiklik ilkesini ortadan kaldırmak kastı ile işlendiği, bu nedenle de DGM’nin görevli olduğu görüşü ile görevsizlik kararı verdiler. Nevar ki, Ankara DGM, Yargıç Albay Ertan Erunga’nın ayrışık oyuna karşın bu isteği reddetti. Bunun üzerine ortaya çıkan olumsuz görev uyuşmazlığı, Yargıtay 10. Ceza Dairesi’nin 8-9-11.1993 tarihli kararları ile kaldırıldı.
Görevsizlik kararını vermiş olan heyet, özünde ihsası rey de bulunmuştu. Davayı yeni bir heyetin sürdürmesi etik olurdu. Ancak aynı heyet davaya devam etti. Bu sırada Heyet’in görevsizlik kararına katılmamış olan Hakim Albay Erunga Erzurum ya da Erzincan’a atanmıştı!!!
Hakim Albay Erunga; ayrışık oyunda şunları söylüyordu:
“Sivas’ta bir terör havası estiren ve yönetimin sokağa çıkma yasağı ilanına neden olan olayların kapsam ve boyutları ile sanıkların aynı amaç doğrultusunda ittifak ederek giriştikleri eylemlerin TC Anayasası’nın devletin nitelikleri arasında saydığı laiklik ilkesinin ortadan kaldırılmasına yönelik ve Anayasa’nın ihlali şeklinde değişmesi kuvvetle muhtemel bulunan vasıf ve niteliği itibariyle “adi suçlar” kapsamında sayılmasına bu aşamada imkan bulunmadığı kanısındayız.”
Sanıklar Mahkemeyi Tanımıyor:
Sanıklar, duruşmaların ilk gününden başlayarak salonda terör estirdiler. Mağdurlara, tanıklara, avukatlara akla gelmedik hakaretlerde bulundular. İstedikleri zaman bağırıp gürültü yaptılar. Sanık sandalyelerinin üzerine çıkıp sözde namaz kıldılar. Atatürk, Cumhuriyet gibi sözcükleri her duyuşlarında iğne batırılmış gibi havaya fırlayıp hakaretlerde bulundular. Duruşma disiplini tümü ile kalmamıştı. Mahkeme, sanıklara hakim olamazken, bu sahneleri çeken ve izleyip yazan basına duruşmaları izleme yasağı koydu. Biz avukatlar olarak, basının duruşmalara alınmaması kararını bardağı taşıran son damla olarak gördük. Basın duruşmalara alınmayacaksa biz de duruşmalara katılmayacaktık. Bu talebimiz Mahkemeyi hiç etkilemedi ve istemimiz reddedildi. Duruşmalara karar gününe dek katılmadık. Ancak dosyayı adım adım izledik.
Heyet, 26.12.1994 günü karar verdi. Avukatlar olarak salonun kapısında idik. Karar, katliam sanıkları için adeta bir ödüldü. Ama onlar bu ödüle ceplerindeki bozuk paraları, kalem ve benzeri eşyaları yargıçların yüzüne atarak karşılık verdiler. Mahkeme, 26 Sanık hakkında, indirimler de uygulayarak, TCK’nın 450/6. maddesi gereğince sonuç olarak 15 yıl ağır hapis cezasına hükmetti. Bu kararla 37 kişi beraat etmiş, 60 Sanık ise; 2911 SY gereğince üçer yıl hapis cezasına mahkum edilmişti. Aynı gün çok sayıda tahliye oldu.
Eylem, Anayasal Düzenin Tebdil, Tağyir ve İlgasıdır
Karar, Cumhuriyet Başsavcılığı ve tarafımızdan temyiz edildi. Yargıtay 9. Ceza Dairesi 30.09.1996 günü, 25 sanık hakkındaki beraat kararını onadı. 14 sanık hakkındaki mahkumiyet kararını, beraat olması gerektiği saptaması ile bozdu. Diğer tüm sanıklar hakkında ise eylemin TCK’nun 146/1. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini ifade etti.
Bozma ilamının ardından Mahkeme, 28.11.1997 günlü kararı ile 38 sanık hakkında TCK’nun 146/1. maddesi, 29 sanık hakkında TCK’nun 146/3. maddelerinden hüküm kurdu. 11 sanık hakkında ilk kararında direndi. 14 kişinin beraatine karar verdi.
Bu karar da temyiz edildi. YCGK, 24.12.1998 günlü kararında, yerel mahkemenin 11 sanıkla ilgili direnme kararını yerinde bulmadı.146/3 ten ceza almış olan 29 sanık ile beraat eden 14 sanık hakkındaki kararları onadı. İdam cezası alan 31 kişi hakkında ise nüfus kayıtları cilt numaraları ve mühürlerin okunamadığı kabulü ile kararı bozdu. Diğer 7 sanık hakkında da usulü zorunluluk nedeni ile karar, bozulmuş oldu.
Sanıkların temyizi üzerine, üç sanık dışında kalan sanıklar hakkındaki mahkumiyet kararı, 04.05.2001 tarihinde onanmış oldu. Bu üç sanık 3419 Sayılı Pişmanlık Yasası’ndan yararlanmak istiyordu. Bu sanıklar, anılan yasadan yararlanamadılar. Sonuç olarak Anılan üç sanık hakkındaki karar da 16.09.2002 tarihinde onanarak kesinleşti.
Davada Avukat Cephesi
Katliamın hemen ardından , eylemin Cumhuriyet ‘e yönelik bir kalkışma olması nedeni ile Barolar Birliği, davada katledilenlerin yanında yer alacağını açıkladı. O dönemde Genel Başkanı olduğum Çağdaş Hukukçular Derneği, kimi parti ve yayın organlarının hukuk birimlerinde yer alan avukatlar da davada zarar görenlerin yanında olmak istiyorduk. Doğru olan hepimizin TBB örgütlülüğü içinde ortak davranmamızdı. Belleğim beni yanıltmıyorsa 600 kadar avukat arkadaşımız vekalet aldı. Aramızda sözcüler belirledik. Ben de onlardan biriydim. Tüm dosyaların incelenmesi, tartışılması, stratejimizin ve atacağımız adımların belirlenmesinde kolektif bir çalışma gerçekleştirdik. Biz çoktuk. Ancak, bizi şaşırtan sanık avukatlarının da bizim sayımız kadar çok olmalarıydı. Bu gerçeğe, 2.10.1993 günü yapılan ilk duruşma günü Ankara-Sıhhiye Adliyesi önünde tanık olduk. Elbette, herkesin savunmaya hakkı vardı. Ancak, bu avukat grubu, meslektaşalar arasında o tarihlerde nerede ise hiç karşılaşmadığımız giysiler ve görüntüler içinde idiler. Şalvar tarzı pantolonları, tek düğmeli gömlekleri, uzun sakalları ile adeta tek tip görüntü veriyorlardı. İlk duruşmaya o tarihte milletvekili olan Şevket Kazan, avukat olarak katıldı. Oysa milletvekillerinin devlet aleyhine işlenen suçlara avukat olarak katılması yasal olarak olanaksızdı. Tümü ile siyasi bir mesaj niteliği taşıyan bu duruma hemen itiraz ettik. Mahkeme, Şevket Kazan’ın duruşmadan çıkarılmasına karar verdi. Ne var ki ilerleyen süreçte, sanık avukatları arasından bakanlar, milletvekilleri çıktı. Pek çoğu, devlet yönetiminin etkin çarklarının başlarına getirildiler.
Katliamcılar Hep” Şanslı” Oldular
İlk duruşmadan başlayarak Mahkeme, çok sayıda tahliye kararı verdi. Bunlardan daha sonra idam cezası alanlar oldu. Fakat, haklarında çıkarılan gıyabi tutuklama kararları vicahiye çevrilemedi. Bugün dava 30. yıla ulaşırken, salınmış olan sanıkların önemli bir bölümü hala yakalanmadılar. Çünkü örgütlü bir biçimde yurt dışına kaçırıldılar. Onların iadesi yolundaki çabalarımız da sonuç vermedi. Almanya, Avusturya ve Arabistan gibi ülkelerle yapılan yazışmalardan olumlu bir yanıt da alınamadı. Dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin, sekizi TCK 146/1 den kesin hükümlü olan 15 sanığın kırmızı bültenle arandıkları açıklaması yaptı.
Bugün, sadece daha önce salınmamış olan ve tutuklu bulundukları sırada haklarında TCY’nın 146/1. maddesi nedeni ile hüküm kurulmuş ve kesinleşmiş olan sanıkların cezaevlerinde bulunduğu bilgisine sahibiz. Bunun dışında TCK 146/3. Madde ve 2911 Sayılı Yasa’dan ceza almış olan kaç sanığın cezasının infaz edildiği ve kaç şüphelinin aranmakta olduğuna ilişkin hiçbir bilgiye ulaşamıyoruz. Bu konuda çeşitli milletvekillerinin vermiş olduğu soru önergelerine de yanıt verilmiyor.
Kararların kesinleşmesinin ardından TCY’nda değişiklikler oldu. Yeni TCY olan 5237 Sayılı Yasa yürürlüğe girmeden, haklarındaki karar kesinleşmiş olan sanıklardan 13’ü, yeni yasa da sanıkların ceza aldığı TCK:146/3. maddenin karşılığı olmadığı gibi yanlış bir gerekçe ile salındılar. Bu salınma işlemi daha sonra geri alındı ise de sanıkların yakalanıp yakalanmadıkları konusunda bilgiye ulaşamıyoruz.
Başta Akit olmak üzere, Katliam sanıklarının “suçsuzluğu” konusunda yayınlarını sürdürdüler. Son olarak, yaşlı ve hasta olduğu gerekçesi ile 35 insanı yakarak katletmekten sorumlu Ahmet Turan’ın yaşlı ve hasta olduğu gerekçesi ile Cumhurbaşkanlığınca affını sağladılar. Bugün içerde olan, Ahmet Turan kadar yaşlı , hasta ve hiçbir insan kıyımına karışmamış onlarca mahkumun benzer talebi karşılanmazken, bu şahsa sunulan “af” fı anlamak ve kabul etmek olanaksız. Nitekim, bu konuda dava hakkımızı da kullandık ve yanıt bekliyoruz.
2. Dava (Erçakmak ve Arkadaşları)
Bu dava 14 Mart 2011 günü karara bağlanan ek dosyanın 1 numaralı sanıklarından olan Sivas Belediye Meclisi Üyesi Cafer Erçakmak, ve daha sonra yakalanan altı sanık hakkında devam etti. Erçakmak, Aziz Nesin, otelden kurtarılırken, yangın merdivenine saldırarak, kurtulmasını engellemek isteyen kişi idi.18 yıl ele geçmedi. Evini aradıklarını ve bulamadıklarını söyleyen emniyet görevlileri, evinde olmadığına ilişkin tutanaklar tuttular. Her celse, bu tutanaklar dosyamıza girdi. Son olarak, Fransa’da olduğu bilgisi geldi. .Fransa’dan iadesi beklenirken Sivas’taki evinden cenazesi çıktı. Gizlice gömmek istediler. Ancak, mızrak çuvala sığmadı. Türkiye’ye nasıl geldi? Ya da 18 yıl Türkiye’de nasıl saklandı? Bir insanın 18 yıl saklanmasını ancak örgütlü bir yapının sağlayacağı açık değil mi? Bu dosyada neden örgütler araştırılmadı?
Erçakmak’la birlikte yargılanan sanıklar,, savunmalarında Şevket Erdoğan, Köksal Koçak, İhsan Çakmak, Hakan Karaca, Yılmaz Bağ, Necmi Karaömeroğlu Sivas’ta evlendiklerini, askere gittiklerini, çocukları olduğunu, ehliyet aldıklarını ama hiçbir resmi makamın kendilerine arandıkları hakkında bilgi vermediklerini, yakalamadıklarını söylediler. Bu nasıl oluyordu? BU dava da TCY’na “İnsanlığa Karşı Suç “ tanımının girmiş olmasını da dayanak göstererek, bu tür suçlarda zaman aşımı kararı verilemeyeceğini ısrarla savunduk. Mahkeme , ne yazık ki bu istemimize olumlu yanıt vermedi. Temyizimizden de olumlu bir sonuç alamadık.
30 Yılda Sayısız Hukuksuzluk Yaşandı:
Cezaevindeki sanıklar da özel muamele gördüler. Sayın Kazan, Milletin Vekili olarak ziyaretlerini eksik bırakmadı. Eşler ile birlikte olmanın yasak olduğu tarihlerde içerdeki katliamcı sanık, eşini hamile bıraktı. “ Zürriyetini korumak istediğini” iddia etti. Yaşamından edilmiş otuzbeş insanın “zürriyeti “ hesap edilmedi.
Ve Vahit Kaynar Olayı. TCK’nun 146/1. Maddesi gereğince ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edilmiş ve cezası kesinleşmiş olan sanık, Almanya’da büyük bir zenginlik içinde yaşıyorken, gezmek için gittiği Polonya’da tesadüfen yakalandı. Haber alıp iadesi için başvuruda bulunduk. İade dosyası yasal süre içinde hazırlanamadığından, sanık serbest bırakılarak, Almanya’ya döndü.
3. Dava:
Şu anda üç sanık hakkında yargılama sürüyor. Murat Karataş, Murat Songur ve Eren Ceylan TCK’nun 146/1. maddesine ihlal ettikleri savı ile yargılanıyorlar. İade edilmediler. 14 Eylül’de duruşmamız var. Bizim mahkemeye , yurt dışındaki alevi örgütlerinin yurt dışındaki yargı makamlarına yaptıkları sayısız başvuru ve adres bildirimlerimizin hiçbirinden olumlu sonuç alınamıyor. Bu davada yargılama sürüyor. Erçakmak dosyasında olduğu gibi bu davada da yargıçlara sürekli hukuki bir gerçekliği anımsatıyoruz:
Erçakmak ve Arkadaşları ve devam eden üçüncü dava yönünden 2014 ve 2019 tarihli Anayasa Mahkemesi Başvurularımız bulunuyor. Henüz sonuç bekliyoruz. Ahmet Turan Kılıç’ın affı işleminin iptali ile ilgili Danıştay’da başvurumuz sürüyor. Ayrıca aileler adına Madımak Oteli’nin “İnsanlık-Utanç Müzesi” olması için açılmış davalar bulunuyor. Daha önce aileler ve alevi kurumları Bakanla çeşitli görüşmeler yaptılar.. Onlara söz verildi. Madımak, kamulaştırıldı. Ancak burası “Bilim ve Kültür Merkezi” adını aldı. Şuna inanıyoruz ki Madımak Oteli birgün mutlaka Utanç Müzesi olacak. Ve yine inanıyoruz ki Sivas Katliamı İnsanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. Bilindiği gibi insanlığa karşı suç söyle tanımlanıyor:
“Siyasal, felsefi, ırki, dini saiklerle sivillere, toplumun bir grubuna karşı, bir plan doğrultusunda, yaygın ve çok sayıda mağdura, doğrudan, ağır şekilde, çok kalabalık bir grup tarafından, geniş çaplı, bilinçli, istemli bir eylem , insan türünün onuruna karşı, topyekün bir kıyım ve aykırılık, evrensel etik değerleri ihlal , insanlık vicdanında onulmaz yara açan olay”
Sivas Katliamı, insanlığa karşı işlenmiş suçtur. Ve anımsatmak isteriz ki en kalıcı kararları mahkemeler değil, tarih verir.
Sivas Katliamı Davası’ndan Öğrendiklerim:
Sivas Katliamı davası, insan haklarından yana hukukun ülkemizde yerleşmesi için mücadele eden pek çok avukatın görev almayı bir sorumluluk saydığı dava oldu. Dava başladığında bir örgüt başkanı olarak özel bir sorumluluğum da vardı. Ancak beni bu davanın gönüllüsü kılan esas nedenin, yakınlarını Madımak yangınında yitirmiş olan ailelerin acılarını, hak arama mücadelesi ile birleştirmedeki kararlılıkları oldu. Yirmi yıldır, aralarında yaşamla vedalaşanların dışında Ankara’da yaşayan aileler, her duruşmaya dirençle katıldılar. Yeter Gültekin kilometrelerce öteden Almanya’dan pek çok davaya katılmak için geldi. Aileler, her 2 Temmuz’da mitinglerin en ön saflarında yürüdüler. Çocuklarının mezarları başında yakıcı güneş altında hep birlikte oldular. Önemli bir nokta da Alevi Topluluğu, bu sürece karşı örgütlü bir direnç gösterdi. Pir Sultan Abdal Derneği Avrupa Alevi Federasyonu ve pek çok kuruluş, demokratik bir hakkı kullanarak hep birlikte davanın arkasında durdular. Kendilerine yöneltilmiş saldırganlığa karşı demokratik bir araçla yani örgütlülükle ve insani bir araçlarla, yani dirençle karşı koydular. Sorunun sahibi elbette hepimizdik. Ama başka bir gerçek var: Ateş en çok düştüğü yeri yakar. Onlar ayakta durmasa idi belki hukukçular olarak biz de yorgun olurduk. Hiç yorgun olmadık.. Onlar gibi… Mücadele, insanı diriltiyor. Bütün olumsuzluklara, “yenilgilere” karşın!!! Çünkü büyük bir özlemimiz var: Adaletin erdem olduğuna inanıyoruz. Gericiliğin ve yeni katliamların ancak adil kararlarla yenileceğine inanıyoruz., Umutsuz değiliz… 10.07.2023
:
17 Şubat 1948’de Eskişehir Sivrihisar’da doğdu. Baba adı Süleyman Hüsamettin, anne adı Müşerref’tir. Öğretmen ve avukat olarak uzun yıllar boyunca görev yaptı. 12 Mart Askeri Muhtırası sonrası yargılandı. İzmir Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirmiştir. TÖS, TÖB-DER içinde yönetim kademelerinde yer aldı. Çağdaş Hukukçular Derneğinde Genel Başkanlık, Cumhuriyet Kadınları Derneği Kuruculuğu ve Genel Başkanlığı, CHP Yüksek Disiplin Kurulu ve Parti Meclisi Üyeliği görevlerinde bulundu. Hukuk ve edebiyat alanında çeşitli kitapları ve makaleleri bulunmaktadır. İnsan hakları aktivisti olup, uluslararası platformda 100 Kahraman Kadın ve Robert Kennedy İnsan Hakları Ödülü sahibidir. Ayrıca yurt içinde de ödülleri bulunmaktadır. Orta düzeyde Fransızca bilen Sarıhan, evli ve 2 çocuk annesidir.
Yaşamı boyunca Kadın Hakları ve İnsan Hakları alanında faaliyetler yürüttü. Sivas Katliamının olduğu günlerde Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Genel Başkanlığı sıfatıyla ve avukat olarak sorumluluk üstlendi. Madımak Davası’nı başından itibaren bu güne kadar takip etti.