Ana Sayfa » Hukuk tarihi » Tanzimat Fermanı
Padişah Abdulmecit-Tanzimat Fermanı

Tanzimat Fermanı

Tanzimat Fermanı, Mustafa Reşit Paşa tarafından Gülhane’de okunmuştur. Orijinal adı Gülhane hatt-ı Hümayunu’dur.

Tanzimat Fermanı,  3 Kasım 1839 yılında ilan edilmiştir. Dönemin padişahı olan Sultan Abdülmecid fermanı imzalamış, Hariciye nazırı Koca Mustafa Reşit Paşa ise Gülhane parkında fermanı ilan etmiştir. Ferman Türk Anayasa Hukuku Tarihi bakımından önemli bir metin ve tarihsel vesikadır.

Hayat Tarih Gazetesi Gazetesinin Tanzimat Fermanı hakkındaki duyurusu

Loader Loading...
EAD Logo Taking too long?

Reload Reload document
| Open Open in new tab
Tanzimat Fermanı Türkçe Metin

Herkesin bildiği gibi Osmanlı Devleti, doğuşundan beri şeriata bağlı olduğundan, saltanat, kuvvetli ve halk, refah içindeydi. Fakat 150 yıldan beri birbiri ardına gelen gaileler ve çeşitli sebepler yüzünden şeriata ve kanunlara uyulmadığından eski kuvvet ve zenginlik, güçsüzlük ve fakirliğe dönüşmüştür. Şeri kanunlarla yönetilmeyen memleketlerin ayakta kalamayacağı açık bir gerçek olduğundan tahta çıktığımız günden beri bütün düşüncemiz, sırf memleketi kalkındırmak ve halkı refaha kavuşturmak noktasında toplanmıştır. Halbuki devletimizin coğrafi konumu, verimli toprağı ve halkın yeteneği göz önüne alınırsa, gereken işlere girişilmediği takdirde 5-10 yıl içinde Tanrı’nın yardımıyla dilediğimiz şeylerin gerçekleşeceği muhakkaktır.Bu sebeple Tanrı’nın yardımına ve Peygamber’in rûhânîyetine güvenerek bundan böyle devletin ve ülkenin yönetimi için bazı yeni kanunlar konulması gerekli görülmüştür. Bu kanunların esasları ise, can güvenirliği, ırz, namus ve mülkiyetin korunması, verginin belirlenmesi ve gereken askerin toplanması ve hizmet süresi noktalarında toplanır. Şöyle ki: Dünyada can, ırz ve namustan daha aziz birşey yoktur. Bir insan, onları tehlikede gördükçe kendi yaratılışında ihanete eğilimi olmasa bile can ve namusunu korumak için muhakkak ki bir harekete girişir. Bununsa devlet ve memlekete ne kadar zararlı olacağı meydandadır. Buna karşılık şu da bir gerçektir ki, insan, canından ve namusundan emin olursa doğruluktan ayrılmaz. İşi ve gücü ile uğraşacağına yalnız devlet ve milletine yararlı olur. Mal güvenirliğine gelince, bu olmazsa kimse devletine ve milletine ısınamaz ve ülkesinin kalkınmasına ilgi göstermeyip sürekli bir kaygı içinde yaşar. Halbuki şu da bir gerçektir ki, malından emin olan kimse, kendi işiyle uğraşır geçim çevresini genişletmeye çalışır ve kendinde her gün devlet ve millet gayreti ve vatan sevgisi artar.Vergilerin belirli olması noktasına gelince, bir devlet, ülkesini korumak için elbette askere muhtaçtır ve bunun için gereken gideri yapmak zorundadır. Bu gider ise tebaanın vergisiyle meydana geleceğinden bunun daha iyi bir duruma getirilmesi yollarını aramak önemlidir. Eskiden bir gelir kaynağı sayılmış olan tekel belasından yakında kurtulduk. Bu yöntem, bir bir memleketin siyasi ve mali işlerini bir adamın keyfine ve hatta baskısı altına teslim etmek demektir. Eğer bir de o adamın iyi bir karakteri yoksa yalnız kendi çıkarına bakıp her işi zulümden ibaret olacaktır. İşte bu sebeple bundan sonra herkesin emlakine ve kudretine uygun bir vergi belirlenerek kimseden fazla birşey alınmayacak ve devletin kara ve deniz askeri giderleri ile öteki giderlerini gerekli kanunlarla sınırlandırıp belli ederek ona göre yapılacaktır. Asker sorunu dahi söylediğimiz gibi önemli sorunlardandır. Ülkesini korumak için asker vermek, halkın boynunun borcudur. Fakat şimdiye kadar bölgelerin nüfus miktarı göz önünde tutulmayarak kiminden çok kiminden az asker istenmekteydi. Bu da hem düzensizliğe hem de tarım ve ticaretin zara görmesine sebep olmaktaydı. Öte yandan askerliğe gelenlerin ömürlerinin sonuna kadar bu hizmette bırakılmaları, kendilerinin ümitsizliğe düşmeleri sorununu yaratmakta, soy-sop sahibi olmaları önlenmekteydi. Bu nedenle bundan sonra her bölgeden gerektiği zaman istenecek olan askerin daha iyi bir yönteme göre alınması ve 4-5 yıl süreyle sırayla hizmet etmelerini sağlayacak bir yöntem bulunması gerekmektedir. Bu düzenli kanunlar çıkarılmadıkça kuvvetlenme, kalkınama ve huzur mümkün olmayıp hepsinin esası da yukarıda açıklanan noktalardan ibarettir. Bundan sonra suçluların davaları, şeriat kanunlarına göre herkesin önünde incelenip hüküm verilmedikçe hiç kimse hakkında gizli/açık idam ve zehirlenme gibi işlemler yapılmayacak, hiç kimse başkasının ırz ve namusuna el uzatamayacak ve herkes, mal ve mülküne tam bir serbestlik içinde sahip olacak ve kullanacak, kimse kimsenin işine karışamayacaktır. Söz gelimi, biri bir suç işlemiş olsun, onun mirasçıları onun suçu ile suçlandırılamayacağından suçlunun malına devletin el koymasıyla mirasçılar, haklarından yoksun bırakılmayacaktır. Tebaamızdan olan Müslümanların ve diğer milletlerin bu el koymalarından istisnasız faydalanmaları için can, ırz, namus ve mülkiyet maddelerinde şeriat hükmü gereğince bütün ülke halkına tarafımızdan tam garanti verilmiştir. Başka hususlara dahi oy birliğiyle karar verilmesi gerektiğinden Meclis-i Ahkam-ı Adliyye üyeleri, gereği kadar çoğaltılacak, vekil ve devlet adamları, belirli günlerde oralarda toplanacak ve herkes, kendi düşüncelerini hiç çekinmeden serbestçe söyleyerek can ve mal güvenliği ve vergilerin belirlenmesi hususlarına dair kanunları karar altına alacaklardır. Öte yandan askeri düzenlemede Bab-ı Seraskerî Dâr-ı Şûrâ’sında söyleşilip gereken kanunlar kararlaştırılacaktır. Her kanun karara bağlandıkça hatt-ı hümâyûnumuzla onaylanması için tarafımıza arz olunacaktır. Şeriata uygun olan bu kanunlar, ancak din ve devlet, mülk ve milleti kalkındırmak için konulacağından tarafımızdan buna aykırı hareket vuku bulmayacağına ant içilip Hırka-i Şerife odasında bütün alimler ve vekillerin huzurunda, Tanrı adıyla ayrıca ant içilecektir. Ailem ve vekiller de ant ettirileceklerdir. Bu sebeple alimlerden ya da vezirlerden kim olursa olsun, bundan böyle kanunlara aykırı hareket edenlerin ortaya çıkan suçlarına göre rütbeye, hatır ve gönüle bakılmaksızın layık oldukları cezaya çarptırılmaları için özel bir ceza kanunnamesi düzenlenecektir. Bütün memurların şimdiki durumda yeterli maaşları vardır. Olmayanların da durumu ayarlanacaktır. Onun için şeriat bakımından çok kötü sayılan ve ülkenin yıkılmasına en büyük sebep olan rüşvetin bundan sonra olmamasının da bir kanunla sağlam bir şekilde sağlanmasına çalışılacaktır. Açıklanan bu hususlar, eski yönetimi tamamıyla değiştirip yenilileşme demek olacağından bu irâde-i şâhânemiz, İstanbul halkına ve bütün imparatorluk ahalisine ilan edilip duyurulacağı gibi, dost devletlerin de bu yöntemin inşallah sonsuza kadar kalmasına tanık olmak üzere İstanbul’da oturan sefirlere de resmen bildirilecektir. Yüce Tanrı, hepimizi başarılı kılsın, konulacak kanunlara aykırı hareket edenler, Tanrı’nın lânetine uğrasınlar ve sonsuza kadar felah bulmasınlar. Amin…

3 Kasım 1839, Pazar.

 Tanzimat Fermanı Orijinal Metni

Gülhane hatt-ı Hümayunu

Cümleye malûm olduğu üzere devlet-i âliyyemizin bidâyet-i zuhûrundan beri ahkâm-ı celîle-i Kurânîye ve kavânîn-i şerriyyeye kemâliyle riâyet olunduğundan saltanat-ı seniyyemizin kuvvet ve meknet ve bilcümle tebaasının refah ve ma’mûriyeti rütbe-i gayete vasıl olmuşken yüz elli sene vardır ki gavâil-i müteakibe ve esbâb-ı mütenevviâ’ya mebnî ne şer’-i şerife ve ne kavânîn-i münîfeye inkiyâd ve imtisal olunmamak hasebiyle evvelki kuvvet ve mamûriyyet bilâkis zaaf ve fakre mübeddel olmuş ve halbuki kavânîn-i şer’iyye tahtında idare olunmayan memâlikin payidar olamayacağı vazıhattan bulunmuş olup cülûs-ı hümâyunumuz rûz-ı fîrûzundan beri efkâr-ı hayriyet âsâr-ı mülûkânemiz dahi mücerret imar-ı memalik ve enha ve terfih-i ahali ve fukara kaziyye-i nâfıasına münhasır ve Memalik-i Devlet-i Aliyye’mizin mevki-i coğrafîsine ve arazi-i münbitesine ve halkın kabiliyet ve istidatlarına nazaran esbab-ı lâzimesine teşebbüs olunduğu halde beş on sene zarfında bi-tevfikihi teâlâ suver-i matlûba hasıl olacağı zahir olmakla avn ü inayet-i Hazret-i Bârîye itimat ve imdâd-ı rûhâniyyet-i Cenâb-ı Peygamberîye tevessül ve istinat birle bundan böyle Devlet-i Aliyye ve memalik-i mahrûsamızın hüsn-i idaresi zımnında bazı kavânîn-i cedide vaz ve tesisi lâzım ve mühim görülerek işbu kavânîn-i mukteziyenin mevadd-ı esasiyesi dahi emniyet-i can ve mahfuziyet-i ırz ve namus ve mal ve tayin-i vergi ve asâkir-i mukteziyenin suret-i celb ve müddet-i istihdamı kaziyelerinden ibaret olup şöyle ki dünyada candan ve ırz u namustan eazz birşey olmadığından bir adam onları tehlikede gördükçe hilkat-i zâtiye ve cibilliyet-i fıtriyesinde hıyanete meyil olmasa bile muhafaza-i can ve namusu için elbette bazı suretlere teşebbüs edeceği ve bu dahi devlet ve memlekete muzır olageldiği müsellem olduğu misillû bilâkis can ve namusundan emin olduğu halde dahi sıdk u istikametten ayrılamayacağı ve işi ve gücü hemen devlet ve milletine hüsn-i hizmetten olacağı dahi bedihî ve zahirdir ve emniyet-i mal kaziyesinin fıkdanı halinde ise herkes ne devlet ve ne milletine ısınmayıp ve ne imar-ı mülke bakmayıp endişe ve ıstıraptan hâli olamadığı misullû aksi takdirinde yani emval ü emlâkinden emniyet-i kâmilesi olduğu halde dahi kendi işi ile tevsi-i daire-i taayyüşiyle uğraşıp ve kendisinde günbegün devlet ve millet gayreti ve vatan muhabbeti artıp ona göre hüsn-i hareketle çalışacağı şüpheden azadedir. Ve tayin-i vergi maddesi dahi çünkü bir devlet muhafaza-i memâliki için elbette asker ve leşkere vesair masarif-i muktaziyeye muhtaç olarak bu ise akçe ile idare olunacağına ve akçe dahi tebaasının vergisiyle hasıl olacağına binaen dahi bir hüsn-i suretine bakılmak ehem olup eğer ki mukaddemlerde varidat zannolunmuş olan yed-i vahit beliyyesinden lehülhamd memalik-i mahrusamız ahalisi bundan evvelce kurtulmuş ise de âlât-ı tahribiyeden olup hiçbir vakitte semere-i nâfiası görülmeyen iltizamat usûl-i muzırrası elyevm cari olarak bu ise bir memleketin mesalih-i siyasiye ve umur-ı maliyesini bir adamın yed-i ihtiyarına ve belki pençe-i cebr ü kahrına teslim demek olarak ol dahi eğer zaten bir iyice adam değilse hemen kendi çıkarına bakıp cemi harekât ve sekenât-ı gadir ve zulümden ibaret olmasiyle bâdezin ahâli-i memalikten her ferdin emlâk ve kudretine göre bir vergi-i münasip tayin olunarak kimseden ziyade bir şey alınamaması ve devlet-i aliyyemizin berren ve bahren masarif-i askeriye vesairesi dahi kavânîn-i icabiye ile tahdit ve tayin olunup ona göre icra olunması lâzım edendir. Asker maddesi dahi ber minval-i muharrer mevadd-ı mühimmeden olarak eğer ki muhafaza-i vatan için asker vermek ahalinin farize-i zimmeti ise de şimdiye kadar cari olduğu veçhile bir memleketin aded-i nufus-ı mevcudesine bakılmayarak kiminden rütbe-i tahammülünden ziyade ve kiminden noksan asker istenilmek hem nizamsızlığı ve hem ziraat ve ticaret mevadd-ı nâfiasının ihlâlini mucip olduğu misullû askerliğe gelenlerin ilâ-nihâyeti’l-ömür istihdamları dahi füturu ve kat-ı tahassülü müstelzim olmakta olmasiyle her memleketten lüzumu takdirinde talep olunacak neferat-ı askeriye için bazı usûl-i hasene ve dört veyahut beş sene müddet istihdam zımnında dahi bir tarik-i münavebe vaz ve tesis olunması icab-ı haldendir.

Velhasıl bu kavânîn-i nizamiye hasıl olmadıkça tahsil-i kuvvet ve memuriyet ve asayiş ve istirahat mümkün olmayıp cümlesinin esası dahi mevadd-ı meşruhadan ibaret olduğundan fîmabad esbab-ı cünhadan dâvaları kavânîn-i şer’iye iktizasınca alenen berveçh-i tetkik görülüp hükmolunmadıkça hiç kimse hakkında hafî ve celî idam ve tesmim muamelesi icrası caiz olmamak ve hiç kimse tarafından diğerinin ırz ve namusuna tasallut vuku bulmamak ve herkes emval ve emlâkine kemâl-i serbestiyetle malik ve mutasarrıf olarak ona bir taraftan müdahale olunmamak ve firarda birinin töhmet ve kabahati vukuunda onun veresesi ol töhmet ve kabahatten beriyy-üz-zimme olacaklarından onun malını müsadere i!e veresesi hukuk-ı irsiyyelerinden kalınmamak ve tebaay-ı saltanat-ı seniyyemizden olan ahali-i İslâm ve milel-i saire bu müsaadât-ı şahanemize bil istisna mazhar olmak üzere can ve ırz ve namus ve mal maddelerinden hükm-i şer’î iktizasınca kâffe-i memalik-i mahrusamız ahalisine taraf-ı şahanemden emniyet-i kâmile verilmiş ve diğer hususlara dahi ittifak-ı ârâ ile karar verilmesi lâzım gelmiş olmakla Meclis-i Ahkâm-ı Adliye âzası dahi lüzumu mertebe teksir olunarak ve vükelâ ve rical-i devlet-i aliyyenin dahi bazı tayin olunacak eyyamda orada içtima ederek ve cümlesi efkârı ve mütaleatını hiç çekinmeyip serbestçe söyleyerek işbu emniyet-i can ve mal ve tayin-i vergi hususlarına dair kavânîn-i muktaziye bir taraftan kararlaştırılıp ve tanzimat-ı askeriyem addesi dahi Bâb-ı Seraskerî Dâr-ı Şûrasında söyleşilip her bir kanun karargir oldukça hatt-ı hümâyunumuz ile tasdik ve teşvik olunmak için taraf-ı hümâyunumuza arz olunsun ve işbu kavânîn-i şer’iyye mücerret din ve devlet ve mülk ve milleti ihya için vaz olunacak olduğundan canib-i hümâyunumuzdan hilâfına hareket vuku bulmayacağına ahd-ü misak olunup Hırka-i Şerife odasında cemi ulema ve vükelâ hazır oldukları halde kasemi billah dahi olunarak ulema ve vükelâ dahi tahlif olunacağından ona göre ulema ve vüzeradan velhasıl her kim olur ise olsun kavânîn-i şer’iyyeye muhalif hareket edenlerin kabahat-i sabitelerine göre tedibat-ı lâyikalannın hiç rütbeye ve hatır ve gönüle bakılmayarak icrası zımnında mahsusen ceza kanunnâmesi dahi tanzim ettirilsin ve cümle memurinin elhaletühazihi mıktar-ı vâfi maaşları olarak şayet henüz olmıyanları var ise onlar dahi bir tanzim olunacağından şer’an menfur olup harabiyet-i mülkün sebebi âzami olan rüşvet ;madde-i kerihasının fîmabâd adem-i vukuu maddesinin dahi bilkanun-ı kavi ile tekidine bakılsın. Ve keyfiyet-i meşruha usûl-i atîkayı bütün bütün tağyir ve tahdit demek olacağından işbu irade-i şahanemiz Dersaadet ve bilcümle memalik-i mahrusamız ahalisine ilân ve işae olunacağı misiilu düvel-i mütehabbe dahi bu usûlün inşaallah-ı Taa-iâ ilelebed bekasına şahit olmak üzere Dersaadetimizde mukim bilcümle süferaya dahi resmen bildirilsin. Hemen Rabbimiz Tealâ cümlemizi muvaffak buyursun ve bu kavânîn-i müessisenin hilâfına hareket edenler Allah-ı Tealâ nin lanetine mazhar olsunlar ve ilelebed felah bulmasınlar âmin.

Fî 26 Şaban, Sene: 1255, Yevm: Pazar, 3 Kasım 1839.

Bunu okudunuz mu?

Tahsin Bekir Balta

Tahsin Bekir Balta

Prof. Dr. Tahsin Bekir Balta (diğer adıyla Hasan Tahsin Balta), 1902 yılında Rize’nin Pazar ilçesinde, …