Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Takrir-i Sükun Kanunu, parti yöneticileri hakkında devam eden davalar ve irticai faaliyetler gerekçe gösterilerek Bakanlar Kurulu Kararı ile 3 Haziran 1925 tarihinde kapatılmıştır. Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası’nın 2 Ekim 1922 tarihinde İcra Vekilleri Heyeti(Bakanlar Kurulu) ile kapatılmasından sonra ikinci parti kapatma kararı TPCF hakkında alınmıştır.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası 17 Kasım 1924 tarihinde Atatürk’ün eski silah arkadaşlarından Kâzım Karabekir, Rauf (Orbay) Bey, Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, Refet (Bele) Paşa ve Adnan (Adıvar) Bey’in öncülüğünde kurulmuştur. Fırka’nın başkanı General Kazım Karabekir, İkinci Başkanı H.Rauf Orbay (eski başbakan) ve genel sekreteri de Ali Fuat Cebesoy’dur. Yeniliklere ve cumhuriyet rejimine karşı olanların hızla bir araya toplandıkları bir kurum haline gelen Parti’nin tüzüğünde yer alan “efkâr ve itikadat-ı diniyyeye hürmetkâr olmak” ibaresinin “dini, siyasi çıkarlara alet etmek” şeklinde cereyan etmesi kapatılmasında gerekçe gösterilmiş ve irticai faaliyetlere vurgu yapılmıştır.
Diyarbakır İstiklal Mahkemesinin, partinin bazı şubelerini kapatması ile Ankara İstiklal Mahkemeleri tarafından parti yöneticilerinin eylemleri hakkında hükümete yapılan bildirimler dikkate alınarak partinin kapatılması için düzenlenen Bakanlar Kurulu Kararında belirtilmiştir.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kuruluş aşamasında, demokrasinin gelişmesi için yeni bir partinin kurulmasını iyi karşılayan Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk‘ta Terakkiperver Fırka kurucularını cumhuriyet düşmanlığı, saltanat taraftarlığı, halifecilik, İngiliz yandaşlığı, isyan kışkırtıcılığı ve vatan hainliği ile suçlamıştır.
TERAKKİPERVER CUMHURİYET FIRKASININ KAPATILMASINA DAİR BAKANLAR KURULU KARARI
İcra Vekilleri Heyeti’nin 3.6.1341 tarihli içtimaında ber vech-i ati ittihaz olunmuştur.
“Mütenevvi, tahrikâtın Ankara İstiklal Mahkemesinde cereyan eden takibat ve muhakematı esnasında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın İstanbul civarında vezaif-i resmiyesini deruhte eden bazı eşhasın fırkanın programında mevcut “efkâr ve itikadat-ı diniyyeye hürmetkâr olmak” esasını tesvil-i efkâra ve tahrikat-ı irticakeraneye vesile ittihaz ettikleri sabit olmuş ve fırkanın vaz’ı hazırı hakkında hükümetin nazar-ı dikkate celbe müttefiken karar verildiğini natık mahkeme kararı müdde-i umumilikten hükümete tebliğ olunmuştur.
Diyarbakır İstiklal Mahkemesinin takibat ve muhakematı esnasında dahi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın resmi mümesillerinin fırka programında mevcut “efkâr ve itikadat-ı diniyyeye hürmetkâr olmak” esasını memleketi dinsizlikten kurtarmak iddiay-ı irticakeranamesine vasıta-i telkinat ittihaz ettikleri ve bu yüzden son irtica ve isyanın tezahüratı esasında bir çok vahim hadisat vukua geldigi sabit olmustur. Diyarbakır İstiklal Mahkemesi kendi daire-i kazası dâhilinde bulunan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası şuabatını sedde karar verdiğini hükümete tebliğ eylemiştir.
Mahkemelerde ve müllanasda cereyan eden bu ahvalden maada hükümetin ıttlaına muhtelif vilayetlerden iblağ olunan malumat Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası mensuplarının programlarında
mevcut esas-ı malumu dini siyasete alet addeden bir vasıta-i tesvil addetmeye çalıstıklarını göstermistir. Zaten Ankara İstiklal Mahkemesinde cereyan eden muhakemat Vahidettin etrafında bulunan vatan hainlerinin Avrupa’da teskil ettikleri merkezlerde ve memleket dâhilinde Hürriyet ve İtilaf devrinden kalma erbab-ı fesattan merbut ve vası bir sebeke-i irtica tesisine çalışmak gibi tesebbüsat-ı izhar eylemiştir. Bu ahval tahtında dini siyasete alet ittihaz etmek gibi harekete karsı vatanı siyaset etmek için kanun-u mahsus sadarıyla hükümetin takip edeceği veçheyi dahi göstermiştir.”
Nutuk/18. bölüm/Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve en hain dimağların mahsulü olan programı
Muhterem Efendiler, “komplo” bahsini izahta ve komplonun Meclis dahilindeki safhasını tasvirde, ehemmiyetsiz gibi telâkki olunabilecek bazı teferruata temas ettim. Bunda beni mazur göreceğinizi ümit ederim. Hatıra gelir ki her hükümetten, her zaman istîzâh yapılır. Bir istîzâha bu kadar ehemmiyet vermek câiz midir? Arz etmeliyim ki mevzu-i bahis olan istîzâh, normal bir istîzâh değildi. Komplonun bir safha-i mahsusası idi. Bu istîzâh sahnesinden sonradır ki muhâlifler maskelerini atmaya mecbur edildiler. Ma’lûm olduğu vechile “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası” diye bir fırka teşkil ettiler. Bu fırkanın, gizli eller tarafından çizilen programını da ortaya attılar. “Cumhuriyet” kelimesini telaffuzdan dahi içtinap edenlerin, Cumhuriyet’i, doğduğu gün, boğmak isteyenlerin, teşkil ettikleri fırkaya “Cumhuriyet” ve hem de “Terakkiperver Cumhuriyet” unvanını vermeleri, nasıl ciddî ve ne dereceye kadar samimî telâkki olunabilir? Rauf Bey ve arkadaşlarının teşkil ettikleri fırka, muhafazakâr unvanı altında meydana çıksaydı, belki manası olurdu. Fakat bizden daha ziyade Cumhuriyetçi ve bizden daha ziyade terakkiperver olduklarını iddiaya kalkışmaları, bi’t-tabi doğru değildi. “Fırka efkâr ve i’tikadât-ı diniyeye hürmetkârdır.” düstûrunu bayrak olarak eline alan zevâttan hüsn-i niyete intizâr olunabilir midi? Bu bayrak, asırlardan beri cahil ve mutaassıpları, hurafe-perestleri iğfal ederek hususî maksatlar temînine kalkışmış olanların taşıdıkları bayrak değil miydi? Türk milleti, asırlardan beri nihayetsiz felâketlere, içinden çıkabilmek için büyük fedakârlıklar istilzam eden, mülevves bataklıklara hep bu bayrak gösterilerek sevk olunmamış mıydı? Cumhuriyetçi ve terakkiperver olduklarını zannettirmek isteyenlerin, aynı bayrakla ortaya atılmaları, dinî taassubu galeyâna getirerek milleti, Cumhuriyet’in, terakki ve teceddüdün tamamen aleyhine teşvik etmek değil midi? Yeni fırka, efkâr ve i’tikadât-ı diniyeye hürmetkârlık perdesi altında, biz hilâfeti tekrar isteriz, biz yeni kanunlar istemeyiz, bizce mecelle kâfidir; medreseler, tekkeler, cahil softalar, şeyhler, müritler, biz sizi himaye edeceğiz; bizimle beraber olunuz. Çünkü Mustafa Kemal’in Fırkası hilâfeti lâğvetti. İslâmiyet’i rahne-dar ediyor. Sizi gâvur yapacak, size şapka giydirecektir, diye bağırmıyor muydu? Yeni fırkanın kullandığı formül, bu irticakârâne feryâdlarla dolu değildir denilebilir mi? Bakınız Efendiler, bu formül tarafdârlarından birinin daha çok evvel (10 Mart 1923 tarihinde) maslûb Cebranlı Kürt Halit Bey’e yazdığı mektuptaki şu cümlelere: “Âlem-i İslâm’ın mâ-bihi’l-bekası olan esâsâta hücum” ediyorlar. “Bu husustaki teşrihatımızı arkadaşlara da okudum. Hepsinde tezyîd-i gayreti mûcib oldu.” “Garba temessül etmek, tarihimizi, medeniyetimizi kaybeylemek” i zarurî kılar. “… Hilâfet müessesesini yıkmak, lâ-dinî bir hükümet tesisini düşünmek, hep istikbâl-i İslâm’ı tehdit edecek âmilleri vücuda getirmekten başka bir netice veremez.” Efendiler, vakayi ve hâdisât dahi izhâr ve isbât etti ki “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası” programı en hain dimağların mahsulüdür. Bu fırka, memlekette su-i kastçıların, mürtecilerin tahassungâhı, ümid-i istinâdı oldu. Haricî düşmanların, yeni Türk Devleti’ni, taze Türk Cumhuriyeti’ni mahvetmeye ma’tûf plânlarının sühûlet-i tatbikatına hizmete çalıştı. Tarih, (mürettep, umumî, irticaî) olan Şark İsyanı, esbâbını tetkik ve taharri ettiği zaman, onun mühim ve bâriz sebepleri meyânında “Terakkiperver Cumhuriyet Fırka”sının dinî mevâîdini ve şarka gönderdikleri kâtib-i mes’ûllerinin teşkilât ve tahrikâtını bulacaktır. Hatırat defterini (nafile ve teheccüd namazlarının) sevabından bâhis hadislerle dolduran, bu kâtib-i mes’ûl, şark vilâyetlerimizde tahrikât-ı diniyede bulunurken, fırkasının programını tatbik etmiyor muydu? Masum halka, beş vakit namazdan mâadâ, geceleri de fazla namaz kılmayı vaaz ve nasihat etmek, belki de ömründe namaz kılmamış olan bir politikacı tarafından vâki olursa, bu hareketin hedefi anlaşılmaz olur mu? Efendiler, yaptığımız inkılâbın vüs’at ve azameti karşısında, eski hurafat ve müessesatın birer birer sukutunu gören mutaassıp ve irticakâr anâsır, “efkâr ve i’tikadât-ı diniyeye hürmetkâr” olduğunu ilân eden bir fırkaya ve bâhusus bu fırkanın içinde isimleri şöhret bulmuş zevâta dört el ile sarılmaz mı? Yeni fırka yapan zevât bu hakikati müdrik değil midirler? O halde, ellerine aldıkları din bayrağı ile millet ve memleketi nereye götürmek istiyorlardı? Böyle bir suale verilmesi lâzım gelen cevap da hüsn-i niyet, gaflet, kayıtsızlık gibi sözler memleketi terakkiye îsâl edeceğim diye ortaya atılan bir fırka rüesâsı için mazeret teşkil edemez! Efendiler, yeni fırka, unvan ittihâz ettiği “Terakki” ve “Cumhuriyet” namlarının zıdd-ı tâmlarıyla inkişaf etmiştir. Bu fırkanın rüesâsı, hakikaten mürtecilere ümit ve kuvvet vermiştir. Buna misâl olarak arz edeyim: Ergani’de, usâtın valiliğini kabul eden maslûb Kadri, Şeyh Said’e yazdığı bir mektupta: “Millet Meclisi’nde, Kâzım Karabekir Paşa’nın Fırkası, ahkâm-ı şer’iyeye riayetkâr ve dindardır. Bize müzaheret edeceklerine şüphe etmem. Hatta Şeyh Eyüp* nezdinde bulunan kâtib-i mes’ûlleri, fırkanın nizamnamesini getirmiştir..” diyor. Şeyh Eyüp de muhakemesi sırasında: “Dini kurtaracak yegâne fırkanın, Kâzım Karabekir Paşa’nın teşkil ettiği fırka olup, ahkâm-ı şer’iyeye riayet edileceğinin, fırka nizamnamesinde ilân edildiğini” söylemiştir. Efendiler, “Terakkiperver!” ve “Cumhuriyet” kelimelerini kullanarak, bize ve münevverân-ı millete karşı din bayrağını gizlemek tedbirinde bulunanlar, memlekette umumî irtica ve isyan yapmak için dahil ve hariçte tertipler ve teşvikler yapmakla meşgûl olanların mevcudiyetinden bihaber farz olunabilirler mi? Yeni fırkaya dahil olanların, tekmil azası mevzu-i bahis olmasa bile, dinî mevâîdi, muvaffakiyet için müessir-i âmil kabul eden ve buna dair formülü nizamnamelerine idhâl eden kimseler, memlekete müteveccih, şahıslarımıza müteveccih su-i kastlardan bihaber kabul edilemezler! İsyanın vukuundan aylarca mukaddem, memleketin şurasında burasında yapılan hafî ictimâlardan ve “Cemiyet-i Hafiye- i İslâmiye” teşkilâtından, İstanbul’da Nakşibendî meşayihinin yaptığı ictimâda, ihzâr edilecek kıyâma müzaheret vaad edildiğinden ve nihayet millî hudutlarımızın haricinde bulunup, Şark İsyanı’nı tahrik edenlerin beyannamelerinde Kâzım Karabekir Paşa’nın Fırkası’ndan ümit ile bahsolunduğundan** haberdâr olmadıklarını farz edelim. Fakat Fethi Bey Hükümeti zamanında, bizzat Fethi Bey vasıtasıyla, kendilerine, fırkalarının muzır ve isyan ve irticaa müşevvik vaz’ ve mahiyetinde olduğu bildirildiği zaman olsun, hakikati mütâlaa ve müşahede etmeleri lâzım gelmez miydi? Hükümetin ve benim, pek hâlisâne olarak bu ihtaratımızdan sonra olsun hakikati anlamaları ve ona göre hareket eylemeleri icap ederdi. Onlar, bilakis bu defa da “efkâr ve i’tikadât-ı diniyeye riayetkârız” klişesini, büsbütün aksi manada tefsire kalkıştılar. Güya, ma’lûm formül ile nazarlarında, her dinin ve her din sâlikinin efkâr ve i’tikadâtına riayetkâr olduğunu ifade etmek… geniş hürriyetperver olduklarını anlatmak istiyorlarmış… Efendiler, bu tarz-ı harekete dürüst, samimî denemez! Politika âleminde, birçok oyunlar görülür. Fakat mukaddes bir mefkûrenin tecellisi olan Cumhuriyet-i idâreye, asrî harekete karşı cehil ve taassup ve her nev’î husûmet ayağa kalktığı zaman bilhassa terakkiperver ve Cumhuriyetçi olanların yeri, hakikî terakki ve Cumhuriyetçi olanların yanıdır. Yoksa mürtecilerin ümit ve faaliyet menbaı olan saf değil… Ne oldu Efendiler?! Hükümet ve Meclis, fevkalâde tedbirler almaya lüzum gördü. Takrir-i Sükûn Kanunu’nu çıkardı. İstiklâl Mahkemelerini faaliyete geçirdi. Ordunun sekiz dokuz seferber fırkasını, uzun müddet te’dîbata hasretti. “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası” denilen muzır teşekkül-i siyasîyi sed etti.”
Nutuk 18.Bölümün Günümüz Türkçesine Çevrilmiş Alternatif Metni
Saygıdeğer Efendiler, «komplo» konusunu açıklarken ve komplonun Meclis içindeki safhasını anlatırken, önemsiz gibi sayılabilecek bazı ayrıntılar üzerinde durdum. Bunda beni haklı bulacağınızı umarım. Hatıra gelir ki, her hükümet, her zaman bu gensoru önergesi ile sorguya çekilebilir. Bir gensoruya bu kadar önem vermek doğru mudur? Arz etmeliyim ki, söz konusu olan gensoru normal bir gensoru değildi. Hazırlanan komplonun özel bir safhasıydı. Bu gensoru sahnesinden sonradır ki, muhalifler, maskelerini atmaya mecbur edildiler. Bilindiği üzere «Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası» (227) diye bir parti kurdular. Bu partinin gizli eller tarafından çizilen programını da ortaya attılar. «Cumhuriyet» kelimesini ağızlarına almaktan bile çekinenlerin, Cumhuriyet’i doğduğu gün boğmak isteyenlerin, kurdukları partiye «Cumhuriyet» ve hem de «Terakkiperver Cumhuriyet» adını vermiş olmaları, nasıl ciddîye alınabilir ve ne dereceye kadar samimî sayılabilir. Rauf Bey ve arkadaşlarının kurdukları bu parti «Muhafazakâr» adı altında ortaya çıkmış olsaydı, belki bir anlamı olurdu. Fakat bizden daha çok cumhuriyetçi ve bizden daha çok ilerici olduklarını iddiaya kalkışmaları elbette doğru değildi. «Parti, dinî düşünce ve inançlara saygılıdır» ilkesini bayrak olarak eline alan kimselerden iyiniyet beklenebilir miydi? Bu bayrak, yüzyıllardan beri cahilleri, bağnazları ve hurafelere inananları kandırarak özel çıkarlar sağlamaya kalkmış olanların taşıdıkları bayrak değil miydi? Türk milleti, yüz yıllardan beri, sonu gelmeyen felâketlere, içinden çıkabilmek için büyük fedakârlıkların gerekli olduğu pis bataklıklara, hep bu bayrak gösterilerek sürüklenmemiş miydi: Cumhuriyetçi ve yenilikçi olduklarını zannettirmek isteyenlerin, yine bu bayrakla ortaya atılmaları, din! bağnazlığı coşturarak, milleti, Cumhuriyet’e, ilerlemeye ve yenileşmeye karşı kışkırtmak değil miydi? Yeni parti, dinî düşünce ve inançlara saygı perdesi altında: «Biz Hilâfet’i yeniden isteriz; biz yeni kanunlar istemeyiz; bize Mecelle yeterlidir; medreseler, tekkeler, cahil softalar, şeyhler, müritler biz sizi koruyacağız; bizimle birlikte olunuz! Çünkü, Mustafa Kemal’in partisi Hilâfet’i kaldırdı. İslâmiyet’e zarar veriyor; sizi gâvur yapacak, size şapka giydirecektir» diye bağırmıyor muydu? Yeni partinin kullandığı slogan bu gerici haykırışlarla dolu değil miydi? Efendiler, bu slogana bağlı olanlardan birinin, çok zaman önce (10 Mart 1923 tarihinde) idam edilmiş olan Cebranlı Kürt Halit Bey’e yazdığı mektuptaki şu cümlelere bakınız: «İslâm dünyasının ebedîliğini sağlayan ilkelere saldırıyorlar.» «Bu konudaki açıklamalarınızı arkadaşlara da okudum. Hepsinin gayretlerini artırdı.» «Batıyı örnek almak, tarihimizi, medeniyetimizi, kaybetmeyi» zarurî kılar. «… Hilâfet’i yıkmak, lâik bir idare kurmayı düşünmek, hep İslâmlığın geleceğini tehlikeye sokacak sebepleri yaratmaktan başka bir sonuç veremez.» Efendiler, olaylar ve olup bitenler ortaya koydu ve ispat etti ki, «Terakkiperver ve Cumhuriyet Fırkası» nın programı en hain kafaların eseridir. Bu parti, memlekette suikastçıların, gericilerin sığınağı ve ümitlerinin dayanağı oldu. Dış düşmanların, yeni Türk Devleti’ni körpe Türk Cumhuriyeti’ni yıkmayı hedef alan plânlarının kolaylıkla uygulanmasına yardım etmeye çalıştı. Tarih, (gizli maksatlarla hazırlanmış, genel ve gerici nitelikteki) Doğu isyanının sebeplerini inceleyip araştırdığı zaman, onun önemli ve belirli sebepleri arasında «Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası» nın dinî konularda verdiği sözleri, doğuya gönderdiği sorumlu sekreterinin kurduğu örgütü ve yaptığı kışkırtmaları bulacaktır. Hatıra defterini «fazladan ve gece kılınan namazlar (228)» ın sevabını anlatan hadislerle dolduran bu sorumlu sekreter, doğu illerimizde dinî kışkırtmalarda bulunurken, partisinin programını uygulamıyor muydu? Mâsum halka, beş vakit namazdan başka, geceleri de fazla namaz kılmayı vaaz ve nasihat eden, belki de ömründe hiç namaz kılmamış olan bir politikacı olursa, bu hareketin hedefi anlaşılmaz olur mu? Efendiler, yaptığımız inkılâbın genişliği ve büyüklüğü karşısında, eski hurafelerin ve müesseselerin birer birer yıkılışını gören bağnaz ve gerici unsurlar, «dinî düşünce ve inançlara saygılı» olduğunu ilân eden bir partiye ve özellikle bu partinin içinde isimleri ün yapmış kimselere dört elle sarılmazlar mı? Yeni parti kuran kimseler bu gerçeği kavramış değiller midir? O halde, ellerine aldıkları din bayrağı ile, millet ve memleketi nereye götürmek istiyorlardı? Böyle bir soruya verilmesi gereken cevapta iyiniyet, gaflet, kayıtsızlık gibi sözler, memleketi ileriye götüreceğim diye ortaya atılan bir partinin ileri gelenleri için mazeret sayılamaz! Efendiler, yeni parti kendine ad olarak seçtiği «Terakki» ve «Cumhuriyet» kelimelerinin tam tersi olan anlamlarla gelişmiştir. Bu partinin liderleri, gericilere gerçekten ümit ve kuvvet vermiştir. Buna örnek olarak arz edeyim: Ergani’de, âsîlerin valiliğini kabul eden ve sonra asılmış olan Kadri, Şeyh Said’e yazdığı bir mektupta: «Millet Meclisi’nde, Kâzım Karabekir Paşa’nın partisi, şeriat hükümlerine saygılı ve dindardır. Bize yardımcı olacaklarına şüphe etmem. Hattâ, Şeyh Eyüp’ün(*) yanında bulunan sorumlu sekreterleri, partinin tüzüğünü getirmiştir…» diyor. Şeyh Eyüp de yargılanması sırasında: «Dini kurtaracak tek partinin, Kâzım Karabekir Paşa’nın kurduğu parti olup, şeriat hükümlerine uyulacağının, parti tüzüğünde ilân edildiğini» söylemiştir. Efendiler, «Terakkiperver» ve «Cumhuriyet» kelimelerini kullanarak, bize ve milletin aydınlarına karşı din bayrağını gizlemeye çalışanların, memlekette genel bir gericilik ve ayaklanmaya yol açmak için içeride ve dışarıda türlü düzen ve kışkırtmalarla uğraşanların varlığından habersiz oldukları düşünülebilir mi? Yeni partiye girenlerin bütün üyeleri söz konusu olmasa bile, dinî vaatleri başarıya ulaşmanın en etkili unsurları sayan ve bununla ilgili sloganı tüzüklerine de koymuş olan kimselerin, şahıslarımıza ve memlekete karşı yöneltilmiş olan suikastlerden habersiz oldukları kabul edilemez! Diyelim ki, bunların isyanın patlak vermesinden aylarca önce, memleketin şurasında burasında yapılan gizli toplantılardan, Cemiyet-i Hafiye-i İslâmiye» (229) teşkilâtından, İstanbul’da Nakşibendi şeyhlerinin yaptığı toplantıda, hazırlanacak ayaklanmaya yardım için söz verildiğinden ve nihayet millî sınırlarımızın dışında bulunup da Doğu isyanını kışkırtanların bildirilerinde (*), Kâzım Karabekir Paşa’nın partisinden ümitle söz edildiğinden haberleri olmadığını düşünelim. Ancak, Bunların, Fethi Bey Hükümeti zamanında, doğrudan doğruya Fethi Bey vasıtasıyla kendilerine, partilerinin zararlı, isyan ve gericiliği kışkırtıcı bir durum ve nitelikte olduğu bildirildiği zaman olsun, gerçeği görüp anlamaları gerekmez miydi? Hükümetin ve benim tertemiz düşüncelerle yaptığımız bu uyarmalardan sonra olsun, gerçeği kavrayıp ona uymaları beklenirdi. Onlar tam tersine, bu defa da «dinî düşünce ve inançlara saygılıyız» sloganını büsbütün zıt bir anlamda yorumlamaya kalkıştılar. Sözde, bu sloganla, her dinin ve her dinden olanların düşünce ve inançlarına saygılı olduklarını belirtmek… geniş ölçüde hürriyetçi olduklarını anlatmak istiyorlarmış… Efendiler, böyle bir tutuma dürüst ve samimidir denemez! Politika dünyasında birçok oyunlar görülür. Fakat, kutsal bir ülkünün kendini ortaya koyduğu Cumhuriyet rejimine, çağdaş yenileşmeye karşı, cahillik, bağnazlık ve her türlü düşmanlık ayağa kalktığı zaman, özellikle yenilikçi ve cumhuriyetçi olanların yeri, gerçekten yenilikçi ve cumhuriyetçi olanların yanıdır. Yoksa gericilerin ümit ve faaliyet kaynağı olan saf değil… Ne oldu Efendiler? Hükümet ve Meclis olağanüstü tedbirler almayı gerekli gördü. Takrir-i Sükûn Kanunu’nu (230) çıkardı. İstiklâl Mahkemeleri’ni kurdu. Ordunun savaşa hazır sekiz dokuz tümenini, uzun zaman isyanı bastırmak üzere görevlendirdi. «Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası» denilen zararlı siyasî kuruluşu kapattı.”