Türk Yargısı ve Etik Değerler: Kaf Dağının Ardı / Av. Ergin Cinmen
Yargının, yasama ve yürütmeden ama illa da yürütmeden bağımsız olması gereğinin adil bir toplum düzeni için şart olduğu Montesquieu’den beri kabul görmektedir.
Bunun için Anayasalar yapılmıştır. 1789 Devriminin ateşleri içinde yapılan 1791 Fransız Anayasası bu nedenle insan derisiyle ciltlenip bir müzede sergilenmeye başlanmıştır.
Benim kişiliğime çok şey katan sevgili hocam Tarık Zafer TUNAYA “İnsan Derisiyle Kaplı Anayasa” adlı kitabının ön sözünde şöyle diyor: “Paris’in şirin müzelerinden birinde, Karnavale’de, Fransız İhtilali’ne ilişkin eşyaları ve belgeleri seyrediyordum. Gözlerim salonun bir köşesine özenle yerleştirilmiş küçük bir kitaba takıldı. 1791 Anayasası. Fransa’nın ilk yazılı anayasası. Biraz daha dikkatle bakınca alt satırdaki şu müthiş cümle beni dondurdu. ‘İnsan derisi ile kaplanmıştır.’ Bu küçücük, rengi sararmış kitap karşısında hürriyet savaşlarının derinliğini uzunluğunu, özgürlük denilen şeyin bedava olmadığını insan bir kere daha anlıyor.”
Fransız Devrimi çok kanlı oldu. Birçok masum insan bu Devrim’in yaktığı ateşte belki yandı. Belki bu süreçte birçok insan büyük adaletsizliklerle giyotinde can verdi. Ama bir paradoks da yaşandı evet binlerce insan öldü ama uygarlığın temelleri de bu devrimin ateşlediği fikirlerle atıldı. Ama ne yazık ki 1789 hala aşılamadı.
Hala ifade özgürlüğü, hala kuvvetler ayrılığı, hala bağımsız ve tarafsız yargı için mücadele etmek gerekiyor.
İsrail’de Adil Yargı için, Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerinin siyasi iktidar tarafından budanmaması için halk aylardır sokaklarda.
Türkiye için adil yargı, ifade özgürlüğü gibi temel haklar hep gündemde kaldı. Maalesef artan bir ivmeyle gündemde kalmaya devam ediyor.
——————————–
Uzunca bir süredir anı defteri tutmaya çabalıyorum. Kendimi disipline ettiğim zamanlarda günü gününe yazmayı başarıyorum. Ancak bazen bir bakıyorum ki aradan geçen iki ay boyunca bir şey yazmamışım. Sonra nedenini anladım; birazı tembelliğimden olsa da çoğu memleket gündeminin tıklım tıkış dolu olmasından…
Bu doluluk, ülke yargısının siyasete bağlı olmasından yani yargıda etik kavramının Türkiye versiyonunun çok sorunlu olmasından kaynaklanıyor.
Bu ülke anayasasının 90. Maddesine göre tanınmış olan AİHM’nin kararlarına rağmen; Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş altı yılı aşkın bir süredir hala tutuklu bulunduruluyorsa; ülkenin güneydoğusunda ve oranın halkı tarafından seçilmiş olan belediye başkanları yıllardır içeride tutuluyorsa ve belediye başkanı diye yerlerine valiler atanıyorsa; salt gazetecilik mesleğinin icrası nedeniyle insanlar televizyon ekranlarından alınıp hapishaneye konuluyorsa; ifade ve düşünce özgürlüğü ortadan kaldırılmışsa; “Gezi tutukluları” hala tutukluysa; seçilmiş milletvekili mecliste değil de hapishanede tutuluyorsa; Anayasa Mahkemesi’nin onca kararına rağmen en küçük bir toplantı bile yasaklanıyorsa, itiraz edene cop ve cezaevi gösteriliyorsa ve daha bir çok hukuksuzluk neredeyse müesses nizam haline getirilmişse, bu uygulamalar beraberinde büyük bir oto sansüre tabi tutuluyorsa ve bu uygulamaların hemen hepsinin yasaların yargı etiğine aykırı “uygulamalarından” kaynaklanıyorsa; tüm bunların aşağıda detaylarıyla değineceğim Yargı Etiğinin adeta hunharca ihlalinden kaynaklandığını rahatlıkla, üzüntüyle, hatta bu ülkenin bir yurttaşı olarak “utançla” söyleyebilirim.
Şunu kabul edelim, 2002’de iktidara gelip hala iktidarda bulunan ve son seçimlerden sonra oluşan, Cumhuriyet tarihinin en sağ iktidarının büyük ortağı AKP’nin, iktidara geldikten hemen sonra dinci/şeriatçı suçlamalarını savmak ve o süreç içinde yer alan militarist tehditleri savuşturmak için AB ile yakınlaşması sonucu yasalarımız ve Anayasamız oldukça demokratik hükümlere kavuşmuştu. Ancak özellikle 15 Temmuz “tuhaf” darbe girişiminin ardından yargının tamamen yürütmenin kontrolüne girmesinden sonra popülizm, post thruthizm yoluyla sahip olduğu medya ve sosyal iletişim ağlarıyla her türlü demokratik muhalefet etkisiz hale getirildi. Bu etkisizleştirmede yargı aygıtının oynadığı rolü irdelemeden yargı etiğini tartışmak havanda su dövmektir.
Özellikle değinirsek; Cumhuriyet Gazetesi davasında, Güney Doğu Anadolu Bölgesi belediye başkanları davalarında, Kavala, Demirtaş ve Gezi Davası adıyla anılan davalarda ve daha bir çok davada etkisizleştirilmelerine karar verilen kişiler önce medya yoluyla halkın gözünde itibar suikastlarına uğrayıp sabaha karşı yapılan şafak baskınlarıyla (sanki çok tehlikeli kişilermiş gibi) gözaltına alındıktan sonra açılan soruşturmalara Sulh Ceza Hakimlikleri tarafından konan gizlilik kararı neticesinde ortalama bir yıl haklarındaki suçlamalara dayanak olan belgeleri göremedikleri bir yana, gerçekliği şüpheli kanıtları avukatlarıyla birlikte –her türlü ahlak kuralına aykırı olarak- ancak medyadan öğrendiler.
Aynı süreç içinde yürütme organı, yaptığı anayasal değişikliklerle başta HSK, AYM, Yargıtay ve Danıştay olmak üzere tüm yargıyı kendisine bağlamıştır. Yani iki yüz elli yıllı aşan kuvvetler ayrılığı, bağımsız ve tarafsız yargı kuralları; etik değerlerin hepsine aykırı olarak ihlal edilmiştir ve hala da ihlal edilmektedir.
Konumuz yargı etiği olduğu için yukarıdaki ahvali yargı etiği ilkeleriyle de irdelemek bugünü daha iyi olarak anlamamıza yardım edecektir.
Nedir bu Yargı Etiği veya Bangalore değerleri?
“Etik” kelimesi sözlük anlamı itibarıyla şöyle tanımlanıyor: “Töre bilimi, ahlak bilimi, ahlaki, ahlakla ilgili olarak tanımlanmaktadır Etik; ahlaki olanın özünü ve temellerini araştıran bilim, insan davranışları ile ilgili problemleri inceleyen felsefe dalı.”
Bu tanımı akılda tutarak yazımıza devam edelim.
Yargı Etiğinin ne olduğu, hangi nedenlerle yargı ahlakının bir sorun olarak dünyanın ve Türkiye’nin gündeminde bulunduğunu anlamak için aşağıda açıkladığım süreci ve sürecin hangi yerli ve yabancı aktörlerle yürüdüğünü gözlemlemek gerekiyor.
Anlaşıldığı kadarıyla dünya çapında yaşanan ve öncelikle 3. Dünya ülkelerinin yaşadığı sorunlar üzerine; 1994 yılında resmi olarak kurulan Birleşmiş Milletler Uluslararası Suçun Önlenmesi Merkezi’nin davetiyle ve Birleşmiş Milletler Suçun Önlenmesi ve Suçluların Islahı Kongresi ile birlikte, Yargıda Dürüstlüğün Güçlendirilmesine Yönelik Yargı Grubu’nun ilk toplantısı Nisan 2000 tarihinde Viyana’da gerçekleşir.
Toplantının katılımcıları Bangladeş’ten Yüksek Mahkeme Başkanı Latifur Rahman, Hindistan Karnataka Eyaleti’nden Yüksek Mahkeme Başkanı Bhaskar Rao, Nepal’den Yargıç Govind Bahadur Shrestha, Nijerya’dan Başyargıç Uwais, Güney Afrika Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Langa, Tanzanya’dan Yüksek Mahkeme Başkanı Nyalali ve Uganda’dan Yargıç Odoki olmuştur.
Söz konusu toplantıda alınan kararlar çerçevesinde 2002 yılında, daha sonra karar altına alınan ilkelere mesnet olacak ve anlaşıldığı kadarıyla içeriği çok önemli aşağıda yazılı belgeler dikkate alınarak çalışmalar tamamlanır.
Diğer bir deyişle Bangalore Etik değerleri dünya yargı uygulamalarının 2002’ye kadar oluşan toplamından ortaya çıkan bir yargı manifestosudur. Tespit edilecek etik kurallara ulaşmak için yararlanılan bu belgeler şöylece sıralanır:
- Amerikan Barolar Birliği Delegeler Meclisi tarafından kabul edilen Yargı Etiği İlkeleri, Ağustos 1972.
- Avustralya Eyaletleri ve Bölgeleri Yüksek Mahkeme Başkanları tarafından yayınlanan Yargı Bağımsızlığı İlkeleri Bildirgesi, Nisan 1997.
- Bangladeş Halk Cumhuriyeti Anayasası Madde 96(4)(a) kapsamında sağlanan yetkinin kullanılmasında Yüksek Yargı Kurulu tarafından öngörülen Bangladeş Yüksek Mahkeme Hâkimleri için Etik İlkeler, Mayıs 2000.
- Kanadalı Hâkimler Konferansı iş birliğinde hazırlanan ve Kanada Yargı Konseyi tarafından tasdik edilen Hâkimler için Etik İlkeler, 1998.
- Hâkimlerin Statüsüne İlişkin Avrupa Şartı, Avrupa Konseyi, Temmuz 1998.
- Idaho Yargı Etiği İlkeleri, 1976.
- Hindistan Yüksek Mahkeme Başkanları Konferansı tarafından kabul edilen Yargı Hayatının Değerlerinin Yeniden Belirlenmesi, 1999.
- Iowa Yargı Etiği İlkeleri.
- Kenya Yargı Görevlileri için Etik İlkeler, Temmuz 1999.
- Malezya Federal Anayasası Madde 125(3A) tarafından verilen yetkilerin kullanılmasında, Yüksek Mahkeme Hâkimi, Temyiz Mahkemesi Başkanı ve Yüksek Mahkeme Başkanları’nın tavsiyesi üzerine Yang di-Pertuan Agong tarafından öngörülen Malezya Hâkimlerinin Etik İlkeleri, 1994.
- Namibya Sulh Hâkimleri için Etik İlkeler.
- Yargı Etiğini Düzenleyen Kurallar, New York Eyaleti, ABD.
- Nijerya Federal Cumhuriyeti Yargı Görevlileri için Etik İlkeler.
- Pakistan Yüksek Mahkemesi ve Üst Mahkemelerin Hâkimleri tarafından uyulacak Etik İlkeler.
- Filipinler Yargı Etiği İlkeleri, Eylül 1989.
- Filipinler Barolar Birliği tarafından teklif edilen, Manila Asliye Hâkimleri tarafından onaylanan ve belediye hâkimleri ile şehir hâkimleri de dahil olmak üzere Yüksek Mahkemenin idari gözetimi altındaki hâkimler tarafından uyulmak ve onlara rehberlik etmek üzere kabul edilen Filipinler Yargı Etiği Kuralları.
- Yandina Bildirisi: Solomon Adaları’nda Yargının Bağımsızlığı İlkeleri, Kasım 2000.
- Yüksek Mahkeme Başkanı, Anayasa Mahkemesi Başkanı ve Yüksek Mahkemeler, İş Temyiz Mahkemesi ve Arazi Alacakları Mahkemesi Başkanları tarafından kabul edilen Güney Afrika Hâkimleri için Rehber İlkeler, Mart 2000.
- Hâkimler ve Sulh Hâkimleri Konferansı tarafından kabul edilen Tanzanya Yargı Görevlileri için Etik İlkeler, 1984.
- Teksas Yargı Etiği İlkeleri.
- Yüksek Mahkeme ve Üst Mahkeme Hâkimleri tarafından kabul edilen Uganda Hâkimleri, Sulh Hâkimleri ve Diğer Yargı Görevlileri için Etik İlkeler, Temmuz 1989.
- Amerika Birleşik Devletleri Yargı Konferansı Etik İlkeleri.
- Virginia Yüksek Mahkemesi tarafından kabul edilen ve ilan edilen Virginia Eyaleti için Yargı Etiği Kuralları, 1998.
- Washington Eyaleti Yüksek Mahkemesi tarafından kabul edilen Yargı Etiği İlkeleri, ABD, Ekim 1995.
- Zambiya Parlamentosu tarafından kabul edilen Yargı (Etik İlkeleri) Kanunu, Aralık 1999
- Uluslararası Ceza Hukuku Birliği, Uluslararası Hukukçular Komisyonu ile Yargıçların ve Avukatların Bağımsızlığı Merkezi tarafından toplanan bir uzmanlar komitesinin hazırladığı Yargı Bağımsızlığına İlişkin Taslak İlkeler (“Siracusa İlkeleri”), 1981.
- BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen Birleşmiş Milletler Yargı Bağımsızlığı Temel İlkeleri, 1985.
- Yargı Bağımsızlığı Çalışmaları Özel Raportörü Dr. L.V. Singhvi tarafından hazırlanan Yargı Bağımsızlığı Evrensel Bildirgesi Taslağı (“Singhvi Bildirgesi”), 1989.
- Altıncı Yüksek Mahkeme Başkanları Konferansı’nda kabul edilen Lawasia Bölgesi’nde Yargının Bağımsızlığı İlkelerine İlişkin Pekin Bildirisi, Ağustos 1997.
- Harare (Zimbabve başkenti) İlkeleri’nin etkin biçimde uygulanması için iyi yönetişim, hukukun üstünlüğü ve insan haklarını teşvik eden ve yürütme, parlamento ve yargı arasındaki ilişkileri düzenleyen iyi uygulamalara ilişkin Uluslar Topluluğu için Latimer House Rehber İlkeleri, 1998.
- Yargıçların ve Avukatların Bağımsızlığı Merkezi tarafından toplanan uzmanlar grubunun kabul ettiği Yargı Sisteminin Tarafsızlığını Sağlamaya, Yolsuzluğu Önlemeye ve Yok Etmeye Dair Politika Çerçevesi, Şubat 2000.
Yargı Grubu’nun ikinci toplantısı Bangalore’da, Şubat 2001 tarihinde yapılmıştır. Bu toplantıya katılanlar arasında Bangladeş’ten Yüksek Mahkeme Başkanı Mainur Reza;
Chowdhury, Kanada’dan Yargıç Claire L’Heureux Dube, Hindistan Karnataka Eyaleti’nden Yüksek Mahkeme Başkanı Reddi, Nepal’den Yüksek Mahkeme Başkanı Upadhyay,
Nijerya’dan Yüksek Mahkeme Başkanı Uwais, Güney Afrika’dan Yüksek Mahkeme Başkanı Vekili Langa, Sri Lanka’dan Yüksek Mahkeme Başkanı Silva, Tanzanya’dan Yüksek Mahkeme Başkanı Samatta ve Uganda’dan Yüksek Mahkeme Başkanı Odoki bulunmaktadır.
Hâkim Weeramantry başkanlığı üstlenirken Yüksek Yargıç Kirby raportör olarak görev almıştır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi Başkanı Yüksek Yargıç Bhagwati de toplantıya katılmış ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’ni temsil etmiştir.
Bu toplantıda Grup, daha önce hazırlanan taslağı inceleyerek ilerlemek suretiyle temel değerleri belirlemiş, ilgili ilkeleri geliştirmiş ve Bangalore Yargı Etiği İlkeleri Taslağı üzerinde anlaşmaya varmıştır. Ancak Yargı Grubu, Bangalore Taslağı’nın çoğunlukla gelenek hukuku ülkelerinin hâkimleri tarafından geliştirilmiş olması nedeniyle uygun biçimde onaylanmış uluslararası yargı etiği ilkeleri statüsünü kazanabilmesi için diğer hukuki geleneklerden gelen hâkimler tarafından da incelenmesinin gerekli olduğunu kabul etmiştir.
Bangalore Taslağı hem gelenek hukuku hem de Kıta Avrupası hukuku sistemlerinden hâkimler arasında geniş çapta yaygınlaştırılmış ve çeşitli yargı konferanslarında tartışılmıştır.
———————————–
Taslak metin, Haziran 2002 tarihinde Avrupa Hâkimleri Danışma Konseyi Çalışma Grubu (CCJE-GT) tarafından incelenmiştir. Toplantıya katılanlar arasında Avusturya Hâkimler Birliği Başkan Yardımcısı Reissner, Çek Cumhuriyeti Yüksek Mahkemesi’nden Hâkim Fremr, Fransa Cour d’Appel de Paris [Paris İstinaf Mahkemesi] Başkanı Lacabarats, Almanya Federal İdare Mahkemesi’nden Hâkim Mallmann, İtalya’dan Sulh Hâkimi Sabato, Litvanya Temyiz Mahkemesi’nden Hâkim Virgilijus, Lüksemburg Cour d’Appel [İstinaf Mahkemesi] Başmüşaviri Wiwinius, Portekiz Temyiz Mahkemesi’nden Müşavir Afonso, Slovenya Yüksek Mahkemesi’nden Yargıç Ogrizek, İsveç Svea Temyiz Mahkemesi Başkanı Hirschfeldt ve Birleşik Krallık’tan Yüksek Yargıç Mance bulunmuştur.
Amerikan Barolar Birliği’nin girişimiyle, Bangalore Taslağı ulusal dillere çevrilmiş, özellikle Bosna Hersek, Bulgaristan, Hırvatistan, Kosova, Romanya, Sırbistan ve Slovakya olmak üzere Orta ve Doğu Avrupa ülkelerindeki hâkimler tarafından incelenmiştir.
Bangalore Taslağı, Avrupa Hâkimleri Danışma Konseyi Çalışma Grubu’ndan alınan yorumlar ve yukarıda bahsedilen diğer görüşler; Avrupa Hâkimleri Danışma Konseyi’nin yargının bağımsızlığına ilişkin standartlarla ilgili Görüş Avrupa Hâkimleri Danışma Konseyi’nin hâkimlerin profesyonel davranışlarını, özellikle de etik, uygunsuz davranışlar ve tarafsızlık konularını düzenleyen ilkeler ve kurallara ilişkin taslak Görüşü ışığında tekrar gözden geçirilmiş ve Haziran 2002 tarihinde Avustralya Yüksek Mahkeme Başkanları Konseyi tarafından yayınlanan Yargı Etiği Rehberi ile Baltık Devletleri Hâkimleri için Model Etik İlkeler, Çin Halk Cumhuriyeti Hâkimleri için Yargı Etiği İlkeleri ve Makedonya Hâkimler Birliği’nin Yargı Etiği İlkeleri gibi daha yakın zamanlı ilkelere atıfta bulunulmuştur.
Bangalor Taslağı’nın gözden geçirilmiş hâli Kasım 2002 tarihinde Uluslararası Adalet Divanı’nın merkezi olan Lahey, Hollanda’da yer alan Peace Palace’ta düzenlenen Hâkim Weeramantry’nin başkanlık ettiği Kıta Avrupası hukuku ülkelerinden Yüksek Hâkimler (veya temsilcilerin) Yuvarlak Masa Toplantısı’nda sunulmuştur.
Katılımcılar arasında Brezilya Federal Temyiz Mahkemesi’nden Hâkim Vladimir de Freitas, Çek Cumhuriyeti Yüksek Mahkemesi Başkanı Iva Brozova, Mısır Yüksek Anayasa Mahkemesi Başkanı Mohammad Fathy Naguib, Fransa Cour de Cassation [Yargıtay] Müşaviri Christine Chanet, Meksika Suprema Corte de Justicia de la Nacion [Ulusal Yüksek Adalet Divanı] Başkanı Genaro David Gongora Pimentel, Mozambik Yüksek Mahkemesi Başkanı Mario Mangaze, Hoge Raad der Nederlanden [Hollanda Yüksek Mahkemesi] Başkanı Pim Haak, Norveç Yüksek Mahkemesi’nden Yargıç Trond Dolva ve Filipinler Yüksek Mahkemesi Başkanı Hilario Davide bulunmuştur. Ayrıca oturumlardan birine Uluslararası Adalet Divanı üyeleri: Hâkim Ranjeva (Madagaskar), Hâkim Herczegh (Macaristan), Hâkim Fleischhauer (Almanya), Hâkim Koroma (Sierra Leone), Hâkim Higgins (Birleşik Krallık), Hâkim Rezek (Brezilya), Hâkim Elaraby (Mısır) ve Özel Hâkim Frank (ABD) de katılmıştır. BM Özel Raportörü de toplantıya iştirak etmiştir.
İşte “Bangalor Yargı Etiği İlkeleri”, bu toplantılar silsilesinin ürünüdür. (1)
——————————-
Görüldüğü gibi, toplantılara katılan bunca ülkenin arasında ülkemizin bulunmaması önemli bir sorundur.
Ülkemizin ilgili kurumlarından hiçbir yargıç davet edilmemiş midir yoksa davet gelmiş de icabet mi edilmemiştir? İcabet etmek isteyen yargıçlarımız varsa; hangi nedenlerle engellendikleri çok geç de olsa irdelenmek zorundadır. Çünkü bugün yaşanan sorunların altında yatan gerçek nedenlerden birinin erki kullanan kimi hukuk uygulayıcıların kişiliksizleştirilmesi olduğu kanısını taşıyorum.
Bunun tartışması yazının ileriki bölümünde yapılacaktır; ondan önce Bangalore değerlerinin neler olduğuna bakalım.
Bangalore Değerleri:
Burada yalnızca değerlerin neler olduğuna değineceğim. Bunların alt paragrafları akademik alanı kapsadığından başka bir yazarın ve yazının konusu olacaktır.
1-Değer: BAĞIMSIZLIK İlkesi: Yargı bağımsızlığı, hukukun üstünlüğünün ön koşulu ve adil yargılanmanın temel garantisidir. Bu nedenle hâkim hem bireysel hem de kurumsal yönleriyle yargı bağımsızlığını korumalı ve bu konuda örnek teşkil etmelidir.
- Değer: TARAFSIZLIK İlkesi: Tarafsızlık, yargı görevinin doğru bir şekilde yerine getirilmesine esas teşkil eder. Bu ilke sadece kararlar için değil, kararların oluşturulduğu süreç açısından da geçerlidir.
- Değer: DOĞRULUK İlkesi: Doğruluk, yargı görevinin düzgün bir şekilde yerine getirilmesinde esastır.
- Değer: DÜRÜSTLÜK İlkesi: Dürüstlük ve dürüstlük görüntüsü, bir hâkimin tüm faaliyetlerinin icrasında esaslı bir unsurdur.
- Değer: EŞİTLİK İlkesi: Mahkemeler önünde herkese eşit muamele gösterilmesi, hâkimlik görevinin gereğince yerine getirilmesi için elzem bir unsurdur.
- Değer: EHLİYET VE LİYAKAT İlkesi: Ehliyet ve liyakat, yargı görevinin gereğince yerine getirilmesinin ön koşullarıdır.
UYGULAMA: Yargı vazifesinin doğası gereği, hâlihazırdaki hukuk sistemlerinde bu ilkeleri uygulamaya yönelik mekanizmaları bulunmayan ulusal yargı teşkilatları, bu mekanizmaları temin etmek için etkili tedbirler almalıdır.
Yukarıda yazılı Yargı Etiği normlarına uyması yargıcın görevidir. Ancak yargıcın bu görevini yerine getirmesi için gereken sistemi devletin kurması gerekmektedir. Etik değerlerin “Uygulama” maddesi Devletin bu yükümlülüğünü açıkça ortaya koymaktadır.
—————————-
Yukarıda belki de okuyucuyu yoracak listeler verdim.
Ancak bu listeleri teşkil eden ülkelerin siyasal ve sosyal durumu, içinde bulundukları kümeler değerlendirilmezse memleketimizin yargısının etikasının anlaşılması bir az zor olacak.
Birinci listenin katılımcıları Bangladeş, Hindistan, Nepal, Nijerya, Güney Afrika, Tanzanya, Uganda’dan gelen yargıçlar. Bu yargıçlar kendi sorunlarını çözmek için bulundukları yerden çok uzakta; Viyana’da, Avrupa hukukunun temsilcilerinin bir anlamda gözetimi altında toplanırlar. Ve Etik kuralların tespiti için başka bir toplantının yapılması gereğini karar altına alınlar.
Yapılacak bu toplantıda artık tüm dünya hukukçularına önerilen Etik Değerler tespit edilecektir.
Ancak bu etik değerlerin tespiti için katılımcı ülkelerin pratiklerinin tespitine gerek bulunmaktadır.
Yukarıda listesini verdiğim pratikler ilgili ülkelerin deneyiminden süzülüp gelmiş belgelerdir.
Görüldüğü üzere nüfusu iki milyona varmayan, zamanında demokrasileri çok gelişmemiş ülkelerin yargıçlarının bir araya gelip toplanıp tespit ettiği etik ilkeler bulunuyormuş.
Peki bizim etik ilkelerimiz var mı?
Anlaşıldığı kadarıyla “değerlerin” oluşumunda şu veya bu nedenlerle hiçbir katkısı bulunmayan ve bu durumdan alınan Türk yargı sistemi derhal kollarını sıvamış ve hem de Türkiye’de yargı bağımsızlığı ve hukuk devleti ilkelerinin en yoğun olarak ihlal edildiği 2014-2018 yılları arasını kapsayan 10. Kalkınma Planı’nda Yargı Reformu Stratejisi’nde yargı etiği kodlarının belirlenmesi hedefleri öne çıkmıştır. Yapılan çalışmalar sonucunda, Cumhurbaşkanının atadığı Adalet Bakanı Başkanlığında Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) Mart 2019’da Türk Yargı Etiği Bildirgesini duyurmuştur. Ayrıca 2018’de tamamlanan Yargıtay Etik, Şeffaflık ve Güven Projesi’nin sonunda da Yargıtay Etik Kodlarının belirlenmiş olduğu görülmektedir.
Ancak bu etik kodlar incelendiğinde görülmüştür ki; onlarca akademisyen, Yargıtay üyesi, tetkik hâkimi, savcı ve Yargıtay personelinin katıldığı, 1.000.000 ABD Doları bütçeli bir projenin sonuç bildirisi olarak ortaya çıkan Yargıtay Etik İlkeleri’nin, hali hazırda tüm dünyada kabul görmüş ve bilinen bir metin olan Bangalore Yargı Etiği İlkeleri ile değerler, ilkeler ve uygulamalı örnekler bazında benzerliği aşan derecede paralellik göstermesi bazı araştırmacılarda hayal kırıklığı yaratmıştır. (2)
Oysaki, etik değer dediğimiz kurallar HSK gibi bir devlet kurumu tarafından değil doğrudan doğruya mesleği icra eden yargıçların oluşturduğu kurullar tarafından saptanmalıdır.
Ancak Ülkemizde böyle bir gelenek bulunmadığı için neticede devletin Cumhurbaşkanı tarafından üyeleri atanan HSK tarafından Bangalore Etik Kuralları Türk yargıcının etik kuralları olarak ilan edilivermiştir.(!)
———————————
Bence Türk yargısının “etik kurallarını” tespit etmek için önce yargımızın bünyesel/sosyolojik kodlarını tespit etmek gerekmektedir.
I-Öncelikle belirtelim ki Cumhuriyet tarihimiz olağanüstü yargı uygulamaları ile geçmiştir ve bu durum halen devam etmektedir.
- Cumhuriyetimizde 1920-1927 yıllarında faaliyet gösteren ve kaldırılmaları daha sonra mümkün olan İstiklal Mahkemeleri, birer infaz kurumu olarak çalıştı. Tek dereceli yargılama yapılıyordu. Adalet yerine zulüm saçmış, adalet dağıtan bir yer olmaktan çok tam anlamıyla yargısız infaz mercii olarak çalışmıştır. Dolayısıyla İstiklal Mahkemeleri o dönem yaşayan halk için işi “zulüm dağıtmak olan bir mahkeme” olarak algılanmıştır. Birçok kişi infaz edilmiş birçok kişi de aynı suçlardan yargılanmalarına rağmen eşitlik ilkesine aykırı olarak daha sonra affedilmiştir.
- Hemen ardından zamanın “Örfi İdare Mahkemeleri (Sıkıyönetim)” zuhur etmiştir. Yargıçları doğrudan zamanın Millî Savunma Bakanlığı tarafından atanan bu mahkemelerde tabi ki bağımsızlık ve tarafsızlık aramak mümkün değildir. Ancak halk indinde bu kurumlar da birer mahkemedir.
- Yüksek Adalet Divanı 1961 yılında bir özel mahkeme olarak bir başbakan iki de bakanın idamına kadar vermiştir. Beş yıl sonra aynı maddeden mahkûm olup cezaları müebbet hapse çevrilenler çıkarılan af nedeniyle salıverilmişlerdir. Halk indinde bu kurum da bir mahkeme sayılmıştır.
- Ardından gelen 12 Mart Sıkıyönetim Askeri Mahkemeleri üç gencin idamına karar vermiştir. İdam cezaları infaz edilmiştir. Ayrı fiillerle müebbet ağır hapisle cezalandırılanlar beş yıl sonra çıkarılan af kanunuyla salıverilmişlerdir. Halk indinde bunlar da bildik “mahkeme” olarak addedilmiştir.
- 12 Eylül.1980 darbesiyle Sıkıyönetim Askeri Mahkemeleri yeniden gündeme gelmiştir. 1984 tarihine kadar yargılanıp cezası kesinleşen 50 insan idam edilmiştir. 1984 yılından sonra özellikle batıdan gelen baskılar sonucu verilmiş olan idam cezaları infaz edilmemeye başlanmıştır. Aynı fiilden yargılanıp kararları 1984 tarihinden sonra kesinleşen insanlar 3713 Sayılı Terörle Mücadele Yasanının geçici birinci maddesiyle 10 yıl cezaevinde kalıp salıverilmişlerdir. İnsanın kanını donduran pratik ise idam cezasını gerektiren suç işleyen iki kişiden birinin derhal yakalanıp 1984 yılına kadar yargılanıp idam cezasına mahkûm edilip cezası infaz edilirken, diğerinin daha sonra yakalanıp cezasının 1984 yılından sonra kesinleşme halidir. 1984 yılından sonra idam cezaları infaz edilmediği için 10 yıllık bir hapis süresi sonunda insanlar tahliye edildiler. Yani kaçmak fiilen mükafatlandırıldı. Yani sistem kendisi içinde de çürümüştü. Ve Halk böyle kararları veren kuruluşları da mahkeme olarak tanıdı.
- Ardından kurulan Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin (DGM) dağıttığı “şeyin” adalet olmadığı çok açıktı. Sırf mahkeme üyelerinden birisinin asker olması nedeniyle verilmiş olan her hükümle ilgili olarak AİHM tarafından ihlal kararı veriliyordu.
- DGM’ler, daha sonra yerini kendilerini özgürlük mahkemeleri diye tanıtan Sulh Ceza Hakimliklerine bıraktı. Özellikle 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimi bahane edilerek bugün yaşamımızda yer alan ve DGM’lerin devamı niteliğindeki fiili İhtisas Ağır Ceza Mahkemeleri ve yalnızca tutuklama kararı verdiği algısı oluşan Sulh Ceza adlı hakimlikler bugün bana göre yalnızca yukarıda saydığım geleneksel düzlemin devamı mahiyetindedir. Yukarıda da değindiğim, Osman Kavala. Selahattin Demirtaş, Güneydoğulu belediye başkanlarına açılan ve hepsi de tutuklu olarak görülen davalar, gazetecilere açılan dava ve tutuklamalar ve bu günlerde yaşadığımız “adalet(sizlik)” bu mahkemeler eliyle dağıtılmaktadır.
II–Olağanüstü koşulların tabi ki olağanüstü yargılamaları da olur. Ancak o ülkenin Anayasası bu durumu önceden hüküm altına alır ve ölçüt belirterek öngörülebilirlik sağlar. Bu ölçüt Anayasa’da yazılır, yazılmakla kalınmaz uygulanır da. Ancak ülkemizde olağan koşullara bir türlü geçilemediğinden olağanüstü siyasi hat yargıyı da kapsamaktadır. Zaten onun içindir ki, kurallara açıkça aykırı olmasına rağmen devletin Cumhurbaşkanı ve iktidar ortakları hiç çekinmeden yargının elindeki davalarla ilgili görüş beyan edebilmektedir.
Söz konusu kişiler, bu toplumun en az yarısı için idol kişilerdir. O zaman halkın hatta yargıçların ve özellikle savcıların adalete ve mahkemelere yüklediği değer de devleti teşkil edenlerin vermiş olduğu değer kadar olmaktadır.
Zaten bu nedenledir ki zamanında darbenin lideri Kenan Evren’in karşısına dizilmiş olan Anayasa Mahkemesi başkan ve üyelerinin fotoğrafı akıllardan hiç gitmez.
İstanbul Üniversitesi Rektörlüğünün Kenan Evren’e vermiş olduğu fahri hukuk doktorası toplumsal hafızaya adeta kazınmıştır.
Adli yıl açılışının önceki yıllarda Baştepe’de yapılması yargıcı, savcıyı rahatsız etmemişse etik kodlarımızın bir kez daha gözden geçirilmesi gerekmektedir. 2023-2024 yılı açılışının Yargıtay’da yapılması bu hatadan dönüldüğünü göstermesi bakımından önemlidir.
Yani anayasada istediği kadar devletimizin bir hukuk devleti olduğu yazsın; devlet, çocuğunu istediği zaman seven, istediği zaman döven bir “Devlet baba” pozisyonundadır. Bu yalnızca halk indinde de değildir. Özellikle yargıç ve savcılarda da bu anlayış söz konusudur.
Hukukun mu devletin mi yargıcı?
Bu soru kipine yanıt vermek için Yargıtay ve Danıştay dahil yüksek yargının AİHS’ye ve AİHM’ye bakışlarını, bu iki değere yaklaşımlarını irdelemek gerekiyor.
Bilindiği üzere Türkiye AİHS’yi 4 Kasım 1950 tarihinde imzalamış 10 Mart 1954 tarihinde ise Onay Belgesini Avrupa Konseyi Genel sekreterliğine vermiştir. Doğal olarak 1954 tarihinden itibaren AİHS hükümlerini iç hukukunda uygulama sözü vermiştir.
1987 yılında ise Bireysel Başvuru Hakkını tanımıştır.
Siyasi iradenin çıkardığı yasalara rağmen yargı sistemimiz AİHS’yi ve onu yaşama geçiren AİHM kararlarını hiçbir zaman sindirememiştir.
Yine siyasi irade uluslararası ortamda gelen eleştirileri savuşturmak için Anayasanın 90. Maddesinde değişikliğe gitmiş, 2004 tarihinde yapılan düzenleme ile “usulüne göre yürürlüğe konan uluslararası antlaşmaların anayasaya aykırılığı nedeniyle iptali için başvurulamayacağını hüküm altına almanın dışında “ulusal yasalarla uluslararası antlaşmalar farklı hükümler içerdiğinde uluslararası antlaşmaların uygulanacağı” belirtilmiştir.
Tüm bunlara rağmen içinde Yargıtay ve Danıştay olarak bildiğimiz yüksek yargı AİHM kararlarını iç hukuk olarak hiçbir zaman tam olarak benimseyemedi. AİHM içtihatlarını uygulamadı ve kararlarını da iç hukuka rağmen uygulamaktan hep kaçındı.
Bunun sonunda Türkiye Avrupa Konseyine üye devletler arasında AİHM tarafından tüm zamanların en fazla ihlal kararı verilen ülkesi oldu.
Bunu gidermek için 30.03.2011 tarih ve 6216 sayılı yasanın 3/1-c maddesiyle yurttaşlara AYM’ye bireysel başvuru hakkı tanındı.
Buna göre AİHM ile Anayasada yazılı aynı konuya ilişkin bir hakkın ihlal edilmesi iddiası ile AYM’ye bireysel başvuruda bulunabileceksiniz.
Yani AİHM’nin önüne gidebilmek için bir de AYM başvurusunu tüketmeniz gerekecektir.
İşte bu süreç içinde AYM ihlal kararları vermeye başladıktan sonra zamanında AİHM kararlarına direnen yüksek yargı bu kez de AYM ihlal kararlarına direnmeye başladı. İşte şimdi tam da bu durumu günümüzde yaşamaya başladık.
Başta 20 yıldır iktidarda olan AKP ve iktidarın ortağı MHP, mahkemenin önündeki dosyalarla ilgili olarak açıktan ve tehdide varan açıklamalarda bulundular.
28 Şubat 2016 tarihli haberde Tayyip Erdoğan’ın AYM’nin Can Dündar ve Erdem Gül ile ilgili ihlal kararı nedeniyle yapmış olduğu açıklama şöyleydi: “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Anayasa Mahkemesi’nin tutuklu gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül için verdiği tahliye kararı için “Ben Anayasa Mahkemesi’nin vermiş olduğu karara sadece sessiz kalırım o kadar ama onu kabul etmek durumunda değilim. Karara uymuyorum, saygı da duymuyorum.”
MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin 6 Temmuz.2021 tarihinde yaptığı konuşmanın ilgili bölümü aynen şöyle: “Terör propagandası nasıl oluyor da hak ihlali olarak değerlendiriliyor? Günü geldiğinde dağdaki eşkıya için de hak ihlali kararı verilecek midir? AYM bu tip davalara terör örgütlerinin hücre evinden ya da mağara deliklerinden mi bakıyor? Hiç kimse bugünkü sıfatlarına güvenip de yanlışa ortak olmamalıdır. Volkan olsalar bile sonları elbette bir avuç küldür.”
Bu örnekler çoğaltılabilir.
Yüksek yargının ve siyasetin hukuka bakışı iki yönden değerlendirilebilir.
Birincisi Türk yargısı kahir ekseriyetiyle hukukun evrensel değerlerini bugün dahil hiçbir şekilde içselleştirememiştir.
İkincisi ise Türk yargısı kahir ekseriyetiyle güncel milliyetçi ve güvenlikçi atmosferden derhal etkilenebilmektedir. Zamanın ruhuna derhal kapılabilmektedir.
Zaten bu nedenle yargı mensuplarının bağımsız yargı diye bir sorunları bulunmamaktadır. Çoğunlukla kendilerini devletin diğer memurları gibi olarak görürler ve öylece çalışırlar. Türk İslam sentezi fikri onları diğer çoğunluk gibi düşünmeye itmektedir. Sosyolojik açıdan milliyetçi oldukları gibi hukukta da milliyetçiliği şiar kabul ederler. O nedenle de uluslararası hukuk ölçütlerine hep mesafelidirler.
Bu nedenledir ki her yıl yapılan adli yıl açılış toplantılarında Yargıtay Birinci Başkanlarının konuşmalarında çoğunlukla hukuk pırıltısı göremezsiniz. O yıl kim Yargıtay 1. Başkanı ise sığ bir memur psikolojisiyle, kuru bir üslupla ne yargı bağımsızlığı ne de yargının sistemsel sorunları ile ilgilenilmez. O nedenle de Yargıtay birinci başkanı dendi mi hala akla ya Sami Selçuk’tan ya da Ahmet Necdet Sezer’den başkasının adı pek gelmez.
Onun içindir ki Bangalore’de belirlenen değerler tespit edilirken Türkiye’den hiçbir yargıç ya çağrılmaz ya da çağrılır da kimse gitmez.
Onun içindir ki 3. Dünya Ülkelerinde dahi yargıçlar kendi aralarında toplanarak ilkesel kararlar verip manifestolar yazarlarken Türkiyeli yargıçların böyle bir gaileleri olmamıştı.
Olsa bile “Yargıtay Etik İlkeleri” adıyla ortaya konan kopya ilkelerle yargımız geçinir gider.
Bana göre Türk Yargı Etiği İlkeleri bundan ibarettir bana göre! Maalesef.
İşin diğer araştırmaya değer meselesi de hangi nedenlerle yargının bir de etik/ahlak ilkelerine ihtiyacı olduğudur.
Öyle ya örneğin bildiğimiz yargı bağımsızlığı, yargıç tarafsızlığı, eşitlik ilkesi bizde olduğu gibi her ülkenin önce Anayasasında ve sonra da o ülkenin mahkeme ve yargıç statüsünü belirleyen yasalarında yer alır.
Yani demem odur ki; objektif ve nitelikli yasalar aynı zamanda Bangalore kurallarını uygulamayı şart koşmasına rağmen ne oldu da dünyanın hemen hemen tüm bölgelerine dağılmış olan ülke yargıçları ve onların devletleri bir de “etik” kaygısına düşmüşler.(!) Onların iç işleyişlerini bilemem!
Bizim ülkemizde eskiden beri yürütülen ve dönem dönem değme otoriter ülke yargılamalarına bile rahmet okutan uygulamalar nedeniyle gerçekten de yargı kurumunu etikten önce Anayasa ve kanunlardaki emredici kurallara uymaya davet etmek istiyorum.
Kaynaklar:
- Orijinal anlatım Yargıtay tarafından Türkçeye çevrilmiştir.
- TUĞAN, E.N, ÖMÜRGÖNÜLŞEN, U. (2020). Türkiye’de Yargı Etiği İlkeleri Üzerine Bir İnceleme. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 24 (Aralık Özel Sayı), 85-100.