Türkiye’yi Sarsan Davalar başlıklı belgesel serisi, yeni nesil dijital içerik ve medya platformu GAİN tarafından yayınlanmaktadır. Özgün haber, dizi, film, program, belgeesel gibi içerikleri abonelik tabanlı sunan bir yayın hizmeti olan GAİN, bağımsız hikâye formatlarına da yer vermektedir.
“Türkiye’yi Sarsan Davalar”, her biri şaşırtıcı olduğu kadar topluma ve yaşandığı döneme ışık tutan hikâyelerden oluşuyor. Yakın tarihe farklı açılardan ve belgelerle yaklaşıyor. Yaşandığı dönemde toplumu derinden sarsan davalar, özgün bir belgesel anlayışıyla kısa formatta sunuluyor.
Aliye Berger Olayı – 1929
Aliye Hanım’ın 1924’te keman dersi aldığı Karl Berger ile arasında büyük bir aşk başlar. Ancak Karl Berger çapkınlıkları ile Aliye Hanım da kıskançlığı ile nam salmıştır. Sonuçta gün gelir, silahlar çekilir, olaylar mahkemeye ve necip Türk basınının sayfalarına intikal eder. Mahkeme gizlilik kararı ve yayın yasağı getirir…
Vagon Li Davası – 1933
25 Şubat 1933’te İstanbul, Cumhuriyetin ilanından beri görülen en büyük toplumsal olaylardan birine tanıklık ediyordu. Taksim’de toplanan yüzlerce üniversiteli genç, Vagon Li şirketini protesto için eylem yapmış ve şirketin ofislerini tahrip etmişti. Olayların fitilini Cumhuriyet gazetesinde çıkan küçük bir haber ateşlemişti. “Türkçeyi istemeyenin Türkiye’de Yeri Yoktur” başlıklı haberde, Vagon Li’nin İstanbul ofislerinde Fransızca konuşma zorunluluğu getirildiği ve Türkçenin yasaklandığı yazıyordu…
Bursa Soygunu – 1933
24 Temmuz 1933 günü sabah saatlerinde yolu Kabataş İskelesi’ne düşenler, benzerine az rastlanır bir görüntüye tanıklık ettiler. Jandarma ve polisler, elleri kelepçeli ve boyunlarından birbirine kalın zincirlerle bağlanmış beş kişiyi bir gemiden alarak polis arabasına bindiriyordu. Ertesi gün tüm gazetelerin birinci sayfasında yer alacak bu fotoğraftakiler, Bursa’da gerçekleşen bir silahlı soygunun ve beş cinayetin failleriydi. Ama görgü tanıkları hiçbirini tanımıyordu…
Pera Palas’ı Dolandıran Prens – 1939
1939 yılının ekim ayında İkinci Dünya Savaşı başlayalı bir ay olmuştu ve Avrupa’da kan gövdeyi götürüyordu ama İstanbul’un en önemli gündemi bir dolandırıcılık davasıydı. 45 yaşındaki Galip Efgani adlı Yemenli, yanındaki üç Meksikalı kadınla birlikte Pera Palas’ta üç ay kalmıştı ama para ödemeyi reddediyordu. Otelin şikâyeti üzerine prens olduğunu iddia eden Efgani hakkında dolandırıcılık davası açılmıştı… Beraat etti ve yanındaki kadınlarla birlikle sınır dışı edildi.
Ekrem König ve Uçak Sahtekarlığı – 1939
1930’ların sonu Türkiye’de, nüfuzlu kişilerin adının karıştığı yolsuzluk haberlerinin art arda patladığı çalkantılı bir dönem olmuştu. 8 Ocak 1939’da ortaya çıkan, benzeri görülmemiş sahtekârlık olayı da bunlardan biriydi. Türkiye adına sahte belgelerle Kanada’dan sipariş edilen 40 bombardıman uçağı İspanya İç Savaşı’na gönderilmek istenmişti…
Refah Gemisi Faciası – 1941
İkinci Dünya Savaşı’nın tüm hızıyla sürdüğü 1941 yılının haziran ayında tüm dünya Almanya’nın Sovyetler Birliği’ne saldırmasının şokunu yaşarken, Türkiye de acı bir haberle sarsılıyordu. Türk gemisi Refah, 24 Haziran 1941’de Akdeniz’de batırılmış, 168 kişi ölmüştü. Haberin gazetelerde çıktığı gün geminin nasıl battığına ve kaç kişinin hayatını kaybettiğine dair bilgi yoktu…
Von Papen’e Suikast Girişimi Davası – 1942
1942’de Ankara’da şok bir haberle çalkalanıyordu. Alman Büyükelçisi Von Papen’e suikast girişimi düzenlenmişti. Bugünlerde sıkça duyduğumuz bir uygulama hayata geçirildi hemen. Radyo ve gazetelere yayın yasağı geldi. Sadece Anadolu Ajansı’nın verdiği haberler verilebilecekti.
Ankara Cinayeti – 1945
Ünlü Doktor Neşet Naci Arzan’ın Ankara Ulus’taki muayenehanesine gelen bir genç, doktoru tabancayla öldürüp kaçtığında takvimler 16 Ekim 1945’i gösteriyordu. Ertesi gün cinayeti işlediğini söyleyen 23 yaşındaki Reşit Mercan teslim oldu. Olay bir anda en önemli gündem konusu haline geldi çünkü Reşit Mercan, Genelkurmay Başkanı Kazım Orbay’ın oğlu Haşmet’le çok yakın arkadaştı ve olaya Haşmet’in adı da karışmıştı… Tarihe Ankara Cinayeti olarak geçen olay hakkında Çorum eski milletvekili İhsan Tombuş tarafından aynı isimle bir kitap yayınlanmıştır. Sanıklar 1950 af kanunu ile serbest kalmışlardır.
Bulgar Uçağında Cinayet – 1948
Bulgaristan’dan kaçışların arttığı 1948’de yedi erkek ve iki kadından oluşan dokuz kişilik bir grup kaçmak için başka bir yol denemeye karar verdi. Varna-Sofya seferini yapan bir uçağı Türkiye’ye kaçıracaklardı. Grup 30 Haziran 1948’de kendilerinden başka yedi yolcu ile dört kişilik mürettebatın bulunduğu uçağın pilotlarını silahla tehdit ederek İstanbul’a inmelerini istedi. Pilotlar reddedince çatışma çıktı ve uçağı kaçıranların lideri konumundaki eski hava albayı, pilot koltuğuna oturup uçağı İstanbul’a indirmeyi başardı. Olayın sonrasıysa haliyle basını günlerce meşgul eden bir mahkeme sürecine uzandı. İstanbul Adliyesi, 14 Aralık 1948’de ilginç bir davanın karar duruşmasına ev sahipliği yapmıştı. Yargılanan dokuz Bulgar, bir yolcu uçağını Bulgaristan’dan İstanbul’a kaçırmakla, içlerinden ikisi uçak havadayken mürettebata ateş açıp iki kişiyi öldürmekle suçlanıyordu… Kararını açıklayan mahkeme iki cinayetten idam istemiyle yargılanan Mihalikov ve Gonçarov dâhil tüm sanıklar hakkında beraat kararı verdi. Mahkeme gerekçesini diye açıklamıştı. Kararın ardından çoğunluğunu Bulgaristan göçmeni Türklerin oluşturduğu izleyiciler “Yaşasın Türk adaleti!” sloganı attı. Yargıtay’ın kararı onamasıyla birlikte, 3 Mart 1950’de beraat kararı kesinleşti. Bulgaristan 27 Nisan 1950’de Türkiye’ye bir protesto notası daha verip dokuz kişinin iadesini bir kez daha isteyecek, Türkiye ise uçağı kaçıranların siyasi eylemci olduğunu söyleyerek talebi yine reddedecekti.
Çakmak Kaçakçılığı – 1949
Türkiye’de 1929-1950 yılları arasında TEKEL’in piyasaya sürdükleri dışında çakmak alıp satmak, ithal etmek ve kullanmak yasaktı. Komşu ülkelerdeki satış fiyatının on katına müşteri bulması nedeniyle çakmak en kıymetli kaçakçılık ürünlerinden biri durumuna gelmişti. 23 Ocak 1949’da düzenlenen bir çakmak kaçakçılığı operasyonu gündemi uzun süre meşgul etti. Özel maçlar yapmak için Türkiye’ye gelen Avusturya futbol takımı Wacker’in iki futbolcusu yanlarında getirdikleri çakmakları Kadıköy Moda’da kaldıkları otelin civarında satarken çalışırken yakalanmıştı…
Sabahattin Ali Cinayeti – 1949
12 Ocak 1949 tarihli gazetelerin birinci sayfasında özellikle edebiyatseverleri çok üzecek bir haber vardı. Ünlü yazar Sabahattin Ali öldürülmüştü ve cesedi Kırklareli’nde, Bulgaristan sınırı civarında bulunmuştu. Polisin açıklamasına göre ceset altı ay önce bulunmuş ama kimlik tespiti yapılamamıştı. İnsan kaçakçılığı yapan bir çeteye yapılan operasyonda olay tesadüfen ortaya çıkmış, Ali Ertekin adlı çete mensubu cinayeti itiraf etmişti. Akıl sağlığının yerinde olduğu anlaşılınca duruşma başladı…
Necip Fazıl’ın Hakaret Davaları – 1951
1950’li yıllarda kumar alışkanlığı Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri gelmişti. Gazetelerde hemen her gün bir kumar baskını haberi yer alıyordu. O haberlerden biri ortalığı salladı. Çünkü yakalananlardan biri muhafazakarlığı ve kumar karşıtlığı ile tanınan Necip Fazıl idi.
Atatürk Heykellerine Saldıran Ticaniler – 1954
Kemal Pilavoğlu adlı hukuk fakültesinden terk şahıs tarafından, 1930’larda Ankara’nın Çubuk ilçesinde örgütlenmeye başlayan Ticaniler isimlerini arka arkaya Atatürk heykellerine saldırı düzenleyerek duyurdular. Pilavoğlu güya rüyasında Ahmed et-Ticani’ye intisap ettiğini görmüş, ardından Abdülkadir Medeni adlı birinden tarikat ruhsatı almıştı. Gazeteler Ticaniler ile yatıp Ticaniler ile kalkıyordu. 74 Ticani’nin yargılanmasına Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi‘nde başlandı. Tarikat Şeyhi Kemal Pilavoğlu, 1954 yılında mahkûm olduktan sonra Ticaniliği bıraktığını söyledi.
Döviz Kaçakçısı Ruben Asa Davası – 1956
Türkiye’de 1930’la 1984 yılları arasında dövizle alışveriş yapmak ve döviz bulundurmak yasaktı. Küçük miktarda döviz bulundurmanın bile suç sayıldığı bu dönemde, ihracatçılar da ihraç ettikleri malın karşılığı kazandıkları dövizi Türkiye’ye getirmek zorundaydı. Bunu yapmayanlar döviz kaçakçılığı suçundan beş yıl hapis istemiyle yargılanıyordu. Döviz kaçakçısı denilince ilk akla gelen isim ihracatçı Ruben Asa’ydı… 1968’de cezaevinden sevk edildiği hastaneden firar ederek yurt dışına kaçtı.
Dokuz Subay Davası – 1957
26 Aralık 1957’de dokuz subayın, isyan kışkırtıcılığı yapmak ve fesat çıkarmaktan tutuklandıkları açıklandı. Demokrat Parti iktidarını devirmek için bir cunta yapılanması oluşturduğu iddia edilen; Albay İlhami Barut, Yüzbaşı Kazım Özfırat, Yarbay Faruk Güventürk, Binbaşı Ata Tan, Binbaşı Asım Ural, Albay Naci Aşkun, Yüzbaşı Hasan Sabuncu, Piyade Binbaşı Ahmet Dalkılıç ve emekli Subay Cemal Yıldırıman hakkında 26 Mayıs 1958’de başlayan yargılamalar sonucunda, Dokuz Subay Davası sanıklarından olan ve “Orduda isyan hazırlığı var diyerek orduyu ihbar eden” Kurmay Binbaşı Samet Kuşçu, 2 yıl hapis ve ordudan tart cezasına çarptırıldı, diğer sanık subaylar beraat ederek yeniden görevlerine döndü.
Partizan Radyo Dinlemek İstemeyenler – 1958
Radyonun artan etkisini iktidardaki Demokrat Parti de fark etmişti. Haber bültenleri propaganda amaçlı kullanılmaya başlamıştı. 1 Aralık 1958’de yandaş radyo yayınlarına tepki olarak İstanbul’da RADYOLARDA PARTİZAN YAYINLARI DİNLEMEK İSTEMEYENLER DERNEĞİ kuruldu ve kısa sürede kapatılarak mahkemelik oldu.
İzmir Arkeoloji Müzesi Soygunu – 1969
24 Temmuz 1969’daki İzmir Arkeoloji Müzesi soygunu, Türkiye’de o zamana kadar yaşanan en büyük müze soygunuydu. Müzeye gece gelen soyguncular, bekçi İsmail Altıntaş’ı öldürdükten sonra Yunan, Roma ve Bizans dönemine ait çok değerli 118 parça mücevheri çalmıştı. Olayın ardından önce bin insan avı sonra da çok konuşulan bir dava başladı. Tarihten bugüne Türkiye’yi derinden etkilemiş, çok konuşulmuş bazıları hala gizemini koruyan davalar bu belgeselde.
Billy Hayes Esrar Kaçakçılığı Davası – 1970
23 yaşındaki Amerikalı üniversite öğrencisi Billy Hayes, Yeşilköy Havaalanı’nda ülkesine gidecek uçağa binerken 2 kilo 300 gram esrarla yakalandığında takvimler 7 Ekim 1970 tarihini gösteriyordu. Çıkarıldığı mahkemede tutuklanan Hayes, esrar kaçakçılığı suçundan müebbet hapis istemiyle yargılanacak ve hikayesi ünlü Midnight Express filmine konu olacaktı.
Esrarcı Çocuk Timothy – 1971
1971 yılında İstanbul’da görülmeye başlanan bir uyuşturucu davası, Türkiye ile İngiltere arasında aylarca sürecek bir gerginliğe neden olmuştu. Gerginliğin sebebi, Sultanahmet’te 24 kilo esrar alışverişi sırasında yakalanan yabancı uyruklu dört kişiden birinin 14 yaşındaki İngiliz Timothy Davey olmasıydı…
Süleyman Demirel’e Yumruklu Saldırı – 1975
Başbakan Süleyman Demirel, 13 Mayıs 1975’te Başbakanlık binası önünde gazetecilerle konuşurken yanına yaklaşan Vural Önsel adlı kişi Demirel’in yüzüne bir yumruk atıp burnunu kırdıktan sonra bir foto muhabiri tarafından etkisiz hale getirildi ve gözaltına alındı. Sonrasında yaşananlarsa oldukça ilginçti… İdam talebiyle yargılandı. 1,5 yıl ceza adlı, Yargıtay’ın bozma kararı üzerine 4 yıl ceza verildi. Sonraki yıllarda Almanya’ya ilgice etti, Türkiye’ye geri döndü ancak Türk pasaportu olmadığı için Almanya’ya iade edildi.
Hayali İhracatın Mucidi Yeğen Yahya – 1975
1975 yılında Türkiye’yi hayalî ihracatla tanıştıran kişi dönemin Başbakan’ı Süleyman Demirel’in yeğeni 25 yaşındaki Yahya Kemal Demirel’di. O yıllarda ahşap mobilya ihraç edenlere ihraç ettikleri tutarın yüzde 75’i oranında vergi iadesi ödeniyordu. Yahya Demirel, lüks mobilya ihracatı yaptığını beyan ederek vergi iadesi almış, ihracat yaptığını iddia ettiği İtalya’ya hiç mobilya göndermediği, Lübnan ve Kıbrıs’a ise mobilya değil, sunta yolladığı ortaya çıkmıştı. Devletten haksız yere aldığı 20 milyon lira asgari ücretin 25 bin katıydı… Yıllar süren dava zamanaşımına uğradı. 2012’de 62 yaşında öldü.
Lockheed Skandalı – 1976
1976 yılında Amerikan uçak şirketi Lockheed’in Hollanda, İtalya, Japonya ve Türkiye’ye savaş uçağı satmak için bu ülkelerin üst düzey yöneticilerine dört yılda 24 milyon dolar rüşvet dağıttığı ortaya çıkmıştı. ABD’li Lockheed uçak firmasının 3 Avrupa ülkesi ve Japonya’nın yanı sıra Türkiye’de de rüşvet dağıttığına ilişkin Kongre Raporu, Çok Uluslu Şirketler Alt Komitesi tarafından 19 Ağustos 1976 tarihinde açıklandı.
- Japonya’nın eski başbakanlarından Tanaka Kakuei, Lockheed şirketinden 2 milyon dolar rüşvet almak suçundan 4 yıl hapse mahkum oldu. Paraların teslimi için kapalı zarflarda tuvalette verme ve sahte çek düzenleme gibi yöntemlerin kullanıldığı anlaşıldı.
- Amerika ile SSCB arasında krize neden olan Lockheed U-2 casus uçağının düşürülmesi olayında, Amerikalı pilot Francis Gary Powers, 19 Ağustos 1960’ta Sovyetler Birliği tarafından yargılandı ve 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Cezaevinde İki yıl kaldıktan sonra KGB casusu Rudolf Abel ile Doğu Almanya’da takas edildi ve Amerika’ya geri döndü. Powers 1977’de helikopter kazasında öldü.
- ABD’de büyük bir yolsuzluk skandalına neden olan Lockheed Martin uçak şirketinin Türkiye temsilcisi Altay Kollektif Şirketi’nin sahibi Ankaralı işadamı Nezih Dural 11 Ocak 1977’de tutuklandı. Lockheed davası Ankara 1.Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Dural berat etti.
- Deprem felaketine uğrayan Lice’de bir okul yaptırması için dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Emin Alpkaya’ya 30 bin dolar verildiğinin iddia edilmesi üzerine açılan davada da berat kararı verildi. Alpkaya, ‘konudan Genelkurmay Başkanı Semih Sancar’ın haberi vardı” dedi ancak Genelkurmay Başkanı bunu reddetti. 7 Nisan 1976’da açılan davada Alpkaya’nın beraatı üzerine Sancar kararı temyiz etti ancak Askeri Yargıtay beraat kararını onayladı.
- Skandal ile ilgili davaların sadece Türkiye’deki kısmı beraatla sonuçlandı.
- Uçak şirketinin dağıttığı rüşvet için CHP’liler Meclis soruşturması istedi. Lockheed ve devlet ithalatındaki yolsuzluklarla ilgili iddiaları incelemek üzere Meclis Araştırma Komisyonu kuruldu. CHP Tekirdağ Milletvekili Yılmaz Alparslan komisyon başkanı seçildi. Lockheed‘in başkanı, Türkiye’de kimlere rüşvet verildiğini bilmediğini söyledi.
Hollanda Prensi, Bernhard’ın bir gazeteciye yaptığı “Lockheedden rüşvet aldım” itirafı, prens öldükten sonra yayımlandı.
Banker Kastelli Davası – 1981
Türkiye’nin ekonomik sistemindeki en ilginç dönemlerden biri bankerler dönemiydi. 1981 yılında bankerler 350 bin kişiden 150 milyar lira, yani o dönemin döviz kuruyla bir buçuk milyar dolar toplamış durumdaydı. Toplanan paranın bir milyar doları piyasanın en büyüğü olan Banker Kastelli’ye yatırılmıştı. Banker Kastelli’nin sahibi, sıra dışı tavırlarıyla tanınan Cevher Özden’di. Açılan davada beraat etti. Fenerbahçe başknalık seçimini Ali Şen’e karşı kaybetti. 2008 yılında bir not bırakarak intihar etti.
Aydınlar Dilekçesi Davası – 1984
12 Eylül 1980 darbesinden üç yıl sonra yapılan seçimler Türkiye’nin yeniden sivilleşme yoluna girdiğinin işareti olarak görülmüştü. Ancak askeri yönetimin baskısı her alanda hissediliyordu. En küçük çatlak sesin bile hemen bastırıldığı bir ortamda gazeteciler, yazarlar, akademisyenler ve sanatçılardan oluşan 1260 aydının imzaladığı bir dilekçe 15 Mayıs 1984’te Cumhurbaşkanlığına ve Meclis Başkanlığına sunuldu. Dilekçe metninde örgütlenme ve adil yargılanma hakkı, basın ve düşünce özgürlüğü talep ediliyor, hak ihlallerine, işkenceye ve ölüm cezalarına son verilmesi isteniyordu. Dilekçeye imza atan 1260 kişi hakkında anında soruşturma başlatıldı.
Televizyon Yarışmasında Rüşvet Skandalı – 1985
TRT’nin tek televizyon kanalı olduğu dönemde bilgi yarışmaları izleyicilerin en çok ilgi gösterdiği programlar arasında yer alıyordu. Bu yarışmalardan birine katılımcı olmak için rüşvet verildiği haberi ise önce gündemi sonra mahkemeleri uzun süre salladı. Tarihten bugüne Türkiye’yi derinden etkilemiş, çok konuşulmuş bazıları hala gizemini koruyan davalar bu belgeselde.
Adnan Oktar ve Nazlı Ilıcak Davası – 1986
Türkiye kamuoyu Adnan Hoca olarak bilinen Adnan Oktar’ı ilk kez 1986 yılında tanımıştı. Özel okullarda örgütlenen ve zengin ailelerin çocuklarından bir grup oluşturan 30 yaşındaki Oktar’ın faaliyetleri öğrenci velilerini tedirgin ediyordu. Nazlı Ilıcak’ın Oktar ve müritleriyle yaptığı söyleşilerden oluşan, “Adnan Hoca’ya Niçin İnandık?” başlıklı yazı dizisi ise çok ilgi çekti. Ancak yazı dizisinin sonu mahkemede bitti. Adnan Oktar akıl hastanesine yatırıldı ve 1 yıl hapsi cezası aldı. Nazlı Ilıcak ise açılan davada beraat etti.
Alışamadım Telgrafı Davası – 1989
Turgut Özal’ın 1989 yılında cumhurbaşkanı adayı olması tartışma yaratmıştı. Muhalefet, bir siyasi parti liderinin tarafsız cumhurbaşkanı olamayacağı gerekçesiyle cumhurbaşkanlığı seçimini boykot kararı aldı. Böylece Özal yalnızca kendi partisinin milletvekilleri ile bir bağımsız milletvekilinin oy kullandığı seçimlerde cumhurbaşkanı seçildi. Özal, göreve başladıktan sonra da eleştirilerin devam etmesi üzerine, “Hiç merak etmeyin, benim cumhurbaşkanlığıma da alışacaksınız” diyerek meydan okumuştu. Bu açıklamanın ardından, Gebze Topçu Alayı’nda görevli Teğmen Murat Şeref Baba, Özal’a bir protesto telgrafı çekti. “Siz, ‘alışırlar’ dediniz Sayın Turgut Özal, ama ben sizin cumhurbaşkanı olmanıza alışamadım” diye bitiriyordu. Peki sonu ne mi oldu? Şeref Baba önce akıl hastanesine yatırıldı ve sonra ordudan atıldı. Hukuk Fakültesine kaydını yaptırdı ve mezuniyetinin ardından avukat oldu.
Selçuk Parsadan‘ın Dolandırıcılık Davaları – 1996
Üç yıl süren başbakanlık görevinden 6 Mart 1996’da ayrılan Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Tansu Çiller’in, görevi bırakmadan birkaç gün önce örtülü ödenekten 500 milyar lira çektiği ortaya çıkmıştı. Paranın Türkiye’nin güvenliği için kullanıldığını savunan Çiller, yolsuzluk iddiasında bulunanları vatana ihanetle suçluyor ve “Paranın nereye harcandığı devlet sırrıdır, söylersem savaş çıkar” diyordu. Olayın ardından başlayan örtülü ödenek tartışmaları, dolandırıcı Selçuk Parsadan’ın açıklamalarıyla yeni bir boyut kazandı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Emekli General Necdet Öztorun’un adını kullanarak Başbakanlığı döneminde Tansu Çiller’i dolandırıp örtülü ödenekten 5.5 milyar TL sızdırdıkları iddiasıyla Selçuk Parsadan dahil 4 kişi hakkında en az 5 yıl hapis istemiyle dava açtı. Çiller hakkında dava açılmadı. Parsadan 2001 yılındaki af sonucunda tahliye oldu.