Ana Sayfa » Hukukbook » Vasfi Raşid Seviğ

Vasfi Raşid Seviğ

Vasfi Raşid Seviğ (Hasan Vasfi Seviğ, 1887 yılında Yemen’in Menahe kentinde doğdu. Dönemin Mutasarrıflarından Mehmet Reşit Paşa ve Lütfiye Hanım’ın oğludur. İlk ve orta öğrenimini Galatasaray Lisesi’nde (Mekteb-i Sultani) 1906 yılında  tamamladı.

Liseden mezun olduktan sonra İstanbul’da Hukuk Fakültesi’nde okudu. Fransa’da Paris Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğrenimine devam etti.

Hukuk stajını Almanya’da tamamladı. 1909’da Fransa’ya giderek Paris Hukuk Fakültesi’nden lisans diploması aldı (1912)

Hukuk eğitiminin ardından yurda döndüğünde Birinci Dünya Savaşı seferberliği başlamıştı. Bu nedenle 30 Ağustos 1914’te talimgâha alındı. Süvari Asteğmen ve daha sonra Teğmen rütbesiyle Kafkas cephesinde savaşa katıldı. 12 Aralık 1917’de terhis edildi. Akabinde Adliye Nezâreti (Adalet Bakanlığı) tarafından Saksonya Mahkemelerinde staj yapmak üzere Almanya’ya gönderildi.

Kariyerine yazarlık ve avukatlıkla başladı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi‘ndeki akademik kariyerinin yanı sıra avukatlık mesleğini sürdürdü.

28 Eylül 1924’te, Türkiye’nin Berlin Büyükelçiliğinde tercüman olarak görev yapmaya başladı.

 23 Ocak 1925’te Anadolu Ajansı’nın Paris Muhabirliğine atandı ve bir süre bu görevde çalıştı.

Birinci Dünya Savaşı döneminde ortaya çıkan hukuki sorunların, Barış Antlaşmalarına göre kurulan ve 16 Ağustos 1926’da, Lozan Barış Antlaşmasına göre İstanbul’da kurularak 1925-1938 yılları arasında İstanbul’da faaliyet gösteren Karma Hakem Mahkemeleri tarafından çözülmesi aşamasında Türkiye’nin ilk Muhtelit Hakem Mahkemeleri’nin Türkiye temsilcisi olarak atanmıştır.

Vasfi Raşid Seviğ, yerel seçimlerde CHP Adalar İlçesi temsilcisi olarak İstanbul Şehir Meclisi’nde görev yapmıştır.

Fransızca ve Almanca dillerini bilen Vasfi Raşid Seviğ, 1935 yılında Ankara Hukuk Fakültesi’nde Roma Hukuku profesörlüğüne atanmıştır. 1942 yılında ise Ordinaryüs Profesör unvanını almıştır.

1943 yılından itibaren Roma Hukuku ile birlikte Medeni Hukuk dersleri vermiştir.

30 Nisan 1947’de Medeni Hukuk Profesörlüğüne getirilmiştir.

30 Nisan 1947’de Medenî Hukuk Profesörlüğüne getirilmiştir. 29 Nisan 1957’de, 70 yaş sınırını tamamlaması nedeniyle emekliye ayrılmış ve avukatlığına devam etmiştir.

1965 yılında Ankara Hukuk Fakültesi Profesörler Kurulu tarafından  kendisine ‘Onursal Hukuk
Doktoru’ payesi verilmiştir

Siyasi Kariyeri

Hasan Vasfi Sevig, Cumhuriyet Halk Partisi’nden IV. Dönem Şebinkarahisar ve V. Dönem Sivas milletvekili olarak seçilmiştir. IV. Dönemde, Şebinkarahisar temsilcisi olarak 4 Mayıs 1931’de Meclis’e katılmış ve İçişleri Komisyonu’nda görev yapmıştır. Dönem boyunca İş Kanunu Tasarısının incelenmesi için III. toplantı yılında kurulan geçici komisyonda görev almıştır.

V. Dönemde ise  Sivas milletvekilliğine seçilerek yasama organındaki görevini 2 Nisan 1939’a kadar sürdürmüştür.

Türkiye toplumunda hukuk, akademi ve siyaset alanındaki katkılarıyla tanınan; Yazarlık, avukatlık, Berlin Elçiliği tercümanlığı, Anadolu Ajansı Paris muhabirliği, Muhtelit Hakem Mahkemelerinin Türkiye Ajansı, İstanbul Meclisi Umumi Azalığı, Muhtelit Hakem Mahkemeleri Türk Hükûmeti Mümessilliği, Ankara Hukuk Fakültesi Roma ve Medeni Hukuk Profesörlüğü, TBMM IV. Dönem Şebinkarahisar, V. Dönem Sivas Milletvekilliği yapan Hasan Vasfi Seviğ, 23 Kasım 1971 tarihinde yaşamını yitirmiştir.

Hasan Vasfi Seviğ’in Eserleri:

  • Romanın Hususi Hukukunun Institution|ları Sistem ve Tarihçe (1937)
  • Roma Hukuku Tarihçe ve Institution(1939)
  • Türkiye Cumhuriyeti Esas Teşkilat Hukuku Cilt I (1938),
  • Üniversite ve Hukuk Fakültesi (1951),
  • Toprak Hukuku Dersleri (1953)
  • Askeri Adalet (1955)
  • “Sistem ve Tarihçe”
  • Doktrin ve İçtihatlar Açısından Türk İcra ve İflas Kanunu – İcra
  • İnkılapların Öğrettikleri
  • İdare Hukuku
Romanın Hususi Hukukunun Institution’ları Sistem ve Tarihçe

Bu taksimin Roma hukukçularınca umumi olmadığını ve Gaius’un şahsi düşüncesinin eseri bulunduğunu iddia eden Savigny taksimin taraftarlarına şöyle bir cevap verir. Personis’in birinci kısmı neyi ihtiva ediyor? Birçok müellifler Status nazariyesini ihtiva eylediğini kabul ederler. Bu müelliflerin Status’e verdikleri manaya göre hak süjesi olarak telakki edilen şahısların başka hallerini ihtiva eyler demek olur. Bu halde hak süjeleri nazariyesini ihtiva eder diyebiliriz de. Bu halleri tabii ve medeni olmak üzere ikiye ayrılır. Tabii haller, yaş, sıhhat ve saire… Medeni haller hukuka ehliyet için lazım olan hallerdir: Hürriyet, site hakkı ve Sui juris olmak maddesi; bunlara esaslı haber de denir. Bu suretle tarif edilmiş olan statü ne Gaius’un ne de Justinian’ın birinci kitabında bulunmaz.

Hugo de Personis’in birinci kısmı hukuka ehliyet nazariyesini ihtiva eder ve üç capitis demunutio’nun tekabül eylediği üç şartı zikreder der. Fakat Gaius’un ve Justinian’ın birinci kitaplarının muhteviyatı bu faraziyeyi reddeyler. Mesela üçüncü taksimin (birinci kitap S. 142) hukuka ehliyet ile hiç bir münasebeti yoktur. Çünkü tutela hukuka ehliyetsizliğe ve bu yoksuzluğun yerine bir şey koymak çarelerine taalluk etmez. Çünkü tutela hareket edebilmek, bir şeyi yapabilmek, ehliyetsizliği: olaya ehliyetsizlik yerine bir şey koymak çarelerini arar. Sonra üç esas şartları tamamlayacak olan cives Latin ile Peregrini arasındaki farklar da eksik kalmıştır. Binaenaleyh her iki Institutes’lerin birinci kitaplarının Hugo’nun sisteminin müsait olamayacağı derecede hem fazlalığı hem de eksikliği vardır.

İnstitutes’lerin birinci kitapları hakikatte Medeni kanunların aile hukuku ismini verdiği kısmı ihtiva eder. Jus Persona’nın tabiri Savigny’ye nazaran status ve conditio hominum tabirleriyle bir manadadır. Çünkü bu tabirler gayri muayyen bir insan halini ifade etmiyor, belki aile münasebetlerindeki bir insanın hususi vaziyetini: kocalık, babalık, tutor’luk gibi hususi vaziyetini ferdin aile ile olan muhtelif münasebetlerini ifade ediyor.

Roma Hukuku Tarihçe ve Institution

Medeniyetin iktisat amilleri: “İktisaden zayıf bir millet fakr-ü sefaletten kurtulamaz, kuvvetli bir medeniyete, refah ve saadete kavuşamaz, içtimai ve siyasi felaketlerden yakasını kurtaramaz.” “Çiftçi ve çoban bu millet için unsuru aslidir.” Medeni olduklarını kabul eylemediğimiz kavimler hakkında kullandığımız “vahşi” veya “yabani” tabirleri neye delalet eder: Öyle zannederim ki haklarında, bu tabirlerle hüküm verdiğimiz adamların objektif hallerini ifade eylemekten ziyade bizim gururumuzu ifade eyleyen sübjektif hislerimize tercüman olur. Hiç olmazsa bize yabancı gelen adetler karşısında hissettiğimiz reaktionu (aksülameli) ifade eder. Kullandığım vahşi ve yabani tabirin onların da, bize öğretebilecek şeyleri olan, hiç olmazsa misafirperverliği ve bazı ahlaki hareketleri öğretebilecek kudretleri olan kimseleri hor görmekte olduğumuzu anlatır.

Medeniyetin bir cetvelini, bir araya gelmeleriyle medeniyeti vücuda getiren amillerin bir fihristini tanzim eylesek bu adamların beşerin yaşayabilmesi için zaruri ne varsa hepsini bulmuş ve icat eylemiş olduklarını ve bize yalnız hayatı güzelleştirmek ve yazıyı bulmak vazifesini bırakmış olduklarını görürüz.

Üniversite ve Hukuk Fakültesi

Fakültemizin ilk Dekanı Devletler Umumi Hukuku Ordinaryüs Profesörü rahmetli Cemil Bilsel İstanbul Üniversitesi tarihine dair neşreylediği eserde üniversitemizin mazisi olan medreselerden bahsederken “zamanlarının gerçekten yüksek bilgi kurulu olan bu büyük medreselerde öğretim, imparatorluğun gerileyişi ve düşüşü ile uygun olarak gerilemiş ve düşmüş, talebelik, softalık ve yobazlık manasına gelir olmuştur.” der. Bu sözlerin, kanaatimce hakikatin tam ifadesi olabilmesi için cümlenin birinci kısmında ufak bir tertip değişikliği ve ikinci kısmında ufak bir ilave yapmak gerekir: “Zamanlarının gerçekten yüksek bilgi kurulu olan bu büyük medreselerde öğretimin gerileyişi ve düşüşü ile uygun olarak İmparatorluğumuz da gerilemiş ve düşmüştür.” Üniversiteler vatan vücudunun hayat usaresi ifraz eden guddeleridir ve bir vatanin’ mukadderatı üniversitelerinin mukadderatına tabidir.

Hükumet için ilim ve ahlak birer zaruri vasıftır; çünkü ahlak ve ilim memleketin idaresi ve saadeti için bir lazımedir. 1918 mağlubiyetinden sonraki Almanya’nın Hariciye Nazırı Stressem’in bir nutkunda aşağı yukarı şöyle bir fikir ileri sürüyordu: “Fransa, on ilinin çöle çevrilmiş olduğundan şikâyet ediyor. Üniversiteleri ayakta duran bir memleketin çöle çevrilmiş illerinin dahi mamureye döneceği muhakkaktır. Fakat üniversiteleri inhitat eden bir memleketin mamurelerinin mukadderatı, önünde de sonunda da çöle çevrilmektir. Alman ülkesi çiğnenmedi fakat üniversiteleri inhitat eylemeğe başladı.” En korkunç mağlubiyetler ve en korkunç tahripler, üniversitelerinin hayatiyetini korudukları Almanya’yı bir türlü ezdiremiyor; üniversitelerimizin kifayetsizliği ise yurdumuzun kalkınmasına imkân vermiyor. Rahmetli meslektaşımın yukarıda zikreylediğim cümlesinin ikinci kısmı da tamamlanmak şartıyla doğrudur. Yalnız, medrese talebeliği, softalık ve yobazlık manasına gelir olmamıştı; ne yazık ki medrese hocalığı da softalık ve yobazlık manasına gelir olmuştu. Talebenin büyüklüğü veya küçüklüğü hocalarının büyüklüğüne veya küçüklüğüne tabidir.

İnkılapların Öğrettikleri

Gazetecilik ve Matbaacılık T.A.Ş. tarafından İstanbul’da yayınlanan Vasfi Raşit’in İnkılâpların Öğrettikleri kitabının basım yılı 1934’tür. Ancak yazar tarafından kitabın son satırında ‘Ankara: Onuncu yıl’ ifadesine yer verildiğinden İnkılâpların Öğrettikleri’nin de 1933’te kaleme alınıp bir yıl sonra yayınlandığı anlaşılmaktadır. Kitap 42 sayfadır ve ne başta ve ne de sonda İçindekiler’e yer verilmemiştir. Bunun yerine her bir sayfanın sağ üstüne, her sayfada değişen başlıklar konulmuştur ki bundan murat o sayfanın o başlıkta verilen konuya tahsis edildiğidir. Bir çeşit İçindekiler sayfasını andıran bu başlıklar sırasıyla şöyledir: “Lüzumsuz İnkılâplar–Hakikî İnkılâplar, İnkılâp-İhtilâl-Islahat, İnkılâpta Kan– Terör, Diktatörlük- Kuvvetli İcra Reisleri, Kuvvet ve Hak, 1324 İnkılâbı, Hakikî İnkılâplar Sâridir, Muvaffak olmuş İnkılâplar, Zihniyet Savaşları, İnkılâplar birer ilerlemedir, İrtica korkunç bir hatadır, İnkılâbı ve neticelerini korumak borçtur, İnkılâba küsenler, İnkılâp bir bütündür, Büyüklüğün hassası büyütmektir.

Askeri Adalet

Askeri ceza kanunundan bahsetmeden evvel umumi ceza kanunundan ayrı bir askeri ceza kanununa lüzum olup olmadığını araştırmak lazım gelir… Ordu, milletler için tahammül edilmesi lazım bir zarurettir. “Hazır ol cenge eğer ister isen sulh-ü salah” hakikati hala cari olagelmektedir.

Binaenaleyh Askeri Adalet, “Clemenceau” (Klemanso) nun Fransız Mebuslar Meclisinde söylemiş olduğu gibi; “Ordu denilen zaruretin zaruri kıldığı bir şeydir. Çünkü zaruri olan ordunun, ordu vasfına layık olabilmesi için kuvvetli bulunması da zarurettir… Ordunun kuvveti ise disiplindedir.” Disiplinin ne olduğunu müşahhas bir surette görmek ve anlamak biz İslamlar için çok kolaydır. Bunun için cemaatle namaza bakmaklığımız kâfi gelir. Cemaatle namaz, aynı zamanda cemaatin askeri bir şefi olmuş bulunan ve manası şef demek olan imamın iradesinden başka bir iradesi olmayan cemaatin harp nizamında toplanarak yaptıkları ibadet tarzıdır. Disiplin ordu komutanının iradesinden başka bir irade beslememekten ibarettir. Gerçektir ki cemaatle namaz, ordunun dini vazifesini görüş tarzıdır. Cemaatle namaz, ordu teşkilatından ayrı bir kurul değildir; çünkü cemaatle namaz ordunun illet-i gayesini yerine getiren bir teşkilat olarak vücuda gelmiştir. Harp halinin tabii ve devamlı bir hal olduğu zamanlarda ve cemiyetlerde devlete esas teşkilatını mutlaka askeri teşkilat verdirir.

Devletin ordudan ayrı olmasına imkân olmaz. Binaenaleyh, bütün dini ve siyasi menfaatler kurulmuş askeri menfaatlere gelip eklenir. Harp halinin tabii ve devamlı bir hal olduğu zamanlarda ve cemiyetlerde halk bir ordudur. Ordunun muhtaç olduğu şef yani “İmam” askeri bir şeftir; askeri imamdır. Aynı zamanda ordular başkomutanı olan Devlet başkanı “Müslümanların imamı” veya “Müminlerin emiri” unvanını taşır. “İmam” kelimesi askeri komutanların taşıdıkları bir unvan olan “Emir” kelimesi ile aynı manaya gelir.

Bütün orduların dini ve siyasi olmak üzere iki vazifesi var idi. Bu iki vazife birbirine o kadar sıkı bir surette bağlı idi ki bu vazifelerden birine ehliyetsizlik, diğerine de ehliyetsizliği intaç eylerdi.

Bunu okudunuz mu?

Tarihi Kentsel Peyzaja İlişkin Tavsiye Kararı

Tarihi Kentsel Peyzaja İlişkin Tavsiye Kararı, 9 Kasım 2011 tarihinde  UNESCO Genel Konferansı’nda kabul edilmiştir. …