Türkiye Barolar Birliği ve Ankara Barosu önceki başkanlarından Avukat Vedat Ahsen Coşar ile yargı sistemi, hukuk ve adalet anlayışı, yargının sorunları, barolar ve hukuk eğitimi üzerine bir röportaj gerçekleştirilmiştir.
Hukukbook: Sayın Coşar, “Avukat” denildiğinde aklınıza neler geliyor? Bu mesleği uzun yıllar yapmış bir kişi olarak Avukat kavramına yüklediğiniz anlam nedir? Avukatlık, bir hukuk savaşçılığı mıdır yoksa para kazanmak için yapılan bir meslek midir?
Vedat Ahsen Coşar: Elbette avukatlık para kazanmak için yapılan bir meslek değildir. Hukuk savaşcılığıdır. Avukatlık, bir onur mesleğidir, onurlu bir meslektir, bir güven ve cesaret mesleğidir. Bu bağlamda, kadim Yunan’da olduğu gibi, eski Roma’da da bu böyledir. Böyle olduğu içindir ki, kadim Yunan’da ve eski Roma’da avukatlar yaptıkları hizmetlerin karşılığında bir ücret almazlardı. Nitekim Romanın tanınmış avukatlarından ve şairlerinden olan Ovidius tarafından bu durum “Güzel kadınların güzelliklerini satmaları ne kadar utanç verici ise, bir avukatın yardımını satması da o kadar utanç vericidir” şeklinde ifade edilmiştir. Yine Roma Hukuku’ndaki “guato litis” yasağının, yani ücret alma ve ücret sözleşmesi yapma yasağının kaynağı “avukatın bağımsızlığı” ilkesinden çıkmıştır. Çünkü profesyonellik anlayışının daha henüz mevcut olmadığı o dönemin anlayışına göre, ücret alınması ve ücret sözleşmesi yapılması, avukatın, işini yapmayı üstlendiği kişi veya kişilere karşı bağlı ve bağımlı hale gelmesi ve dolayısıyla avukatın bağımsızlığını kaybetmesi olarak kabul ediliyordu. Bununla birlikte, Roma’da ve Cumhuriyet Döneminde yüksek görevlere giden yol avukatlık mesleğinden geçiyordu. Bu bağlamda, Çiçero konsül olduğu zaman avukattı. Aynı şekilde Roma Devleti’nin imparatorluğa dönüşmesinde en önemli pay sahibi olan Cesar da, kendisine imparatorluğa giden yolu açan konsül olmadan önce, Roma Barosu’nda kayıtlı olarak avukatlık yapıyordu.
Avukat Kelimesinin Kökeni
Esasen avukat sözcüğü Yunancada “üstün, ayrıcalıklı ve güzel konuşan” anlamlarına gelen “AdcoCatus” sözcüğünden türetilmiştir. Ve hatta mitolojiye göre, savunma görevini ilk üstlenenler, Zeus’un kızları olan “Litai”lerdir. Bunlar “suç işleyenlerin kandırıldıklarını” savunmuşlar ve Zeus’tan onların bağışlanmasını talep etmişlerdir. O nedenle, avukatlık mesleğinin ilk temsilcileri Litailer olarak kabul edilir. Kötü ruhlu, kışkırtıcı, günaha ve suça teşvik edici olduğu için Suç Tanrıçası olan Ate’nin kız kardeşleri olan Litai’ler, hem iyilerin savunucusu, hem de suç ve günah işleyenler adına af dileyicisidirler. Litai’lerin, Ate’nin etrafında dönmelerinin nedeni ise, onların insanları suça ve günaha teşvik etmesine engel olmaktır. Çirkin görüntülerinin aksine yüce bir ruha sahip olan ve bu ruhla görev yapan Litai’ler, günümüzde avukatların yaptıkları şeyi yapmışlar, yani insanları suçtan ve cezadan uzak tutmaya çalışmışlar, bir suç işlediklerinde ise onları savunmuşlardır.
Üç Çarpıcı Örnek
Bu konuyla ilgili olarak üç örnek vereceğim. Birincisi 1924 yılında ABD Başkanlığı’na aday olan avukat John W.Davis’e ait. 16 Mart 1946’da New York Barosu’nun 75. Kuruluş Etkinlikleri kapsamında yaptığı konuşmada şunları söylüyor; “Biz hukukçular, avukatlar köprüler kurmuyoruz, kule dikmiyoruz, motor yapmıyoruz, resim boyamıyoruz…Yaptığımız bütün işlerde insan gözünün görebileceği pek az şey vardır. Ama sorunları çözüyoruz; gerginliği gideriyoruz; hataları düzeltiyoruz; insanların yükünü üstleniyoruz; çabalarımızla barışçıl bir devlette insanların huzurlu ve adil bir yaşam sürmelerini mümkün kılıyoruz.”
İkincisi George Mason Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ronald Rotunda Ronald’a ait. O da benzer şeyler söylüyor ve şöyle diyor; “Biz avukatlar, mühendisler gibi köprüler inşa etmeyiz; doktorlar gibi kemikleri onarmayız; mimarlar gibi bina tasarlamayız; ressamlar gibi resim yapmayız. Sadece insanların ellerinin bize dokunmasına imkan veririz. Eğer görevimizi profesyonelce, mesleğin onuruna uygun biçimde yaparsak, başka kişilerin yüklerini taşırız; insanları streslerinden kurtarırız; adaletin takipçisi oluruz; uygarlığın kaplaması olur ve onu daha da güçlendiririz.”
Üçüncüsü İslam Hukukunun büyük bilginlerinden olan İmam Şafi’ye ait. O da şunları söylüyor; “Bütün Kuran inmeseydi ve sadece –Vel Asr- suresi inseydi yeterdi.” Vel Asr suresinin anlamı şudur; Zamanın üzerine yemin ederim ki, bütün insanlar hüsran içindedir. Şu üçü hariç: Hakka inananlar, Hakkı tavsiye edenler, iyi, güzel, doğru şeyi yapanlar ve sabredenler.”
Avukat Hakikatin Temsilcisidir
Avukat olarak biz Davis’in, Ronald’ın, İmam Şafi’nin dediği şeyler yapıyoruz. Yani hakka inanıyoruz, iyiyi, güzeli, doğru olanı yapmaya, sabırla yapmaya çalışıyoruz. İnsanların sorunlarını çözüyor, yüklerini taşıyoruz. Toplumda barışın tesisine, huzurun, güvenin sağlanmasına katkı yapıyoruz. Hukukun tanıdığı ve koruduğu yetki olan hakkı savunuyoruz, hakkı temsil ediyoruz, Hakka ulaşmanın yolu ve aracı olan davaları mahkemelerin önüne biz getiriyor, adına karar denilen, içtihat denilen yargısal ürünlerin oluşmasını, bu yolla hukukun ilerlemesini, gelişmesini, hak sahibinin hakkı olanı elde etmesini, hakkına kavuşmasını biz sağlıyoruz. Yani aslında çok şey yapıyoruz, çok hayati şeyler yapıyoruz. En önemli olan şeyi, yani “bu dünyada yaşama ayrıcalığı elde etmek için ödediğimiz bir kira olan insana hizmet etmek” edimini yerine getiriyoruz.
Amerikalı stres yönetimi ustası Arthur Gordon “The Turn of the Tide/Gelgit Dönemeci” isimli kitabında şöyle diyor: “Kişinin motivasyonlarının yanlış olması durumunda, hiçbir şeyin doğru olamayacağını anladım bir anda. İster postacı, berber, sigortacı veya ev kadını olun, isterse başka bir iş yapın sonuç değişmez. İşinizi sadece başkalarına hizmet ettiğinizi hissettiğiniz sürece iyi yapabilirsiniz. Başkalarına bir yararınız olmuyor ise eğer, işinizi iyi yapamazsınız.” Biz avukatlar da işimizi, mesleğimizi iyi yapmaya çalışıyoruz. Müvekkillerimize, yani insanlara hizmet ediyoruz, onların acısını, duygularını hissediyor, bunları paylaşıyor, gidermeye, azaltmaya çalışıyoruz. İşimizi, mesleğimizi bu saikle, bu motivasyonla yapıyoruz, insana, insanlara yararımız olsun diye yapıyoruz.
Diğer taraftan, yargının asli unsurlarından olan bağımsız savunmayı temsil eden avukatlar, sadece hukuki sorun ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını sağlamakla görevli ve yükümlü değildirler. Aynı zamanda laik bir entelektüel ve özgül bir kamusal role sahip olması gereken bireyler olarak; “kamu için ve kamu adına mesajı, görüşü, tavrı temsil etmek, hakikati ifade etmek, ortodoksi ve dogma üretmektense, buna karşı çıkmak, hükumetlerin ya da muhalefetin, büyük şirketlerin ve başkaca çıkar çevrelerinin adamı ve sözcüsü olmamak zorundadırlar.”
Hukukbook: Oldukça geniş bir avukat perspektifi çizdiniz. Peki, size göre Baro nedir? Misyonu ne olmalıdır? Barolara hangi misyonu biçmektesiniz?
Vedat Ahsen Coşar: Amerikalı fütürist Peter Drucker’a göre, kuruluş bir insanlar topluluğudur, ortak amaç için bir arada çalışan kişilerden oluşur. Kuruluş; toplum, cemaat, aile gibi sosyal kurumlardan farklı olarak, belli bir amaca göre tasarlanmış olup işine, görevine, işlevine göre tanımlanır. Toplum ve cemaat ise, dil, kültür, tarih, coğrafya gibi insanları bir arada tutan bağa göre tanımlanır. Kuruluş, ancak belli bir işe, kendi işine odaklandığı zaman etkili, verimli ve yararlıdır. Toplum, cemaat ve aile sadece var olan kurumlardır. Kuruluş ise yapandır. Toplum, cemaat ve aile koruyucu kurumlardır, statükoyu sürdürmek, bu amaçla değişimi yavaşlatmak için uğraşırlar.
Kuruluşlar, statüko bozucu olmak için vardır
Oysa kuruluşlar, statüko bozucu olmak için vardırlar. Onun için kuruluşlar, sürekli değişikliğe göre düzenlenmiş olmak, yeniliklere dönük olmak zorundadırlar. Kuruluşların işlevlerini yerine getirebilmeleri için; kurulu olanı, alışılmış olanı, bilineni, rahat şeyleri, insani ve sosyal ilişkileri, becerileri sorgulamak ve gerektiğinde bütün bunları terk etmek üzere düzenlenmiş olmaları gerekir. Bir kuruluş olarak Barolar da bu çerçevede örgütlenmek ve hareket etmek durumundadır.
Kuruluşun işlevi bilgileri verimli kılmaktır. Bilgiler ne kadar ihtisaslaşmış olurlarsa, o kadar daha fazla etkili ve yararlı olurlar. Gelişmiş ülkelerde kuruluşlar, bilgileri verimli kıldıkları, bilgileri ihtisaslaştırdıkları, kendi amaçları üzerine yoğunlaştıkları, bilgiden bilgilere geçtikleri için toplumun merkezi konumuna gelmişlerdir. Günümüzün kuruluşları, güce dayalı yapıdan, bilgiye ve sorumluluğa dayalı bir yapıya dönüşmüşlerdir. O nedenle günümüzün kuruluşlarında, kuruluşun amaçları, katkıları, davranışları, performansı konusunda herkesin sorumluluk alması gerekir. Bundan çıkan anlama göre, kuruluşun bütün üyeleri kendi amaçlarını ve katkılarını düşünecekler ve her ikisi için de sorumluluk alacaklardır. Kuruluşlarda ast/üst diye bir şey yoktur, sadece birlikte çalışan insanlar vardır.
Onun için bütün üyelerin kendilerine; benim bu kuruluşa yapabileceğim en önemli katkı nedir diye sorması, her üyenin sorumluluk sahibi olması, karar yetkilisi olarak çalışması, kendi amaçlarının kuruluşun amaçları ile uyumlu olmasını sağlaması gerekir. Onun için, tüzel kişilik olarak baroların, onun üyeleri olarak avukatların da bu çerçevede düşünmeleri, örgütlenmeleri, faaliyet göstermeleri gerekir.
Yine barolar, sadece, avukatlık mesleğini geliştirmekle, meslek mensuplarının yararlarını korumak ve gereksinimlerini karşılamakla, meslek düzenini, ahlakını, saygınlığını, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmakla ve korumakla görevli olmayıp; toplumsal değişime ve dönüşüme katkı yapmakla, bu amaçla, kurulu olanı, alışılmış olanı, bilineni, rahat şeyleri, insani ve toplumsal ilişkileri, becerileri sorgulamakla, yeniliğin ve değişimin motoru olmak için statüko bozucu olmakla yükümlü olan, olması gereken kuruluşlardır.
Barolar ve avukatlar yeni şeyler keşfedecek kadar hevesli kalabilmeli
Barolar ve avukatlar, bütün bu işlevleri yerine getirebilmek için Edward Said’in o güzel kitabı Entelektüel’de ifade ettiği gibi; zihinlerinde kendilerini de hedef alan kuşkucu bir ironiye yer vermek, çevrede dolaşmak, ayakta durup otoriteye cevap verebilecek kadar bağımsız, cesur, özgür ve özerk bir ruha sahip olmak, her türlü otoriteden gelen tehditlere karşı koyabilmek, hiç kimseye boyun eğmemek, kirlenen düşüncelerini değiştirebilecek, yeni şeyler keşfedecek kadar hevesli kalabilmenin yollarını bulmak zorundadırlar.
Barolar ve avukatlar, sadece bunları değil, hakikati temsil etmek, bir haminin veya vasinin ya da başkaca bir otoritenin yönlendirmesine izin vermemek, toplumsal değişime ve dönüşüme öncülük edebilmek için yeni diller ve ruhlar icat etmek durumundadırlar. Bütün bunları yapabilmek için baroların ve avukatların hem kendilerini hem de toplumun kendisini; klişelerle, aşınmış metaforlarla, bayat kullanımlarla çürümüş bir dilin zihinlerini uyuşturup edilginleştirmesine, bilinçlerinin üzerini kaplayıp, onu basmakalıp düşünceleri incelemeden, tartışmadan, sorgulamadan kabul etmeye ayartmasına izin vermemeleri gerekir.
Avukatlar Düşünce ve Eylem Lideridir
Dünya siyasi tarihinin incelenmesinden de anlaşılacağı üzere, başta Fransız İhtilali, Amerikanın Bağımsızlığı, dünyanın ilk yazılı anayasası olan Amerikan Anayasası gibi devrim niteliğindeki tüm eylemlerde, dünya tarihini değiştiren ve dönüştüren tüm siyasi olaylarda gerek eylem lideri gerekse düşünce lideri olarak avukatlar vardır.
Gerçekte bütün toplumlar hukuka ve avukatlara gereksinimleri olduğunu akıl ve deneyim sonucu öğrenmişlerdir. Herhangi bir hukuk ve adalet sistemi, avukatlar ve barolar olmaksızın adil ve demokratik bir şekilde işleyemez. Onun için, avukat ya da savunma makamı ve barolar, sadece adil yargılamanın temel ve kurucu unsuru değil, aynı zamanda yargılama prosedürünü demokratikleştiren unsurlardır. Öyle olduğu için uygar ve demokratik tüm ülkelerde avukatlar ve onların mesleki kuruluşları olarak barolar vardır. Esasen Yirminci ve Yirmi Birinci yüzyılın en göze çarpan özelliklerinden birisi, siyasetin, uluslararası kuruluşlar yönünden artan bir öneme sahip olmasıdır. Bu uluslararası kuruluşlar, yetkilerini yalnız tek bir ülkede değil, uluslararası alanda ve birden çok ülkeyi kapsayacak şekilde kullanmaktadırlar. Bu bağlamda barolar, hem ulusal hem de küresel toplumun iyileştirilmesinde aktif bir rol oynamakta ve adalete erişim için çok fazla çaba sarf etmektedirler. Zira hukuk ve adalet, düşünce sistemlerinin bir gerçeği olarak toplumun en önde gelen vizyonudur.
Adil yargılanma ilkesinin tam olarak gerçekleşmesi için gerekli birçok ilke bulunmakla birlikte, en önemli ilke, hakimlerin yürütmeden mutlak olarak bağımsız olmalarıdır. Bir İngiliz geleneği olan yargı bağımsızlığı, herhangi bir siyasal teorinin sonucu değildir. Bu ilkeyi insanlık ve toplumlar, zor ve acılı deneyimler sonucunda ve deneme yanılma yoluyla ve zaman içerisinde öğrenmiştir. Diğer taraftan, barolar ile savunmanın bağımsızlığı da en az hakimlerin bağımsızlığı kadar önemlidir. Aksi halde, adil yargılama gerçekleşmeyeceği gibi, adaletin de demokratik bir biçimde işlemesi mümkün değildir.
Hukukbook: Barolarda ve Barolar Birliğinde görevdekilerden ve daha önceki başkanlardan başarılı bulduğunuz ve takdir ettiğiniz başkan ya da başkanlar kimlerdir?
Vedat Ahsen Coşar: Ben, gerek insan olarak, gerekse bir zamanlar bu görevlerde bulunmuş bir kişi olarak kimseyi yargılayacak durumda değilim. Ayrıca bunu yapmayı da istemem. Bunu yapacak olan kamuoyudur, tarihtir. Onun için bırakalım bunu kamuoyu yapsın, tarih yazsın.
Hukukbook: Baroların neden yapmadığını sorguladığınız işler var mı? Görevi olduğu halde Barolar hangi işleri yapmamakta, kötü yapmakta, eksik yapmakta ya da yetersiz kalmaktadır? Yapması gerekip de yapmadığı, kötü ya da eksik yaptığı işler olduğunu düşünüyorsanız kategoriler halinde sıralayabilir misiniz?
Vedat Ahsen Coşar: Ben, özellikle son üç dört yıl içinde, baroları hemen hiç takip etmedim. Onun için baroların yaptıkları veya yapmadıkları şeyler hususunda fikir sahibi değilim. Sadece ve genel olarak şunu söyleyebilirim: Son üç beş yıl içerisinde hukuk, hukuk devleti, yargı, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin hiç bir döneminde olmadığı kadar ağır yaralar aldı. Bu kavramların ve kurumların içi boşaltıldı. Bütün bunlar olurken, kendi yasasında bunları korumakla, kollamakla görevli kılınan barolar, (kuşkusuz hepsi değil) ne yazık ki, sessiz ve etkisiz kaldı.
Hukukbook: Baroların ve Barolar Birliğinin hiçbir kanun ve yönetmelik değişikliği olmaksızın derhal değiştirebileceği anlayışlar ve uygulayabileceği somut politikalar var mıdır? Varsa nelerdir?
Vedat Ahsen Coşar: Kuşkusuz vardır. Neler mi? Yukarıda söylediklerim vardır. Buna göre pozisyon almaları buna uygun bir duruş ortaya koymaları gerekir. Ama bu her şeyden önce bir anlayış ve tercih değişikliğini gerektirir. Zira değişen, değiştirebilir.
Hukukbook: Barolarda ve Barolar Birliğindeki komisyon ve merkezlerin rolleri ne olmalıdır? Komisyon ve merkezleri yeterli buluyor musunuz?
Vedat Ahsen Coşar: Hizmet etmek, bu amaçla projeler üretmek, bu projeleri hayata geçirmek olmalıdır. Onun için bu yerlerde görev yapan kişiler, “bir şey olmayı” değil, “bir şeyler yapmayı” amaç edinen kişiler olmalıdır, CV’lerini doldurmayı ve zenginleştirmeyi amaçlayan kişiler olmamalıdır. Başkana ve yönetime hizmet etmeyi değil, onların emrinde olmayı değil, mesleğe, meslektaşlarına, topluma hizmet etmeyi pozitif bir hedef olarak önlerine koyan kişiler olmalıdır. Bu yerlerde görevlendirilen kişiler, başka amaçlarla, seçim hesaplarıyla oralara getirilmemeli, liyakate, bilgiye, deneyime bağlı olarak seçilmeli, rol model olan kişiler arasından seçilmelidirler.
Bu komisyon ve merkezlerin yeterli olup olmadıkları hususunda sağlıklı bir yargıya varabilmek için, herhalde bunların ürettiklerine bakmak, ona göre bir tespit ve değerlendirme yapmak gerekir. Ben, bu komisyonları ve merkezleri yakından takip etmediğim için bu konuda bir fikir sahibi değilim. O nedenle, bunu, bu merkez ve komisyonların çalışmalarını yakından takip eden avukatlara ve kamuoyuna sormak gerekir.
Hukukbook: Baroları, üyelerine ve kamuoyuna karşı şeffaf ve demokratik yapılar olarak görüyor musunuz?
Vedat Ahsen Coşar: Ben size bu konularda benim Ankara Barosu Başkanlığı yaptığım altı yıl ve Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı yaptığım üç yıl içinde yaptıklarımı söyleyeyim. Ona göre hem siz, hem de avukat ve baro kamuoyu ile genel kamuoyu bu hususta bir değerlendirme ve halen mevcut olanla ilgili bir karşılaştırma yapsın.
Benim Ankara Barosu Başkanı olarak seçildiğim 2004 yılının Ekim ayında, Ankara Barosunun baro başkanına tahsisli birisi kırmızı plakalı olmak üzere üç tane makam arabası vardı. Ben makam arabasına binmem dedim, bu üç aracı da avukatlar arasında yapılan açık artırmayla satışa çıkardık, üç avukat arkadaşımız bu araçları satın aldı. Baronun getir götür işlerini yapması için Wolkswagen Caddy marka bir araç aldık. Ve ben, baro başkanlığı yaptığım altı yıl içerisinde kendi arabamı kendim kullandım, baroya ve adliyeye bu araçla geldim ve gittim.
Devlet Denetleme Kurulundan övgü ve teşekkür aldık
Altı yıllık baro başkanlığım döneminde ve her hafta, baronun gelir, gider ve harcamalarını baronun duyuru panolarına asmak, WEB sayfasına koymak suretiyle meslektaşlarımıza ve kamuoyuna duyurduk. Yani bu kadar şeffaf ve denetime elverişli bir uygulama içinde olduk. Bu uygulamamızdan dolayı, o yıllarda Devlet Denetleme Kurulundan, Türkiye’de bunu yapan tek kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu olarak övgü ve teşekkür aldık.
Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı’na seçildiğim Haziran/2013’de ilk yaptığım iş, kuruma yasa gereği verdiğim mal beyanımı Barolar Birliği’nin web sayfasına koymak suretiyle kamuoyuna açıklamak oldu. Görev yaptığım üç yıl içerisinde ve her hafta, Barolar Birliği’nin gelir, gider ve harcamalarını, yönetim kurulu kararlarını Birliğin WEB sayfasında yayınladık. Özetle son derece açık, şeffaf, denetime elverişli bir uygulama içinde olduk.
Ben Barolar Birliği Başkanı seçildiğimde başkana tahsisli makam arabasını satmak istedim, ancak yönetim kurulu buna izin vermedi. Seçildiğimde rahmetli Özdemir Özok zamanında alınmış Ford marka bir makam arabası ve Wolkswagen Transporter vardı. Teknik servise hizmet etmesi için Ford marka bir transporter, getir götür işlerini yapması için bir Wolkswagen Caddy aldık, başka araç almadık. Görev sürem içerisinde yaptığımız şehirlerarası seyahatlerde genellikle Wolkswagen transporterı, şehir içinde ise Ford marka aracı kullandık.
Hukukbook: Barolarda çoğulcu yönetim anlayışı mevcut mu?
Vedat Ahsen Coşar: Genel olarak mevcut değil. Özellikle Ankara Barosu, İstanbul Barosu ve İzmir Barosunda aynı görüşte olan kişilerin egemen olduğu listelerle seçime giriliyor. O nedenle, temsilde adalet ve meşruiyet vardır demek mümkün değil. Bunları sağlamak için bana göre nisbi temsil sisteminin getirilmesi gerekir.
Hukukbook: Avukatlık Kanunu’na göre yapılmakta olan Baro başkanlık seçimlerini demokratik buluyor musunuz?
Vedat Ahsen Coşar: Bana göre demokratiktir. Aday olma ve seçilme engeli olmayan, aday olma ve seçilme yeterliliği bulunan her avukat aday olabilir. Seçim bir yarıştır, bir rekabettir. Aday olan kişinin husumet üzerine kurulu bir seçim götürmemesi, kendisini anlatması, tanıtması, projelerinin ve pozitif hedeflerinin ne olduğunu ortaya koyması gerekir. Ben kendi adıma girdiğim bütün seçimlerde bunu yaptım. Aday olduğum bütün seçimlerde, seçildiğim takdirde hangi projelerin takipçisi olacağımı, hazırladığım seçim broşürleriyle tüm meslektaşlarıma açıkladım ve görev yaptığım sürece bu projelerin takipçisi oldum. Ve hatta şunu söyleyebilirim: ilk kez aday olduğum ve kaybettiğim 1994 yılı seçimlerinde uyguladığım proje sunma hadisesi, o güne kadar bir ilk ve sonraki yıllarda da aday olanlara örnek oldu.
Hukukbook: Sayın Coşar, size göre baro başkanlarının hangi niteliklere sahip olması lazım?
Vedat Ahsen Coşar: Kişilik bana göre her zaman bilgiden, bilgili olmaktan önce gelir. Her ne iseniz o şeyin “eni” olabilirsiniz. En asker, en bürokrat, en avukat, en mühendis, en profesör, en başkan, en dekan, en rektör olabilirsiniz. Ama adam değilseniz, bunları olmanız hiçbir şey ifade etmez. Onun için baro başkanlığına aday olan kişinin öncelikle adam olması, kişilikli, ahlaklı, erdemli, karakterli, özerk, bir kişi olması, görevini yaparken bağımsız ve tarafsız olması gerekir. Bir şey olmayı değil, bir şeyler yapmayı hedef alması gerekir. Öncelikle kendi asli görevlerine odaklanması, asli görevlerini yapması, iyi yapması gerekir. Baroyu, baro başkanlığını başka pozisyonlara geçmeye alet etmemesi, baroyu bu amaçla kullanmaması gerekir. Sonra bilgili olması, iyi bir hukukçu olması gerekir.
Temiz bir mesleki geçmişe sahip bulunması, cesur olması, eyyamcı olmaması gerekir. Entelektüel olması, demokrat bir kişiliğe sahip bulunması, öteki düşünceye açık olması, hiçbir ayrım yapmadan herkesi kucaklaması gerekir. Bütün bu konularda rol model olması gerekir. Ben mesela Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı’na aday olduğum Haziran/2013 seçimlerinde yaptığım adaylık konuşmasında şunları söylemiştim. “Ben önce hepiniz gibi adamım. Daha sonra demokratım. Daha sonra ise sosyal demokratım.” Yani adam olmayı ilk sıraya, demokrat olmayı ikinci sıraya, siyasi düşünceyi ise üçüncü sıraya koymuştum. Zira adam olmak her şeyden önce gelir, daha sonra demokrat olmak gelir. Siyasi düşünce, siyasi tercih bunlardan sonra gelir. Adam olmayan, demokrat olmayan bir kişi, ister sağcı olsun, isterse solcu ya da başka bir görüş sahibi olsun, bana göre bir şey ifade etmez. Zira asıl olan adamlıktır, demokratlıktır. Bunlar yok ise, diğerlerinin bir kıymeti yoktur.
Hukukbook: Ekonomik dönüşümlerin çok hızlı olduğu son 20-30 yılda, Barolar hangi politikaları uygulasaydı avukatların mesleki pozisyonları daha güçlü olurdu?
Vedat Ahsen Coşar: Bu baroların uyguladıkları ve uygulayacakları politikalardan daha çok, hükumetlerin uyguladıkları ve uygulayacakları politikalarla ve genel olarak ülkenin hukukla olan genel sorunuyla ilgilidir. Sorun geçmiş hükumetlerin, özellikle 16 yıldır ülkeyi yöneten AK Parti’nin hukuka şaşı bakmasından, hukuku, hukukçuyu, yargıyı ötelemesinden, ayak bağı olarak görmesinden, kendi istediği doğrultuda yönlendirmek istemesinden ve bütün bunlara bağlı olarak hukuka aidiyet bilincinin egemen olduğu bir toplum yaratamamasından, yaratmak istememesinden kaynaklanan bir sorundur. Bileşik kaplar örneğinde olduğu gibi pek çok konuda yozlaşan, üretmeyen, üretme düşüncesi, terbiyesi, kültürü olmayan, hemen her şeyi aşındıran, eskiten ve tüketen bir toplumun getirdiği bir sonuçtur bugün yaşananlar. Bu sonuçtan başkaca meslekler nasıl nasibini almış ise, avukatlık mesleği de payına düşeni almıştır.
Günün koşullarına uygun, ihtiyaçlara cevap veren, avukatlık mesleğinin hizmet alanını genişleten bir yeni Avukatlık Yasası yürürlüğe konulmuş, bu bağlamda sağlıklı bir şirketleşme ve ortaklık modeli getirilmiş ve geliştirilmiş, bazı İskandinav ülkelerinde uygulanan hukuk sigortası gibi kurumlar ihdas edilmiş, koruyucu avukatlık kurumu geliştirilmiş olsa idi, belki avukatların pozisyonu daha iyi olabilirdi. Ne yazık ki, bunu yapamadık. Şahsen bunun yapılamamasında ben kendi dönemimi de sorumlu ve kusurlu buluyorum.
Hukukbook: Ülkemizde kurumsal olarak yargının ve özelde de yargı sisteminin içinde bulunan hukuk insanlarının en büyük problemleri nelerdir? Baroların bu sorunlara karşı yapabilecekleri nelerdir?
Vedat Ahsen Coşar: Yargının kurumsal sorunu, bağımsız ve tarafsız olmaması, bütünüyle yürütme erkine bağlı bulunmasıdır. Bu bağımlılıktan ve tarafgirlikten, ne yazık ki hukuk adamları da payını almıştır, almaktadır. Haksızlık, adaletsizlik kime yapılırsa yapılsın haksızlıktır, adaletsizliktir. Bu konularda çifte standart uygulanmaması, siyasi tercihlere ve görüşlere bağlı olarak tavır alınmaması, haksızlık, adaletsizlik, hukuksuzluk kime yapılırsa yapılsın, kim yaparsa yapsın ona karşı durulması, tanıklık edilmesi gerekir. Ülkemizde görünen ve yaşanan odur ki, pek çok kişi, elbette hukukçular da ve hatta bir kısım barolar da bu konuda takım tutmakta, karşı takımdan ise ‚ “oh olsun, bunlar az bile” demekte, kendi takımından ise, bunlara karşı çıkmaktadır. Baroların bu sorunlara karşı yapması gereken şey, haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik nereden ve kimden gelirse gelsin, buna karşı tavır almak, bu kişilerin haklarına, hukuklarına tarafsızlıkla sahip çıkmak olmalıdır.
Hukukbook: Türkiye’deki avukat sayısı söylendiği gibi nüfusa oranla çok mu sizce? Avukat sayısından sıkça şikayet ediliyor, sizin bu konudaki anlayışınız nedir?
Vedat Ahsen Coşar: Kimi Batı ülkeleriyle karşılaştırıldığında, aslında nüfusa oranla avukat sayısı Türkiye’de çok fazla değildir. Ama hukuka aidiyet bilinci olan, hukuk devleti olan Batı ülkelerinde koruyucu avukatlık sistemi iyi çalıştığından, insanlar avukata danışmadan adım atmadıklarından, yani avukatlık hizmetinin alanı oldukça geniş olduğundan, insanların ekonomik güçleri yerinde bulunduğundan, paylaşılan veya paylaşılacak olan pastanın büyük olmasından, insanların kaliteli hukukçu aramalarından, böylelerini tercih etmelerinden, esasen çoğu avukatın kalitesi de üst düzeyde olduğundan dolayı, avukat sayısı o ülkelerde pek o kadar önem arz etmemektedir.
Bizim ülkemizdeki fazlalık, orada olan ve az önce arz ettiğim şeylerin bizde olmamasından kaynaklanıyor. Bu konuda ülkemiz bağlamında önemli olan bir diğer husus da, sorunun sadece bir nicelik sorunu olmasından daha çok, bir nitelik, bir kalite sorunu olmasıdır. Bu ise doğrudan yaz boz tahtası haline getirilen eğitim sistemimiz ile ilgilidir, bu sistemin doğal bir sonucudur. Ki bu hususu izin verirseniz, sorunuz kapsamında daha önce “ahsencosar.wordpress.com” adresindeki kişisel blogumda yazdığım yazı çerçevesinde birazdan izah edeceğim.
Röportaj Devam Edecek…