Türkiye Barolar Birliği ve Ankara Barosu önceki başkanlarından Avukat Vedat Ahsen Coşar ile yargı sistemi, hukuk ve adalet anlayışı, yargının sorunları, barolar ve hukuk eğitimi üzerine bir röportaj gerçekleştirilmiştir. Röportajın ikinci bölümünü takdim ediyoruz.
Hukukbook: Avukatlık sınavı hakkında nasıl bir politika belirlenmelidir?
Vedat Ahsen Coşar: Sınav sorunundan önce bununla son derece ilgili olan ve Türkiye’nin en önemli sorunlarının başında gelen, genelde “eğitim”, özelde “hukuk eğitimi” üzerinde durmak gerekir. Ben eğitim konusunda uzman olan bir kişi değilim. Akademisyenlik kimliğim ve kariyerim de yok. Bununla birlikte, her ikisi de üniversite tahsili yapmış iki çocuk sahibi bir babayım.
Bilkent Üniversitesi İktisadi, İdari ve Siyasal Bilimler Fakültesinde on dört yıl İngilizce okutulan “Introduction to Law/Hukuka Giriş”, üç dört sömestr “Public Law/Kamu Hukuku”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesinde birkaç sömestre “Adli Yazışmalar ve Hukuki Metinler”, üç yıla yakın “Avukatlık Hukuku” isimli seçimlik dersleri verdim. Altı yıl Ankara Barosu, üç yıl Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı yaptım. Kırk üç yıldır eylemli olarak avukatlık mesleğini icra ediyorum. Bu konumum ve yürüttüğüm görevler nedeniyle çok sayıda öğrencinin ve stajyerin yetiştirilmesinde emeği olan, genel olarak ülkemizdeki eğitim ve öğretim, özel olarak hukuk eğitimi konusunda yaşayarak, tecrübe ederek, uygulayarak az ya da çok fikir sahibi olan bir kişiyim.
Ezbere Dayalı Eğitim Sistemi Terkedilmelidir
Benim kişisel tespitlerime ve gözlemlerime göre, ülkemizde sadece hukuk fakülteleri öğrencileri değil, diğer fakültelerde okuyan öğrencilerin çok büyük bir kısmı da, üniversite eğitimi ve öğrenimi yapabilmek için gerekli alt yapıya ve donanıma sahip değildirler. Zira orta ve lise eğitimi ve öğretimi, öğrencileri üniversiteye hazırlama konusunda son derece yetersizdir. Buna göre, Türkiye’de asıl çöken ve kimlik bunalımı içinde olan ilk-orta-lise eğitimi olmakla, öncelikle bu eğitim aşamalarının yeniden yapılandırılması gerekir.
Gerek dershanelere ihale edilmiş olan, gerekse okullarda uygulanan eğitim sistemi, teste ve ezbere dayalı bir sistemdir. Bu sistem bütünüyle öğrencilerin test sorularını daha hızlı ve doğru cevaplandırma becerilerinin geliştirilmesi üzerine kuruludur. O nedenle, ivedilikle mevcut sistemden vazgeçilmesi, tümevarımcı Sokratik bir modele, yani araştırma, sorgulama, analiz, eleştiri yapabilme becerilerinin, yanı sıra sözlü ve yazılı anlatım yeteneklerinin geliştirilmesi üzerine kurulu bir modele geçilmesi, eskiden olduğu gibi lise eğitimine lise bitirme/bakalorya sınavının getirilmesi gerekir. İlk-orta-lise eğitim ve öğretim modeli ile programı böyle olmadığı içindir ki, günümüzde tamamen ezber üzerine kurulu bir programdan geçen ve yanı sıra teste dayalı üniversite giriş sınavlarına göre eğitilen ve fakültelerinde yapılan sınavlarda da teste tabi tutulan gençler, gerek öğrenimleri boyunca, gerekse üniversiteden mezun olduktan ve mesleklerini icra etmeye başladıktan sonra “daha zayıf yazmakta” ve “daha kötü konuşmaktadırlar.”
Sokratik Modele Geçilmeli
O nedenle, soruna önce ilk-orta-lise eğitiminden başlanılması, bu eğitim ve öğrenim süreçlerinin ezbere dayalı eğitim modelinden arındırılması, tartışmalı, analitik, tümevarımcı Sokratik bir eğitim ve öğretim modeline göre programlanması gerekir.
Zira ve ancak bu suretle ilk-orta-lise eğitimini tamamlayan öğrenciler, üniversitede verilecek dersleri anlayabilecek, algılayabilecek, hazmedebilecek bir düzeye gelebilirler.
Birey Olmayı Öğrenmeliyiz
Hepimizin iyi bildiği üzere, üniversitelerin geleneksel işlevleri, öğrencilerin kültür miraslarını tanımalarını, kendi zihinsel ve yaratıcı becerilerini kavramalarını, onların insan olarak sorumluluklarını bilen kişiler olarak, yani birer birey olarak yetişmelerini sağlamaktır. Üniversitelerin bu işlevlerini yerine getirebilmeleri için her şeyden önce özgür, özerk ve bağımsız olmaları gerekir. Bu ise, ancak özgür, bağımsız, özerk üniversiteler ve buralarda görev yapan aynı niteliklere sahip akademisyenler eliyle mümkün olur. Esasen üniversite bilimsel çalışma yapılan yer, bilim de özgürlük olmakla ve buna ihtiyaç duymakla, ister öğrenci, isterse akademisyen olsun, üniversite mensubu olmak özgür düşünceyi savunan bir birey haline gelmek, itaat ve biat etmenin, birilerine kulluk yapmanın, müritliğin yerine, bağımsız, özerk, özgür kişiliği koymak, özetle birey olma sürecini tamamlamak demektir. Esasen toplumsallaşabilmenin asgari koşulu da birey olma sürecini tamamlamayı gerektirir. Bizim daha hala çocuk toplum olmamızın, yetişkin insanlar toplumu olamamamızın nedeni, çoğumuzun birey olma sürecini tamamlayamamış olmamız ve dolayısıyla birey olamamamızdır.
Hukuk Fakültesine Sadece Lisans Mezunları Girebilmeli
Yine üniversite eğitimi, sadece bir diploma ve meslek sahibi olmaktan ibaret değildir. Aynı zamanda, kişinin kendisini her yönden geliştirmesi, oldurması demektir. Bunu yapabilmesi için her bir öğrencinin, sinemaya, tiyatroya, operaya, konserlere, sergilere, müzelere gitmeyi, kitap ve gazete okumayı bir alışkanlık ve zevk haline getirmesi gerekir. Zira bütün bunlar özelde bireysel gelişimin, genelde üniversite eğitiminin ayrılmaz birer parçası ve tamamlayıcısıdır.
Hukukbook: Sayın Coşar, Hukuk Fakülteleri özelinde neler yapılmalı?
Vedat Ahsen Coşar: Soruna hukuk eğitimi ve öğrenimi yönünden yaklaşıldığında, yukarıda ifade edilenlere ek olarak şunları söylemek gerekir: Hukuk fakültelerine öğrenci kabulü, doğrudan fakültelerin kendilerinin yapacakları sınava bırakılmadır. Bu sınav, test usulü değil, hukuk öğrenimi yapmaya aday olan öğrencide bulunması gereken sözlü/yazılı anlatım yeteneğini, genel kültür düzeyini, analiz-sentez yapma, sorun çözme becerilerini ölçecek ve değerlendirecek biçimde yapılmalıdır. Fakülteye giriş için asgari puan/taban puan uygulaması getirilmelidir. Hukuk fakültelerini ikinci fakülte haline getirmek, yani herhangi bir alanda lisans öğrenimi tamamlamış olanları hukuk fakültelerine kabul etmek yönüne gidilmelidir. Böyle bir düzenleme, pek çok kişi gerek zaman yönünden, gerekse ekonomik nedenlerle ikinci bir tahsili göze alamayacağı ve sadece avukat, yargıç, savcı, akademisyen olmayı pozitif bir hedef olarak seçenler hukuk fakültesine gideceği için beraberinde kaliteyi getirecektir. Bu düzenlemenin bir diğer yararı da, yukarıda sözü edilen meslekleri icra etme yaşının yukarıya çekilmesini ve buna bağlı olarak bu mesleklere olgun ve nitelikli kazanımlar getirilmesini sağlamasıdır.
Hukukbook: Peki, hukuk fakültesi müfredatına ne diyorsunuz? Ayrıca mezuniyet sonrası her mezun peşinen mesleğe kabul edilmeli mi?
Vedat Ahsen Coşar: Mezuniyet sonrasında avukatlık, hakimlik, savcılık gibi klasik mesleklerin icra edilebilmesi için mutlaka sınav getirilmelidir. Bu sınav, hukuk fakültelerindeki eğitime kalite standardı getireceği gibi klasik mesleklerin icra edilmesinde de kalite bütünlüğü sağlayacaktır.
Yine hukuk fakültesi sayısının disipline edilmesi, ihtiyaç kadar fakülte açılması, hukuk fakültelerine alınacak öğrenci sayısının ihtiyaca göre belirlenmesi ve mutlaka azaltılması gerekir. Hukuk fakültelerinin sahip olması gereken fiziki koşullar ile gerekli diğer standartların önceden tespit edilmesi, bu standartlara sahip olan üniversitelere Türkiye Barolar Birliği’nin ve hukuk fakültesinin açılacağı il barosunun görüşü de alınmak suretiyle hukuk fakültesi açma izni verilmesi, mevcutlar üniversitelerden kendilerini bu standartlara uydurmalarının istenilmesi, bunu sağlayamayanların ise kapatılması gerekir.
Hukuk fakülteleri programlarında yer alan gerek klasik, gerekse yeni ve değişik disiplinler, büyük sınıflarda veya amfilerde, “takrir/hocanın hitabeti” yöntemi ile ve tamamen ezbere dayalı bir modelle öğrencilere sunulmakta, sınavlar da bu modele uygun biçimde yapılmaktadır. O nedenle ve öncelikle, uygulanmakta olan mevcut bu sistem sür’atle terk edilmeli, bunun yerine küçük sınıflarda, öğrencilerin müzakere ve dava becerilerini, mütalaa verme tekniklerini geliştirmeye elverişli, tartışmalı, bol seminerli, tümevarımcı Sokratik yöntem ile bunları destekleyen “Moot Court/Kurgusal Duruşma” yarışmalarını kapsayan interaktif bir eğitim ve öğretim modeli ikame edilmek suretiyle rekabetçi bir ortam yaratılmalı, akademik çalışmalar destekleyici, araştırmaya yönelik bir şekle dönüştürülmeli, sınavlar yazılı ve sözlü olarak iki dereceli olarak yapılmalı, test sınavları kaldırılmalı, fakülteler ile baroların işbirliği yapmak suretiyle fakültede iken staj uygulamasının başlatılması gerekir.
Yine mevcut hukuk fakültelerinin ve bu fakültelerdeki öğretim üyelerinin performanslarının değerlendirilmesinde bir ölçü ve aynı zamanda şeffaf bir yönetimin de gereği olan, son beş yılın yargıçlık ve savcılık sınav sonuçları, Adalet Bakanlığı tarafından mezun olunan üniversite/fakülte ismi de belirtilmek suretiyle kamuoyuna açıklanmalıdır.
Hukukbook: Barodaki ve Adliyedeki Staj eğitimini yeterli buluyor musunuz? Mevcut düzenlemelerle kalite artırılabilir mi? Neler yapılmalı?
Vedat Ahsen Coşar: Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Adana gibi mali imkanları geniş olan, avukat malzemesi zengin olan barolar bu alanda diğer barolara göre daha iyiler. Stajda önemli olan husus, stajyerlerin fakülteden edinerek getirdikleri bilgiyi pratikte kullanma becerilerini geliştirmek, bu bilgileri somut olaya uygulamak suretiyle somut olayı nasıl çözeceklerini öğrenmelerini sağlamaktır. Staj eğitiminde bütün bunlar yapılmakla birlikte, bizim eğitim sistemimizin etkisiyle bunun tam olarak yapılmadığı, yapılamadığı kanısındayım. Bunu mevcut yönetimleri eleştirmek için söylemiyorum, benim dönemimde de böyle olduğunu ifade etmek için ve bir öz eleştiri olarak söylüyorum.
Benim Ankara Barosu Başkanı olduğum dönemde, yönetim olarak biz Ankara Barosu’nda “Hukuk Fakülteleri ile İletişim ve İşbirliği Kurulu” kurmuştuk. Bu kurul aracılığıyla sömestre ve yaz tatillerinde çok sayıda hukuk fakültesi öğrencisine mahkemelerde ve avukat yanlarında 15’er günlük staj yapma imkanı sağladık. Bu son derece yararlı bir uygulama oldu. Öğrenciler baroyla tanıştılar, baroyla aralarında sıcak bir bağ ve köprü oluştu. Ne yazık ki, bu kurul, bizden sonraki yönetimler tarafından işletilmedi. Yeri geldi bir kez daha ifade edeyim: ben stajın fakülte aşamasında başlamasından yanayım.
Hukukbook: Avukatlık sınavı getirilmeli mi? Tecrübelerinize göre baroların bu konuda ne düşündüğünü söyleyebilir misiniz?
Vedat Ahsen Coşar: Türkiye Barolar Birliğinin, Ankara Barosu, İstanbul Barosu başta olmak üzere neredeyse tüm Baroların karşı koymalarına, yargıçlık ve savcılık mesleklerine sınavla kabul yapılmasına rağmen, avukatlık sınavının kaldırılmış olması, ne yazık ki son derece yanlış ve avukatlık mesleğinin aleyhine olmuştur. Sadece avukatlık mesleğinin aleyhine olmamış, aynı zamanda anne babaların, öğrencilerin ve iş sahiplerinin de aleyhine olmuştur. Zira avukatlık mesleğine sınavla kabul sistemi, hem öğrencileri kalitesiz, niteliksiz, yetersiz hukuk fakültelerinden, hem de yurttaşları, yani iş sahiplerini kalitesiz, niteliksiz, yetersiz avukatlardan koruma amacına yönelik olmakla, bu amaca hizmet etmekle bir güvence ve kalite ölçme sistemidir. Sınavın kaldırılması ile bu güvence ve kalite ölçme aracı yok edilmiştir. O nedenle, avukatlık sınavının ivedilikle uygulamaya konulması gerekmektedir. Kaldı ki, avukatlık sınavının kaldırılmasına ilişkin yasal düzenleme, Anayasa Mahkemesi tarafından yıllar önce iptal edilmiş olmakla, bu sınavın yeniden getirilmesi konusunda yasal düzenleme yapmak TBMM yönünden anayasal bir zorunluluktur.
Önemli bir diğer husus, bugün Türkiye’de mevcut hukuk fakültelerinin tamamında, daha hala yargıç ve savcı yetiştirme anlayışına göre hukuk eğitimi yapılıyor olmasıdır. Oysa yargılama faaliyeti, yargının kurucu unsuru olan yargıcın, savcının, avukatın birlikte ürettikleri, yarattıkları, yürüttükleri kolektif bir faaliyettir. Dahası, yargılama faaliyetini demokratikleştiren unsur, avukat ve savunma olmakla, demokratik bu işleyişin sağlanması, ancak ve ancak bu görevin hiçbir engelleme ve tehdit olmaksızın yapılabilmesiyle mümkündür.
Hukuk fakültelerinin sürdürdükleri eğitim modelini gözden geçirmeleri, bu bağlamda avukat yetiştirmeyi de esas alan bir modele geçmeleri gerekir. Bu modelin bugünkü aşamada asgari koşulu Avukatlık Hukukunu seçimlik ders olmaktan çıkarıp esas ders haline getirmektir. Kaldı ki Avukatlık Hukuku sadece avukatın hukuku olmayıp, aynı zamanda yargıcın, savcının da hukukudur. Zira Avukatlık Hukuku, yani avukatın hukuku ve bu hukukun önemi ve işlevi konusunda yeterince bilgi sahibi olmayan yargıç ve savcı yürüttüğü asli görevi de eksik yürütecek, vatandaşın hukukunu korumakla görevli avukatın haklarını kullanması konusunda yardımcı olmayacak ve sonuç itibariyle adaleti tam olarak tesis edemeyecektir.
Hukukbook: Baroların düzenlemiş olduğu etkinlik, toplantı, protesto, eylem ve işlerde avukatların yüksek katılımını sağlamak için neler yapılmalı?
Vedat Ahsen Coşar: Bu hususta hem barolara hem de avukatlara düşen görev ve sorumluluklar vardır. Düzenlenen etkinlik, toplantı, panel ve sempozyumların kaliteli olması, kaliteyi sağlamak için bunların konularının iyi seçilmesi, konuşmacılarının yetkin olması, hep aynı görüşteki kişilerin değil, farklı görüşteki kişilerin konuşmacı olarak davet edilmeleri gerekir. Zira kalite, her zaman ve her yerde davet edicidir, tahrik edicidir. Bunu sağlamak baroların görevidir.
Bu konuda iki örnek vermek isterim. Ankara Barosu’nun her iki yılda bir düzenlediği Uluslararası Hukuk Kurultayları vardır. Benim Ankara Barosu Başkanı olduğum yıllarda, bu konuda üç kurultay düzenlendi. Feminist Hukuku’nun, Anayasa Hukuku’nun, Bilişim Hukuku’nun, Arabuluculuk Kurumunun, Court Management/Adliye Yönetimi gibi değişik disiplinlerin ve kurumların ele alındığı bu üç kurultaya da ilgi ve katılım çok fazla oldu. Yine benim Ankara Barosu Başkanı olduğum dönemde Sağlık Hukuku, Spor Hukuku üzerine düzenlediğimiz etkinliklere ilgi ve katılım da oldukça fazlaydı. Benim başkanlık dönemimde Ankara Barosu’nda bir “Felsefe Kulübü” kurduk. Bu kulübün hemen her ay felsefe üzerine düzenlediği etkinliklerde Ankara Barosu Eğitim Merkezi Konferans Salonu’nda oturacak yer bulunmazdı. Yine bu dönemde kurduğumuz “Sinema Kulübü”nün gösterimlerine ilgi ve katılım da çok yüksekti.
Avukatlar Katılımcı ve Sorumluluk Sahibi Olmalı
“Yönetimle İlgileniniz” Bu maksim Perikles’e ait. Yani bir yönetenin/hükümdarın, yönetilenlere yönelik bir çağrısı bu. Avukatların da bu çağrıya uyması, meslek kuruluşları olan barolarına katkı yapması, barolarının düzenlediği etkinliklere katılması, bu konuda sorumluluk alması gerekir. Aksi durumda, yani avukatların ekseriyetinin yönetimle ilgilenmemesi durumunda, bir azınlık, üstelik niteliksiz bir azınlık duruma hakim olur ve çoğunluğa hükmeder. Bu takdirde avukatların yönetimden şikayetçi olmaya herhalde hiçbir hakkı da olmaz.
Onun için avukatların “baro bizim için ne yapıyor” diye baroyu değil, “biz baro için ne yapıyoruz” diye kendilerini sorgulamaları gerekir. Bu da, bu konuda avukatlara düşen görevdir.
Aynı hususları protesto konusunda da söylemek gerekir. Ama bu tarz eylemlerin doğru zamanda ve haklı konularda yapılması, popülizmden uzak durulması, birilerinin kişisel şovuna dönüştürülmemesi gerekir.
Hukukbook: Mevzuat değişikliklerinde barolar hangi rolü ve etkinlikleri gerçekleştirebilir?
Vedat Ahsen Coşar: Mevzuat konusunda baroların kuyrukçuluk yapmaması, yani her şey olup bittikten sonra tavır almak yerine ön alması, liderlik yapması, mevzuat taraması yapmak suretiyle bu konuda önceden önerilerde bulunması gerekir. Ama bunun için de ülkede, hukuka, hukukçuya, hukuk kuruluşlarına, onların görüş, düşünce ve eleştirilerine önem ve değer veren bir siyasi iktidar olması gerekir.
Hukukbook: Kentsel dönüşüm, kadın hakları, doğa hakları ve toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri gibi sorunların çözümünde baroların nasıl bir görevi ve sorumluluğu olduğuna inanıyorsunuz?
Vedat Ahsen Coşar: Bütün bu konularda elbette barolara düşen önemli görevler ve sorumluluklar vardır. Baroların bu konulardaki en başta gelen görevi kamuoyunu aydınlatmak, bu konularda toplumsal bir farkındalık yaratmak, gerektiğinde davalar açmak, açılmış olan davaları takip etmektir. Gazetelerden, Twitter‘dan takip edebildiğim kadarı ile bunları yapan, hem de iyi yapan barolar var. Aydın Barosu var mesela. Sakarya Barosu var mesela. Ankara, İstanbul Baroları da var. Ama bu barolar bana göre çok daha kısıtlı imkanları ve bütçeleri olan Aydın ve Sakarya Baroları kadar bu konularda aktif ve hareketli değiller.
Hukukbook: Avukatların yaşadığı yargısal sorunlarda baroların görevi ve sorumluluğu nedir? Barolar bu görevlerini yapıyorlar mı?
Vedat Ahsen Coşar: En başta gelen görev ve sorumlulukları, avukatların ve avukatlık mesleğinin arkasında durmalarıdır. Mesleğe, meslektaşlara sahip çıkmalarıdır. Baroların hemen hepsi bu konularda son derece duyarlıdır. Sanıyorum hemen her baroda “Avukat Hakları Merkezi” var. Bu merkezler aracılığı ile avukatların yaşadıkları yargısal sorunları baro yönetimleri takip etmekte, meslektaşlarının haklarına ve mesleğin onuruna sahip çıkmaktadırlar.
Hukukbook: Avukatların yaşadığı mali sorunların çözümü için neler yapılabilir?
Vedat Ahsen Coşar: Avukatlık mesleği burjuva/kent toplumunun mesleğidir. Zira avukatın bütün sermayesi bilgisinden, zamanından ve çevresinden ibarettir. Bilgi ve zaman kent toplumunda değer ifade eder. Bizim gibi feodal özellikleri fazlaca olan toplumlarda, ne yazık ki bunlara çok fazla önem ve değer verilmez. Öyle olduğu için de “Avukat olarak ne yaptın ki, iki üç dilekçe yazdın, duruşmada üç beş söz ettin” diye avukatın emeği, mesaisi, bilgisi küçümsenir.
Bu yönden bakıldığında, avukatların mali sorunlarının çözümü için Türkiye’nin kent toplumu olması, buna bağlı olarak toplumda bir hukuka aidiyet bilincinin yerleşmesi, yani Türkiye’nin bir hukuk devleti olması, bilginin ve zamanın günümüzün en önemli sermayesi olduğunun toplumca kavranılması, halkın ekonomik durumunun düzelmesi, refah düzeyinin yükselmesi, satın alma gücünün artırılması gerekir. Bunlar olmadan, avukatların mali durumunun düzelmesi bence mümkün değildir.
Ben Ankara Barosu Başkanı olduğumda, avukatlara hem gelir temin etmeleri, hem de bilgi ve deneyimlerini artırmaları için “Vasilik Kütüğü”, “Kayyımlık Kütüğü”, “Bilirkişilik Kütüğü” gibi kütükler oluşturmuş, hakimlerle ve Komisyon Başkanıyla görüşmek suretiyle bu görevlere atanacak kişilerin bu kütüklere kayıtlı olan, eğitimden geçirilmek suretiyle sertifikalı yaptığımız avukatlar arasından seçilmesini sağlamıştım. Buna benzer projeler, daha da geliştirilmek, çeşitlendirilmek suretiyle uygulamaya konulabilir.
Yürürlükteki Avukatlık Yasası ile ölü doğan avukatlık ortaklıkları, Avukatlık Yasası yeniden düzenlenmek suretiyle şirketleşmenin yolu açılabilir, işçi avukat yapısı kaldırılır, şirkette çalışan tüm avukatların şirket ortağı olmaları, hem şirket gelirinden pay almaları, hem de fiili çalışmalarının karşılığını almaları sağlanabilir.
Hukuk sigortası sistemi getirilebilir ve bu sigorta aracılığıyla avukatlara iş imkanı sağlanabilir. İşçi avukat deyimini kullanmak istemiyorum, ama bu bir olgu. Bu şekilde çalışan avukatların hakları güvence altına alınabilir, bu konuda avukatlık mesleğine ve onuruna yakışan bir taban ücret getirilebilir. Ben Ankara Barosu Başkanı olduğumda böyle bir düzenleme yapmıştık, ancak bir avukat arkadaşımızın açtığı dava sonunda idari yargı bu düzenlemenin iptaline karar verdi. Ki bu karar, bana göre son derece hatalı bir karardır. Zira mesleğin onurunu, meslek mensuplarının haklarını korumak baroların en başta gelen görevidir. Bu yöndeki düzenleme de, doğrudan bununla ilgilidir.
Bunun dışında, özellikle meslekte tutunamayan gençlere, ben avukatlığa başlarken hakim olan rahmetli babamın bana yaptığı tavsiyesini hatırlatmak isterim. Rahmetli babam bana şöyle demişti ‘eğer bir gün mali yönden zora düşersen avukatlık mesleğini derhal bırak, çünkü avukatlık mesleği suistimale son derece uygun bir meslektir, git pazarda limon sat, ama avukatlık yapma.” Zira zaruret içerisinde mesleğini icra ederse insan, mesleğine ihanet edebilir. Onun için Sait Faik “mesleğe ihanetle başlar her şey” demiştir. Zira meslek sahibi olanlar için pek çok şey mesleğe ihanet ile başlar, mesleğine ihanet eden insan giderek ülkesine, meslek örgütüne, arkadaşlarına, dostlarına da ihanet eder.
Hukukbook: Barolar, Mevcut düzenlemeler çerçevesinde Asgari Ücret Tarifesine uyumun sağlanması konusunda ne gibi çalışmalar yapabilir?
Vedat Ahsen Coşar: Bu konuda baroların denetim mekanizmasını ciddi şekilde çalıştırması, şikayetler olduğunda disiplin hükümlerini ödünsüz olarak uygulaması gerekir. Ama bu konuda en büyük görev ve sorumluluk avukatlara aittir. Avukatların mesleki dayanışma gereği olarak ve haksız rekabete neden olmamak için, tarifenin altında iş almamaları, meslektaşlarının haklarına saygılı olmaları, bu konuda meslek etiğine bağlı hareket etmeleri, bu terbiyeyi ve kültürü edinmeleri gerekir.
Hukukbook: Geçmişteki tecrübelerinize dayanarak soruyoruz, barolar, siyasetle mesafesini kendi görev ve sorumluluk dengesi içinde dengeli bir şekilde götürebiliyorlar mı? Baroların hukuk, siyaset ve hizmet politikası nasıl olmalıdır? Mevcut sıkıntılar çerçevesinde cevap verebilir misiniz?
Vedat Ahsen Coşar: Genel olarak götürüyorlar. Bir kaç istisna dışında götürüyorlar. “İnsan siyasal bir hayvandır” diyor Aristo. Bu bağlamda, insanların, onların oluşturduğu yapılar olan sivil toplum kuruluşlarının, baroların ve diğer meslek kuruluşlarının, siyasetin dışında kalmaları elbette düşünülemez. Zira siyaset kurumu yaptıklarıyla, yapmadıklarıyla hepimizin hayatını olumlu ya da olumsuz yönde etkiliyor. Bu yönden bakıldığında gerek siyaset kurumu, gerekse yönetim işi elbette ve sadece profesyonel siyasetçilerin tekelinde değildir. Aksine her yurttaşın, her meslek mensubunun, her meslek kuruluşunun ilgi alanı içindedir ve ilgi alanı içinde de olmalıdır.
Daha önce sözünü ettiğim Perikles’in “yönetimle ilgileniniz” özdeyişi bu konuda da geçerlidir. Özellikle meslek kuruluşlarının, baroların siyasetle olan ilişkilerini sürdürürken dikkat etmeleri gereken husus, günlük politikanın dışında kalmak, bir siyasi kuruluşun ön veya arka bahçesi olmamak, böyle bir görüntü vermemek, toplumda böyle bir algı yaratmamak, meslek örgütünü yönetimdeki kişilerin kendi siyasi amaçlarının aracı yapmalarına izin ve imkan vermemektir. Zira meslek kuruluşu olarak baroların öncelikli işlevi ve görevi kendi işini yapması, kendi işini iyi yapması, kendi asli görevlerine odaklanması, üstüne vazife olmayan konulara dahil olmaması, durumdan kendisine vazife çıkarmamasıdır. Orkestra müzik yapar, hastane hastaları tedavi eder. Orkestra hasta tedavi etmeye, hastane de müzik yapmaya kalkarsa işleri berbat eder.
Devletin En Önemli Vasfı Hukuktur
Devletin, devlet kavramının ve kurumunun geçirdiği evreler var. Bekçi devlet, dadı devlet, devlet baba, sosyal devlet, refah devleti ve benzerleri gibi aşamalar var. Günümüzde devletin en önemli vasfı hukuktur. Hukuk devleti olmasıdır. Bu birincisi. İkincisi günümüzün devleti “teknik devlet” olmalıdır. Teknik devlet, vatandaşın günlük yaşantısını kolaylaştıran ve güzelleştiren devlet demektir. Esasen devlet bunun için vardır.
Vatandaşın günlük yaşantısını kolaylaştırmak ve güzelleştirmek işlevi hukuku da kapsar. Zira hukuk olmadan, hukuk devleti olunmadan bunun gerçekleşmesi, teknik devlet olunması mümkün değildir. Buna göre devlet bir hizmet organizasyonudur, yurttaşlarına hizmet etmek için vardır. Yani Hegel’in “kutsal devlet” anlayışı, devleti kutsaması çok ama çok gerilerde kalmıştır. Eğer devleti böyle görürseniz, devleti baba olarak, dadı olarak, bekçi olarak görürseniz ve kutsarsanız, o zaman, o devlete sizi dövmek hakkını, size terbiye etmek yetkisini de verirsiniz.
Teknik devlet-hukuk devleti anlayışında vatandaşlar kendi işlerini kendileri görürler, devlet onların kendi işlerini yapmalarının vasatını hazırlar, her alanda ve konuda standartları tespit eder, bunları takip eder, vatandaşlar arasında eşitliği, adaleti sağlar, iş hayatında haksız rekabete izin ve imkan vermez. Teknik devlet-hukuk devleti vatandaşın huzurunu, güvenliğini, can ve mal emniyetini sağlar. Bağımsız ve tarafsız yargı eliyle en önemli işlevi ve görevi olan adaleti gerçekleştirir.
Siyasi İktidarla Diyalog İçinde Olunmalı
Bütün bunların hayata geçirilebilmesi için öncelikle yapılması gereken, hükumetle, siyasi iktidarla kavga etmek değil, aksine diyalog içerisinde olmayı gerektirir. Ben, gerek Ankara Barosu Başkanı olduğum dönemde, gerekse Birlik Başkanlığı dönemimde “müzakere alanını hiç terk etmedim” ve siyasi iktidarla her zaman medeni bir diyalog içerisinde oldum. Bundan dolayı haksız şekilde suçlandım, eleştirildim, ama doğruluğuna inandığım bu yolda ısrarla yürüdüm.
Benim kendileri gibi düşünmediğimi, siyasi görüşümün farklı olduğunu bilmelerine ve yeri geldiğinde hükümetin tasarruflarını eleştirmeme rağmen, temas ettiğim hiçbir hükumet yetkilisinden olumsuz bir tavır görmedim. Aksine arabuluculuk, avukat stajyerlerinin sağlık güvencesi kapsamına alınmaları, primlerinin Barolar Birliği tarafından ödenmesi ve yine ödenecek sigorta primlerine kaynak olmak üzere vekâlet pulu bedeline %5 oranında artış yapılması, (buna ilişkin yasa teklifi AK Parti İstanbul Milletvekili Kadir Tıngıroğlu tarafından benimle görüşülerek verilmiştir) UYAP’tan avukatların ücretsiz olarak yararlanmaları, UYAP üzerinden tapu, taşıt, nüfus, SGK gibi sorgulamaların avukatlara açılması, Kat Mülkiyeti Yasasında değişiklik yapılmak suretiyle tapuda mesken olarak kayıtlı avukat bürolarının kullanılmasındaki yasal sıkıntının giderilmesi gibi konularda çözüm bulunmuştur.
Staj kredi borçları ile baro aidat borçlarının yeniden yapılandırılması, belediyelerin avukat bürolarından iş yeri açma izni/ruhsatı istemeleri uygulamasına son verilmesi, duruşma salonlarına ve avukatların/yurttaşların önüne monitörlerin yerleştirilmesine izin ve imkan verilmesi, Katma Değer Vergisi Kanunu ile Gelir Vergisi Kanunu arasındaki çelişkili düzenlemeden kaynaklanan ve pek çok meslektaşımızın mağduriyetine neden olan sorunun Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığının 2010/1 sıra no’lu Vergi Denetimi ve Koordinasyonu İç Genelgesi ile çözümlenmesi, Kalem Yönetmeliğinin 45.maddesinde avukatların lehine değişiklik yapılması gibi pek çok sorunun çözülmesinde bu diyaloğun yararı olmuştur. Bütün bu ve başkaca sorunların çözüme bağlanmasında, dönemin Adalet Bakanı Sayın Sadullah Ergin’in, Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek’in, AK Parti Grup Başkan Vekili Sayın Bekir Bozdağ’ın, Adalet Komisyonu Başkanı Sayın Ahmet İyimaya’nın çok büyük yardımlarını ve desteklerini gördüm.
Şimdi yeri geldiği için bu konuyla ilgili bir anımı da paylaşmak isterim. 2010 yılı Aralık ayı içinde dönemin Türkiye Barolar Birliği Başkan Yardımcısı Talay Şenol ile birlikte o tarihte Başbakan olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı ziyarete gittik. Bizi Başbakanlık Konutunda karşılayan ve ağırlayan dönemin Başbakanıyla yaptığımız bu görüşmede, dönemin Adalet Bakanı Sayın Sadullah Ergin de vardı. Gündeminin oldukça yoğun olmasına rağmen, bize uzunca bir zaman ayıran Erdoğan ile görüşmemiz son derece sıcak bir atmosferde geçti. Erdoğan bize karşı son derece nazik ve sıcak davrandı. Samimi bir görüşme oldu. Bizi dikkatle dinleyen, söylediklerimize ilgi gösteren Erdoğan bende iyi bir dinleyici izlenimi bıraktı. Bazı genel konular hakkında konuştuktan sonra, Türkiye’nin ve avukatların yeni bir Avukatlık Yasası’na ihtiyacı olduğunu, mevcut yasanın geçen zaman içerisinde büyük ölçüde eskidiğini, Barolar Birliği olarak yeni bir yasa taslağı üzerinde çalıştığımızı, bu taslağın yasalaşması konusunda kendilerinden destek ve yardım talep etmek için geldiğimizi ifade ettim.
Avukatlık Mesleğinin ve Hukuk Eğitiminin Sorunları Herkesin Sorunudur
Avukatlık mesleğine ve hukuk eğitimine dair sorunların sadece baroların ve avukatların sorunu olmadığını, ülkenin önemli sorunlarından birisi olduğunu, her alanda kaliteli ve nitelikli avukatlara ihtiyaç bulunduğunu söyleyen Erdoğan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Türkiye’nin taraf olduğu davalarda bunun sıkıntısını ülke olarak fazlaca yaşadıklarını ifade etti ve devamla; “Hukuk eğitimini yeniden yapılandırmak, hukuk fakültelerini Anglo-Saksonlarda olduğu gibi ikinci fakülte haline getirmek gerekir. Ben Avukatlık Sınavı’na karşı değilim, aksine avukatlık mesleğine girişin sınavla olması gerektiği düşüncesindeyim. Yeni bir Avukatlık Yasası’nın çıkarılması konusunda her türlü desteği veririm. Ancak bu yasama döneminde olmaz. Meclisin gündemi çok dolu. Muhalefet destek verirse bu yasama döneminde Türk Ticaret Yasası ile Türk Borçlar Yasası tasarılarını kanunlaştırmayı hedefliyoruz. Ondan sonra da Meclis Haziran ayında yapmayı planladığımız seçim sürecine ve tatile girecek. Seçimlerden yine iktidar olarak çıkarsak önümüzdeki yasama dönemi için size her türlü desteği veririm” dedi.
Başbakan, avukatlık sınavının getirilmesi durumunda bunun hukuk fakültesinde halen okumakta olan öğrencileri kapsayıp kapsamayacağı konusunda ne düşündüğümüzü sordu. Ben de cevaben: “bizim isteğimiz kanunun yürürlüğe girer girmez uygulanması, yani halen hukuk fakültesi öğrencilerini kapsaması yönündedir, ama siyasi iradenin tercihinin aksi olması durumunda, buna saygı duymak dışında yapabileceğimiz bir şey olmadığını, hukukta kazanılmış hak dışında beklenen hak diye de bir ilke olduğunu, bu konuda halen hukuk fakültesi öğrencileri için kazanılmış hak durumunun söz konusu olmadığını, ama beklenen hak durumunun söz konusu olabileceğini, zira öğrencinin ben sınav olacağını bilseydim hukuk fakültesini gitmezdim şeklinde düşünebileceğini, bunun da beklenen hak kapsamında kabul edilebileceğini’ söyledim.
Bize zaman ayırdığı ve ilgi gösterdiği için kendisine teşekkür ettik ve ayrıldık.
Avukatlar ve Barolar Kendi Sorunlarının Çözümünde Mutabakat Sağlamalı
Dönemin Başbakanı Erdoğan ile bir daha bir görüşmemiz olmadı. Bunun en başta gelen nedeni, Türkiye Barolar Birliği olarak bizim hazırlamakta olduğumuz yeni Avukatlık Kanunu taslağı üzerinde, kendi aramızda ve dönemin baro başkanları arasında bir mutabakat sağlayamamış olmamız gelir. Mutabakat sağlayamamamızın en başta gelen nedeni, bazı baro başkanlarının “biz AK Parti’ye Avukatlık Kanunu hazırlatmayız” şeklindeki olumsuz tavır ve yaklaşımlarıdır. Ve hatta bu tavıra, o tarihte Düzce Barosu Başkanı olan Ali Dilber, “Peki AK Parti 30 yıl iktidarda kalsa, biz yeni bir Avukatlık Kanunu için 30 yıl bekleyecek miyiz?” diyerek tepki gösterdi.
Sayın Cemil Çiçek Adalet Bakanı iken “yeni bir Avukatlık Kanunu’nu hazırlayın getirin kanunlaştıralım” dedi, ama aynı yaklaşım o zaman da mevcut olduğu için o dönemde de bir şey yapılamadı. Kendi içinde yeni Avukatlık Kanunu konusunda mutabakat sağlayamamış bir kurum olarak, Başbakan’dan bize verdiği sözü yerine getirmesini istemek üzere görüşmeye gitmek, şahsen bana ters geldiği için, görev yaptığım süre içinde bu konuda bir daha girişimde bulunmadım. O günden bugüne yaklaşık 8 yıl geçti ve biz hala yeni bir Avukatlık Yasası’nın yapılmasını bekliyoruz.
Evet! Nereden nereye, nerelere geldik!
Bütün bunları baroların da kendilerini “teknik baro” olarak örgütlemeleri gerektiğini ifade etmek için söyledim. Teknik baro avukatların adliyelerdeki işini kolaylaştıran, güzelleştiren barodur. Buna göre, baroların hizmet politikaları da bu anlayışa uygun olmalı, meslekle, meslektaşlarla ilgili olmalı, bu konuda projeler üretmeye, yürütmeye ve uygulamaya yönelik olmalıdır.
Avukatlık Mesleğinin İcrasındaki Özgürlükler Hakkında Tavsiye Kararı
Hukukbook: Baro başkanlığı ve Barolar Birliği başkanlığı dönemlerinden örnekler verir misiniz?
Vedat Ahsen Coşar: Ben hem Ankara Barosu Başkanlıklarımda, hem de Barolar Birliği Başkanlığımda bunu yapmaya çalıştım. Aşağıda ayrıca yer vereceğim üzere, duruşma salonlarında avukatların önlerine duruşma tutanaklarını takip edebilmeleri için LCD monitörleri ilk kez Ankara Barosu’nda biz koyduk, bunun için koyduk. Günümüzde kullanılan akıllı avukatlık kimlik kartlarını, avukatların adliye girişlerinde polisle muhatap olmadan turnikelerden geçerek rahat şekilde giriş yapmalarını, bu kartları UYAP’a entegre etmek suretiyle adliyelere gitmeden dava açabilmelerini, dilekçelerini gönderebilmelerini, harç, bilirkişi ücreti yatırabilmelerini bu amaçla biz icat ettik.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin ortaklıklarından olan ve “Gazilere ve Şehitlere” yardım amacıyla kurulan TürkTrust şirketiyle 15 Aralık 2010 tarihinde bağıtladığımız sözleşme ile ‘elektronik imza’ üretimine bunun için geçtik. 5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu’na uygun nitelikte elektronik imza ve mobil imza uyumlu kimlik tanıma sisteminin kurulumunu bu amaçla biz sağladık, bunu UBAP (Ulusal Baro Ağı Projesi) sistemine aynı nedenle entegre ettik.
Ocak 2011 tarihinde, tüm barolarımıza bedeli Türkiye Barolar Birliği tarafından ödenmek üzere Volkswagen Transporter marka/model 8+1 kapasiteli hizmet aracı alınmasına ilişkin projeyi bu amaçla başlattık. Yaklaşık 15 aylık bir süre içerisinde, o tarihte 78 olan tüm barolarımıza hizmet araçlarını bunun için teslim ettik.
02 Mayıs 2011 tarihinde Adalet Bakanlığı ile UYAP sisteminde yer alan hususlarla ilgili olarak ‘Veri Erişim, Paylaşım ve Kullanım Esaslarına Dair Protokol’ünü bunun için düzenledik. Bu protokolle UBAP Projesi kapsamında bulunan ve avukatlar için büyük önem taşıyan Mernis Adres Kayıt Sistemi, Tapu, Motorlu Taşıt, Emniyet, SGK gibi kayıt bilgilerinin avukatların erişimine açılmasını, avukatların mesleki mazeretlerini UYAP sistemi üzerinden elektronik ortamda göndermelerini, avukatların UYAP aracılığıyla haciz bilgilerine erişebilmelerini, unvan benzerliği olan şirketlerin arabalarına ve mallarına konulan haksız haciz işlemlerinin önüne geçilmesini biz sağladık.
Avukatlar ile UYAP’ın Entegrasyonunu Biz Sağladık
Avukatlara UYAP’taki tüm dosya verilerinden yola çıkılarak yüksek vergi cezalarının kesilmesine yol açan yanlış uygulamaların önlenmesini, avukatlara yapılacak tebligatların Mernis’te kayıtlı konut adreslerine değil, işyeri adreslerine yapılmasını, UYAP’a entegre edilen UBAP’ı biz kurduk, UYAP Avukat Portalına girişte mobil imza, elektronik imza, e-devlet üzerinden yapılan girişlere UBAP üzerinden Avukatlık Kimliği/Barokart ile giriş yapılmasının eklenmesini, UYAP Avukat Portalı genel bilgiler bölümünde avukatın adres ve iletişim bilgilerinin görünmesini, avukatlara kendileriyle ilgili bilgilerin doğruluğunu teyit edebilme ve bilgilerini güncelleyebilme olanağını, UYAP Avukat Portalında ve barolarla TBB’de tutulan avukat sicil ve iletişim adres bilgilerinin senkronize edilerek tek tipleştirilmesini de biz sağladık.
UYAP Sistemi üzerinden Duruşma Takip ve Safahat bölümünde avukatın dosyalarının görüntülendiği sorgu sonuç ekranında ilgili dosyaya hemen ulaşabilmesi için bağlantı ve kısa yol tanımlaması yapılmasını, avukatın vekâleti olan dosyalara ve vekâleti olmayan dosyalara erişimindeki yöntem sorunlarının kanun değişikliği yaparak çözümlenmesini, güncelliğini yitiren UYAP E-Takip uygulamasının güncellenmesini ve avukatların ihtiyaçlarına cevap verecek biçimde yeniden düzenlenmesini, internetten dava açma-harç ve yargılama giderlerinin yatırılması hususlarında mevcut sorunların giderilmesini, IP bazlı Çağrı Merkezini hizmete açmak suretiyle Barolar ve Türkiye Barolar Birliği arasında güvenli ve ücretsiz olarak telefon bağlantısı yapılmasını teknik baro anlayışımızın gereği olarak biz sağladık.
Hukukbook: Geçmişteki durum bilinmediğinde bu uygulamalar bugün sıradan bulunabilir. Başka neler yaptınız?
Vedat Ahsen Coşar: Barolar Birliği başkanlığım döneminde, 46 baromuza ücretsiz olarak, güvenliği sağlanmış, altyapısı hazır, baro personeli tarafından kullanılabilecek basitlikte, son derece işlevsel nitelikte WEB sayfası tasarımını aynı nedenle yine biz yaptık.
Barolar arasında herhangi bir ayrım yapmadan, baro bina ve odalarının tefrişi için barolara tefrişat/donanım yardımını bunun için yaptık.
Çok kolay biçimde kopyalanmasının mümkün olması nedeniyle Avukatlık Kimlik Kartlarını, yüksek güvenlikli, akıllı, iki adet çipli, manyetik şeritli, yedi adet görsel kopya korumalı, hologramlı biçimde ve ‘tek kart çok hizmet’ anlayışıyla biz modernize ettik.
79 il barosuna POS terminalini hizmet odaklı anlayışımızın gereği olarak biz kurduk.
12.2012 itibariyle 6286 Hukuk Bürosu/avukat, 21837 müvekkil ile 26823 dosyanın kayıtlı olduğu Corpus Mevzuat ve İçtihat Programı içeren Sanal Ofis uygulamasını bu nedenle biz başlattık. Bu uygulamanın UBAP (Ulusal Baro Ağı Projesi) sistemine entegrasyonunu aynı amaçla biz yaptık.
Bakıma ihtiyaç duyan avukatların huzurevi ve bakım evi ihtiyacının karşılanmasını, hastalık, malullük gibi nedenlerle çalışamayan ihtiyaç sahibi emekli avukatlara düzenli ve sürekli ek emeklilik geliri verilmesini, tedavi gören avukatların sağlık giderlerinin doğrudan SYDF tarafından hizmet alınan hastaneye ödenmesini sağlayan özel hastane anlaşmalarının iller düzeyinde yapılmasını uygulamaya avukatlara sağlık hizmet götürebilmek amacıyla biz yürürlüğe koyduk.
Yurtiçi Kargo şirketiyle yaptığımız anlaşma çerçevesinde, bu şirketin verdiği kargo hizmetlerinde avukatlara %40 oranında indirim yapılmasını, temel motivasyonumuz hizmet olduğu için biz yaptık.
Barolarımıza hizmet vermek üzere teknik servisi aynı nedenle biz kurduk.
Tüm barolarımıza VPN bağlantısı (Sanal Ağ Kurulumu) kurmak suretiyle Türkiye Barolar Birliği ve kendi aralarında ücretsiz ve güvenli telefon görüşmeleri yapmalarını bu amaçla biz sağladık.
Bilgi İşlem Merkezimiz tarafından Avukatlara av. tr. uzantılı kişisel web sayfası yapımını biz başlattık, görev süremiz içinde 250’ye yakın meslektaşımıza web sayfasını bunun için yaptık.
444 22 76 numaralı Çağrı Merkezi’ni kurduk ve bu merkezi UBAP (Baro Ağı Projesi) sistemine entegre ederek bu merkeze Türkiye’nin her yerinden alan kodu kullanılmaksızın ulaşılmasını biz sağladık.
Sahte vekâlet pulu basımının önüne geçilmesi, meslektaşlarımızın vekâlet puluna daha kolay erişimlerinin sağlanması amacıyla elektronik pul uygulamasına biz geçtik. Elektronik pul uygulamasının UYAP ve UBAP ile entegrasyonunu biz sağladık.
On-Line Eğitim için gerekli olan Adobe Connect yazılım lisansını biz aldık. On-Line Eğitime geçişin alt yapısını biz kurduk.
İnternet üzerinden canlı ve bant yayını yapan TBB-TV ve TBB-RADYO’yu biz kurduk ve hizmete açtık.
Türkiye’de ilk ve hala tek olan ‘Türkiye Barolar Birliği Hukuk Müzesi’ni biz gerçekleştirdik.
Barolarımız tarafından ücret ödenmek suretiyle kullanılan farklı CMK programlarına alternatif CMK otomasyon programı yazılımını motivasyonumuz hizmet olduğu için biz yaptırdık ve bu programı ücretsiz olarak 47 baromuzun kullanımına sunduk.
Barolarımız tarafından ücret ödenmek suretiyle kullanılan farklı Adli Yardım programlarına alternatif Adli Yardım otomasyon programı yazdırılmasını ve bu programın 43 baromuzun kullanımına ücretsiz sunulmasını biz sağladık.
Doküman Yönetimi Sistemiyle ilgili yaptırdığımız yazılımı barolarımızın hizmetine ücretsiz olarak biz sunduk.
Mahkemelerin duruşma salonlarında taraf vekillerinin masalarında kullanılmak üzere 35 baro bölgesinde 983 adet LCD monitörü hizmet anlayışımızın gereği olarak biz kurduk. Bu sistemin İçişleri Bakanlığı Kimlik Paylaşım Sistemi ile entegrasyonun yapılmasını, yenilenen versiyon 2 ile uyumlu hale getirilmesini biz gerçekleştirdik.
Isparta, Mersin, Rize, Karaman, Diyarbakır, Tokat, Sinop, Bitlis, Burdur, Hatay (İskenderun), Giresun, Ordu, Kütahya, Burdur, Niğde, Yalova, Amasya, Düzce, Sakarya, Karabük, Samsun, Kastamonu, Kayseri, Sivas, Şırnak, Tunceli Barolarımıza Avukat Evi/Sosyal Tesis/Hizmet Binası satın aldık ve bunları hizmete açtık. Mardin ve Iğdır’da Avukat Evi/Sosyal Tesis/Hizmet Binası inşaatlarını tamamlayarak bunların hizmete girmesini biz gerçekleştirdik.
Eskişehir Barosu, Konya Barosu, Kahramanmaraş Barosu Sosyal Tesis/Avukat Evi/Hizmet Binalarının inşaatına biz başladık.
Muğla, Niğde, Uşak Çorum, Manisa, Artvin ve Balıkesir Barolarına Avukat Evi/Sosyal Tesis/Hizmet Binası yapımı için arsayı biz satın aldık.
Erzurum Barosu’na ait Sosyal Tesisin/Avukat Evinin/Hizmet Binasının ilave inşaatının yapımını biz başlattık ve tamamladık.
Erzincan, Düzce, Bilecik Barolarının Avukat Evi/Sosyal Tesis/Hizmet Binası sahibi olmalarına ve bunların tefriş edilmelerine biz katkıda bulunduk.
Hukukbook: Bütün bunları sayarken bir serzenişte mi bulunuyorsunuz?
Vedat Ahsen Coşar: Bütün bunları ve uzatmamak için saymadığım çok sayıdaki başkaca hizmetleri, benim 1076 günlük görev sürem içerisinde yaptık. Hizmet odaklı olduğumuz için, teknik baro anlayışına sahip bulunduğumuz için, mesleğimize, meslektaşlarımıza, meslek örgütümüze hizmet etmek için yaptık bütün bunları.
Neden mi söylüyorum bunları? Teknik baro nasıl olur, nasıl hizmet verir anlaşılsın diye söylüyorum.
Hepsi bu kadar ve bunlardan ibaret değil elbette. Daha fazlası, çok daha fazlası var. Sözü uzatmamak için bunları söylemedim. Ankara Barosu’nda yaptığımız çok sayıdaki sıra dışı hizmetleri de aynı nedenle söylemedim..
Bizim bütün bu hizmetleri yaptığımız zamanlarda “dik baro istiyorum” diye ortalıkta dolaşanların, şimdilerde yaptıklarını, yapmadıklarını, yapamadıklarını görünce, ister istemez acı bir gülümseme doluyor içime.
O zaman, arkadaşlarımızla birlikte yaptıklarımıza, hizmetlerimize, arkamızda bıraktığımız eserlere sığınıyor ve Özdemir Asaf’ın şu güzel dizeleriyle teselli buluyorum:
“Geçse de umudun baharı yazı
Gözlerde kalıyor yaşanmış izi,
Kimseler kınamaz burada bizi
Ne varsa hesabı öder gideriz
Söyleyecek sözü olan anlatsın
İsterse içine yalan da katsın
Yeter ki kendinden bizden söz etsin
Yalanı doğruyu sezer gideriz
Neler gördük neler bu güne kadar
Daha gidilecek yerlerimiz var
Bizi buralarda unutamazlar
Kalacak bir türkü söyler gideriz”
Biz de o türküyü söyledik ve gittik.
Baroların nasıl bir hukuk politikası izlemeleri gerektiği hususunu, daha önceki sorunuzda cevaplandırdığım için bunu burada bir kez daha tekrarlamak istemiyorum. Bu bölümde ve kısaca tekrar söylemek gerekir ise, şunu demek gerekir. Nerede bir haksızlık var ise, hukuksuzluk var ise, insan hakları, adil yargılama ihlali var ise, baroların orada olmaları, ses vermeleri gerekir.
Arabuluculuk Merkezlerini Sadece Barolar Açmalı
Hukukbook: Avukatlık kanunu çerçevesinde önemli sayıda avukatın yapmakta olduğu arabuluculuk mesleğine nasıl bakıyorsunuz? Arabuluculara ve çeşitli kişi ve kurumların açtığı Arabuluculuk Merkezlerine bakış açınız nedir?
Vedat Ahsen Coşar: Önce şunu söyleyeyim, baroların dışındaki bazı derneklerin ve kuruluşların arabuluculuk merkezi açmalarına karşıyım. Ama hayat boşluk tanımaz. Barolar bu kuruma sahip çıkmayınca, bu alanda oluşan boşluğu başkaca kuruluşlar doldurur.
Arabuluculuk kurumuna ise karşı değilim. Neden mi karşı değilim? Kluwer Law International tarafından basılan, editörlüğünü Arnold Ingen Housz’in yaptığı ‘ADR In Business’ isimli kitapta yer verilen bilgilerden ve yine Stephan Covey’in kitaplarında yer alan bilgilerden de istifade ederek anlatayım.
Biz avukatların, mesleklerinin gereği olarak uyguladıkları, yaşadıkları, tecrübe ettikleri, biriktirdikleri için çok iyi bildikleri üzere, anlaşmazlık, uyuşmazlık, çatışma insanlara özgü bir durum ve toplumsal bir olgudur. Böyle olduğu ve çoğu zaman bunu önlemek mümkün olmadığı için, kendi kadim tarihleri boyunca insanlar aralarındaki uyuşmazlıkları çözmek amacıyla değişik yöntemler ve araçlar geliştirmişlerdir. Her toplumun kendi dinamiklerine, koşullarına, toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel yapısına göre değişiklik gösteren bu yöntemleri ve araçları: müzakere, uzlaşma, arabuluculuk, tahkim, mahkeme biçiminde sınıflandırabiliriz.
Bu araçların içinde en geleneksel olanı ve dolayısıyla en çok bilineni, dava açmak, yani mahkemeye başvurmaktır. Sorunları ve anlaşmazlıkları çözmek için mahkemeye başvurmak, yani dava açmak hepimizin bildiği, gerektiğinde başvurduğu hak arama araçlarından birisi ve hatta en çok kullanılanıdır.
İhtilafların çoğalmasına, çeşitlenmesine, hukukta yeni disiplinlerin ortaya çıkmasına, bunların hepsinin ayrı uzmanlıkları gerektirmesine ve mahkemelerin bu ihtilafları çözmekte yetersiz kalmalarına bağlı olarak ve zaman içerisinde yeni ihtilaf çözme araçları geliştirilmiştir. Genel olarak Alternatif Uyuşmazlık Çözümü olarak isimlendirilen bu kurumun öngördüğü bu araçları tahkim, uzlaşma ve arabuluculuk olarak isimlendiriyoruz.
Uzlaşma ve Arabuluculuk Yeni Bir Uygulama Değildir
Bu yöntemlerden uzlaşma ve arabuluculuk, bir kazananı, bir kaybedeni bulunan geleneksel çatışma çözümlerinden olan mahkemeye gitmenin, yani dava açmanın dışında kalan ve ‘kazan kazan’ ilkesine dayanan seçeneklerdir. Uyuşmazlıkları bu araçlarla çözmeye çalışmak, dava açmanın taraflar üzerinde yaratacağı gerilimi tamamıyla ortadan kaldırmanın kesin bir yolu olmasa da, ilişkileri iyileştirmenin, yumuşatmanın, buna bağlı olarak toplumsal barışı tesis etmenin ve sürdürmenin bir yolu olabilir. Öyle ki, çatışma temelli dava açmakla kıyaslandığında, gerek arabuluculuk, gerekse uzlaşma, tarafları çok daha az yıpratarak, çok daha hızlı ve çok daha ucuz sonuçlar üretebilir.
Günümüzde gerek sayısal yönden, gerekse çeşitlilik yönünden çok fazla artan, bu artışa bağlı olarak çözüme, yani karara bağlanması son derece zorlaşan, yanı sıra oldukça uzun zaman alan ve masraflı olan hukuki uyuşmazlıkların çözüme bağlanmasında geleneksel yol ve araç niteliği taşıyan mahkemeye başvurmanın yerine alternatif bir ihtilaf çözüm aracı olarak ikame edilen uzlaşma ve arabuluculuk kurumları, her ne kadar yeni bir yol, yöntem ve araç gibi görülmekte, gösterilmekte ve öyle bilinmekte ise de, gerek bizim tarihimiz ve hukukumuz, gerekse yabancı toplumlar ve hukuk sistemleri yönünden pek o kadar yeni değildir. Aksine, çok eski zamanlardan bu yana bilinen, uygulanan, sonra unutulan ve bir zaman sonra hatırlandığı için yeniden uygulanmak üzere geri çağrılan bir yol, yöntem, araç ve kurumdur.
Hukukbook: Türk Hukuk Sistemine yeni girdi ama…
Vedat Ahsen Coşar: Bu bağlamda ve hemen işaret etmek gerekir ki, temeli “sulha’, yani ‘dostane çözüme’ dayanan uzlaşma ve arabuluculuk kurumları, bizim hukukumuz yönünden yeni değildir. Şöyle ki, Mecelle’nin ‘Bi’t-terâzî nizâ’ı ref’ eden bir akiddir ki, icab ve kabul ile mün’akid olur’ hükmünü taşıyan 1531.maddesi, tarafların karşılıklı kabulleri sonucu oluşan sulh sözleşmesi ile taraflar arasındaki ihtilafların ortadan kaldırılmasını öngörmekte ve bu çözüm araçlarını kurumsallaştırmaktadır.
Günümüzün önemli kuruluşlarından olan, sadece devletler düzeyinde değil, Avrupa Birliği Parlamentosundan Uluslararası Barolar Birliği’ne kadar uzanan çok geniş bir alanda kurulu bulunan ve ‘Yurttaşların kamu kurumlarına karşı olan haklarını savunmak ve arabuluculuk yapmak üzere atanmış kamu görevlisi olarak tanımlanan ombudsmanlık kurumu’, Poltova Savaşında yenik düştükten sonra Osmanlı’ya sığınan ve beş yıl süreyle Osmanlı’da kalan İsveç Kralı XII. Charles’ın tarafından, Osmanlı’nın önemli kurumlarından olan, bu bağlamda halkın birbirleriyle ve devletle aralarındaki ihtilafların çözümüne aracılık eden Kazaskerlik/Kadıaskerlik kurumundan esinlenilerek kurulmuştur.
Yine gerek Selçuklu, gerekse Osmanlı toplumlarında 13. yüzyıldan sonra iktisadi, sosyal, kültürel ve mesleki alanlarda önemli işlevleri yerine getiren, bu bağlamda meslek mensuplarının kendi aralarında ya da devletle aralarında çıkan ihtilafların çözüme bağlanmasında aracılık yapan Ahilik teşkilatı da bir uzlaşma ve arabuluculuk kurumudur.
Cumhuriyetin kurulmasından hemen sonra yürürlüğe giren 18 Mart 1924 tarihli, 442 sayılı Köy Kanunu’nun ‘İhtiyar meclisleri köylünün iki tarafın uzlaşması ile bitirilebilen her türlü işlerini görürler’ hükmünü taşıyan 53.maddesi bir sulh maddesidir ve bu sulhu sağlamakla görevlendirilen köy ihtiyar meclisleri de birer arabulucu kurumudurlar.
Aynı şekilde 15 Temmuz 1963 tarihli ve 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu’nun 22, 22 ve 23.maddelerinde düzenlenen arabuluculuk kurumuna, daha sonra bu kanunun yerine yürürlüğe konulan 05 Mayıs 1983 tarihli, 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun 22.maddesinde ve bu kanunun yürürlükten kaldırılması sonrasında yürürlüğe konulan 18 Ekim 2012 tarih, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun 50.maddesinde yer verilmiştir.
19 Mart 1969 tarihli, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun ‘Uzlaşma Sağlama’ başlığını taşıyan 35/A maddesi uzlaşmayı öngörmekte ve bu hususta taraf avukatlarına görev ve sorumluluk yüklemektedir. Aynı kanunun 95/5.maddesi ise, Baro Yönetim Kurullarına, avukatlar arasında, avukatlarla avukatlık ortaklıkları, avukatlık ortaklığının ortakları arasında ve bunlarla iş sahipleri arasında çıkan anlaşmazlıklarda istek üzerine aracılık etmek ve arabulmak, ücret uyuşmazlıklarında ise sulha davet etmek görevlerini vermektedir.
Arabuluculuk kurumu sadece pozitif hukukta yer verilen bir kurum olmayıp aynı zamanda dinler tarafından da önem, değer ve yer verilen bir kurumdur. Yeni Ahit’te, yani İncil’de yer alan ‘Uzlaştırıcılar kutsaldır, onun için onlara Tanrı’nın çocukları denecektir.’ hükmü bunu doğruladığı gibi, İslam hukukunun temel araçlardan birisinin sulh olması da bunu doğrulamaktadır. Öyle ki, ‘Eğer karı kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem/arabulucu, kadının ailesinden bir hakem/arabulucu gönderin. (Karı-koca) barışmak isterlerse Allah aralarını bulur…’ diyen Nisa Suresi’nin 35.ayeti ve yine ‘Kim iyi bir işte aracılık ederse, ona, onun sevabından bir pay vardır; kim kötü bir şeyde aracılık yaparsa, ona, o kötülükten bir pay vardır…’ diyen aynı surenin 85.ayeti, İslam Hukuku’nun sulha, yani uzlaşmaya ve anlaşmaya değer ve yer verdiğinin en önemli kanıtıdır.
Anadolu Aleviliği’nin sosyal ve dinsel yapılanmasında temel öneme sahip kurumlarının başında gelen, Dede Korkut örneğinde olduğu gibi kökü Orta Asya’ya ve daha henüz İslam dininin ortaya çıkmasından önceki döneme kadar giden, Bektaşilik, Mevlevilik öğretilerinde de yeri olan dedelik/şeyhlik kurumu, sadece dini bir kurum olmayıp aynı zamanda bir arabuluculuk kurumudur. Zira toplumdaki aydın, bilgili kişileri tanımlamak için kullanılan dedeler/şeyhler, toplumu örgütlemenin, eğitmenin, aydınlatmanın yanı sıra kişiler arasında çıkan ihtilafları çözmekle, toplumda ve kişiler arasında barışı temin ve tesis etmekle, her türlü çekişmenin ve sorunun çözümlenmesinde arabuluculuk yapmakla görevli kişilerdir.
Tarihçiler, Batı uygulamasında arabuluculuğun ilk kez Akdenizli bir kavim olan, denizcilik ve ticaret alanlarında üstün özellikler gösteren ve Milattan önce 12. Yüzyılda hüküm süren Fenikeliler/Kenaniler tarafından uygulandığını, daha sonraki uygulamaların kadim Yunanistan’da aile arabuluculuğu şeklinde olduğunu, Antik Roma’da ise özellikle I. Justinianus zamanında ‘conciliator, interlocutor, mediator’ isimleri altında faaliyet alanı bulduğunu kaydetmektedirler.
Yine Alternatif Uyuşmazlık Çözüm teknikleri arasında önemli bir yer tutan müzakere olgusunun ‘anlaşma sağlanıncaya kadar müzakere alanını terk etme’ diyen Afrika’ya kadar uzanan kadim bir tarihi vardır. Beyazlara karşı uzun yıllar silahlı mücadele yolunu izleyen Mandela’nın silahları bırakma çağrısında bulunurken ‘beyazların korkuları ile siyahların ümitleri arasında orta bir yer olduğunu ve bunu bulacaklarını’ ifade etmesi ve sonrasında barışın tesisi için beyazlarla müzakere yoluna gitmesi kadim Afrika geleneğinin siyasi alanda uygulanması niteliğindedir. Nitekim barışın sağlanmasından sonra yürürlüğe konulan Güney Afrika Anayasası’nın yapımında, her biri kendi başına birer Alternatif Uyuşmazlık Çözüm aracı olan müzakere, danışma, katılım ve uzlaşma teknikleri uygulanmıştır.
Kadim tarih boyunca Uzak Doğu kültürünü çekip çeviren Konfüçyüs, Taoculuk ve Budizm Etiklerinin temeli de barışa, uzlaşmaya, anlaşmaya dayanır. Büyük sosyolog Max Weber’in ‘Konfüçyüs Pasifizmi’ adı altında Konfüçyanizmin barışçıl karakterine vurgu yapması bundan dolayıdır.
Hukukbook: Peki, alternatif çözüm yöntemlerinin günümüzdeki uygulaması ne durumda? Diğer ülkelerdeki uygulamalardan örnekler verebilir misiniz?
Vedat Ahsen Coşar: Günümüzde alternatif çözüm araçlarından olan arabuluculuğun en yaygın şekilde kullanıldığı Amerika Birleşik Devletleri’nde arabuluculuğun varlığı da eski tarihlere kadar uzanmaktadır. Bu bağlamda yeni kıtada arabuluculuğu ilk kullananlar, dini tören, ayin ve resmi yönetimi, yani kilisenin ve İncil’in otoritesini reddeden, sadece kutsal ruhun otoritesini kabul eden, Tanrı’nın doğrudan insanın kalbinde ve vicdanında ortaya çıktığına inanan bir mezhebin mensubu olan Quakerler’dır.
Amerikan Kongresi 20.yüzyılın erken yıllarında iş uyuşmazlıklarının çözümlenmesinde arabuluculuğun ve tahkimin kullanılmasının yolunu açmış, 1960’lı yılların sonunda, 1970’li yılların başında otoriteye ve yargıya karşı artan güvensizlik ve iş yoğunluğu nedeniyle avukatlar, barolar yargının diğer bileşenlerine çözüm bulunması yönünde çalışma yapılması için çağrıda bulunmuşlardır.
Bu çağrı sonrasında Nisan 1976’da Pound Konferansı (Konferansın adı 1920-30’larda Harvard Hukuk Fakültesi Dekanlığı yapan Roscoe Pound’a atfen ve onun onuruna verilmiştir) adı verilen etkinlikte bir araya gelen yargıçlar, avukatlar, hukuk fakülteleri akademisyenleri ve yargının diğer bileşenleri, iş yoğunluğu altında bunalan, tıkanan, güven ve itibar kaybeden yargı sisteminin önünü nasıl aşacaklarını tartışmışlardır.
Hukukbook: Harvard Müzakere modeli diye bir kavram var.
Vedat Ahsen Coşar: Bu konferansa yaptığı konuşmayla damgasını vuran Harvard Hukuk Fakültesi Profesörü Frank Sander, konvansiyonel/geleneksel yargılama sistemine olan bağımlılığı ve alışkanlığı azaltmak, bu yolla yargının yükünü hafifletmek için alternatif uyuşmazlık çözüm araçlarından olan arabuluculuğu ve uzlaşmayı kapsayan ‘multi-door courthouse’ (Türkçe karşılığı çok kapılı adliye anlamına geliyor, ancak kastedilen alternatif uyuşmazlık çözüm odaklı yargı sistemi) sistemine geçiş önerisinde bulunmuştur. Avukatlar, yargıçlar, akademisyenler ve diğer paydaşlar tarafından benimsenen bu öneri sonrasında ve 1980’lerin sonunda alternatif uyuşmazlık çözüm araçlarından olan arabuluculuk kurumunun önü açılmış, bu bağlamda mahkemeler küçük miktarlı davaların, aile uyuşmazlıklarının ve bunun dışındaki hukuk davalarının çözümlenmesinde arabuluculuk kurumunu benimsemeye ve kullanmaya başlamışlardır.
Bu toplantı sonrasında ve yirmi yıldan daha az bir süre içinde arabuluculuk, Amerika Birleşik Devletleri’nde hukuku ihtilaflarının çözümlenmesinde, yargının ve yargılama faaliyetinin bütünleyici bir parçası haline gelmiştir. Bu bağlamda, gerek eyalet, gerekse federal mahkemeler, aile ihtilafları dışındaki, iş ve ticaret davaları, kişisel tazminat davaları, yanlış tanı ve tedaviden kaynaklanan tıbbi davalar/malpractice davaları, çevre ihtilafları, sözleşmelerden kaynaklanan uyuşmazlıklar başta olmak üzere her çeşitteki ve miktardaki davalarda arabuluculuğa başvurmaktadır. Yine özel şirketler ve diğer özel sektör kuruluşları, istihdamdan, tıbbi bakım ve tedaviden ve akdi diğer ilişkilerinden doğan ihtilaflarını giderek artan oranda arabuluculuk kurumu aracılığıyla çözmektedirler. Bu sürece gelinmesinde en büyük pay avukatların, baroların ve özellikle Amerikan Barolar Birliği’nindir. Zira Pound Konferansları için çağrıda bulunan, bu toplantıların yapılmasını sağlayan Amerikan Barolar Birliği’dir.
Amerika Birleşik Devletleri’nde başlayan bu uygulama zaman içerisinde diğer ülkelere sıçramış, bu bağlamda arabuluculuk ve uzlaşma kurumları dünyanın diğer ülkelerinde de uygulanmaya başlamıştır.
Günümüzde arabuluculuk, sadece Amerika Birleşik Devletleri’nde değil, Hindistan’dan, Pakistan’a, Hong Kong’dan Singapur’a, Kore’ye ve Çin’e, Latin Amerika’dan Kenya’ya, Somali’ye, Orta Doğu’da İsrail’den Arap devletlerine, daha uzaklarda Yeni Zelanda’dan Avustralya’ya, Avrupa Birliği’ne üye ülkelerden kıta Avrupa’sı ülkelerine kadar çok geniş bir coğrafyada uygulama alanı bulmakta, dahası ICC-International Chamber of Commerce/Uluslararası Ticaret Odası önüne gelen hukuki uyuşmazlıkların çözümünde, taraflara Alternatif Uyuşmazlık Çözüm aracı olan arabuluculuğun kullanılmasını tavsiye etmektedir.
En geniş şekliyle uyuşmazlık çözümünün mahkeme dışına çıkması ve o yolla çözümlenmesi anlamına gelen ve o nedenle ‘Amicable/Dostane, Alternative/Alternatif, Appropriate/Uygun’ sözcüklerinin baş harflerini oluşturan (A) harfinin her biri uyuşmazlık yönetiminde özel bir yaklaşımı temsil eder. Bu bağlamda, ‘Appropriate Dispute Resolution/Uygun Uyuşmazlık Çözümü’ bütünsel/holistik taraf özerkliğine işaret etmekte iken, ‘Alternative Dispute Resolution/Alternatif Uyuşmazlık Çözümü’ geleneksel dava açılmasını dışarıda bırakır, saf ‘Amicable Dispute Resolution/Dostane Uyuşmazlık Çözümü’ ise sadece uyuşmazlığı çözmeyi amaçlar.
Hukukbook: Peki, arabulucu kimdir, ne iş yapar ve neye yarar?
Vedat Ahsen Coşar: Arabulucu, hukuki bir ihtilafın çözümlenmesinde ve gönüllü/dostane bir çözüme ulaşılmasında, taraflar arasında iletişim ve uzlaşma sağlanmasına yardımcı olan ve süreci kolaylaştıran kişidir. Nitekim Amerikan menşeli Arabulucular İçin Uygun Davranış Modeli de arabulucuyu ‘taraflar arasındaki ihtilafın gönüllü olarak çözümlenme sürecinde iletişimi ve uzlaşmayı kolaylaştıran tarafsız üçüncü kişi’ olarak tanımlamaktadır. Bu tanım göreceli olarak biraz idare edici bir tanımdır. Zira Amerikan uygulamasında arabulucu ‘kolaylaştırıcı’, ‘meydana getirici’, ‘geliştirici’, ‘karşılıklı anlayışın gelişmesine odaklı’, ‘tedavi edici’ gibi değişik roller oynamaktadır. Bütün bu rollerde, ihtilaflı hususları ortaya çıkarmayı, paylaşmaya odaklanmayı, tarafların değerlerinin ve çıkarlarının altında yatan nedenleri anlamayı, tarafların sırayla ve verimlilikle ve tam olarak birbirleriyle iletişim kurmalarına yardımcı olmayı, kendi çözümlerini bulmaları ve bunu ihtilaflarına uyarlayarak çözmeleri konusunda tarafları teşvik etmeyi esas alan özellikler mevcuttur.
Arabulucunun bu işlevleri yerine getirebilmesi ve ihtilafın çözümünde merkezi bir rol oynayabilmesi için resmi farklı bir açıdan görmesi, tarafları umutlu ve sabırlı bir şekilde dinlemesi ve fakat taraflara olan tavsiyelerini ivedi bir şekilde belirleyerek onların bu tavsiyelere odaklanmalarını sağlaması, gerçekçi bir şekilde çözüm seçeneklerini sunması ve onlara bu seçeneklere uygun bir çözüme ulaşmaları hususunda rehberlik etmesi gerekir.
Medeni Hukuk Meselelerinde Arabuluculuk Konusunda Tavsiye Kararı
Ben, Ankara Barosu Başkanlığı’na ilk kez 1994 yılında aday oldum, yarıştım ve kaybettim. O seçimle birlikte, daha sonraki yıllarda aday olanlara örnek olan bir ilki başlattım. Hazırladığım seçim broşüründe, seçildiğim takdirde neleri gerçekleştirmeyi hedeflediğimi, bu bağlamda hangi pozitif hedeflerin, programın ve projelerin takipçisi olacağımı ifade ve deklare ettim.
Aynı yöntemi ikinci kez aday olduğum 2004 yılında da uyguladım. 2004 yılındaki ikinci adaylığımda önüme koyduğum pozitif hedeflerin, seçildiğim takdirde uygulamayı vaat ettiğim projelerin arasında Ankara Barosu’nda bir Alternatif Uyuşmazlık Çözüm Merkezi kurulması da vardı. Ki o tarihte, ne Ankara Barosunda, ne diğer barolarda, ne hukuk fakültelerinde ve ne de ilgili başkaca zeminlerde, bu konuyla ilgili olarak yazan, çizen, çalışma yapan hiçbir kişi ve kuruluş yoktu. O tarihlerde böyle bir hedefi ve projeyi seslendirmemin ve hayata geçireceğimi vaat etmemin nedeni, birer Alternatif Uyuşmazlık Çözüm aracı ve kurumu olan uzlaştırmanın ve arabuluculuğun bir gün Türkiye’nin de kapısını çalacağı yönündeki öngörümdü. Bunu bildiğimden ve öngördüğümden dolayı, bu kurumu Ankara Barosu bünyesi içinde tesis etmek suretiyle, hem meslek örgütümüzü ve hem de meslektaşlarımızı bu konuda eğitmek, bilgilendirmek, geliştirmek ve geleceğe hazırlamaktı.
Seçildikten hemen sonra kurduğumuz Ankara Barosu Alternatif Uyuşmazlık Çözüm Merkezi’nde gerek uyuşmazlık, gerekse arabuluculuk alanlarında son derece başarılı çalışmak yaptık. Düzenlediğimiz etkinlikler aracılığıyla meslektaşlarımızı bu konuda eğittik, bilgilendirdik, mesleki gelişmelerine katkı yapmaya çalıştık. Yürütülen bu çalışmalar kapsamında yer verilmesi gereken önemli faaliyetlerden bir tanesi, Ankara Barosu’nun her iki yılda bir düzenlediği Uluslararası Hukuk Kurultayları’ndan 2006 yılında yapılan kurultayın tartıştığı konular kapsamına arabuluculuğunda dahil edilmesi olmuştur. Bu kurultayın konuşmacıları arasında yer alan biri avukat, ikisi yargıç olan ABD’li üç konuşmacı bize genel olarak arabuluculuk, özel olarak ABD’deki arabuluculuk konusunda önemli ve değerli bilgiler vermişlerdir.
Arabuluculuk ve Uzlaşma Avrupa Konseyinin Tavsiyesidir
Zaman hızla aktı. Hızla akıp giden zaman, 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu ve yine 5271 sayılı yeni Ceza Muhakemesi Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle birlikte, ceza uyuşmazlıklarının ‘ceza adalet sistemi dışında çözülmesine’ imkan tanıyan ‘uyuşmazlık’ kurumunu ceza hukuk mevzuatımıza dahil etti.
Anglo-Amerikan hukuk sisteminin bir kurumu olan ve Avrupa Konseyi kararı ile Avrupa Konseyi’ne üye devletlere tavsiye edilen bu kurum, gerçekte ‘onarıcı adalet’ anlayışının ortaya çıkardığı bir alternatif uyuşmazlık çözüm aracıdır. Bu çözüm aracı, ‘biktimoloji’ olarak bilinen ‘mağdurların haklarının ceza muhakemesi sürecinde korunmasını, faille mağdur arasındaki uyuşmazlığın uzlaşma yoluyla giderilmesini, failin sorumluluğunu kabullenmesini, suçunun bilincine varmasını, pişmanlık duymasını’ öngörür.
Avrupa Konseyi Cezai Meselelerde Arabuluculuk Yolu İle İlgili Tavsiye Kararı
Suç işlemiş kişinin yeniden topluma kazandırılmasına yardımcı olunmasını amaçlayan onarıcı adalet anlayışının hukuka ve yargılama faaliyetine yansımalarından birisi olan bu araç ve kurum sayesinde, mağdurla fail arasındaki anlaşmazlık karşılıklı rıza ile sona erdirilmek suretiyle ihlal edilmiş olan hukuk kurallarının onarılmasına ve toplumsal barışın yeniden tesis edilmesine imkan sağlanır. Zira uzlaştırma kurumunun temel amacı ‘barışmak’, uzlaştırıcının görevi ise ‘fail ile mağduru barıştırmaktır.’
Barolar Uzlaştırma Sürecine Aktif Olarak Dahil Edilmelidir
Uzlaştırma kurumunun işletilmesinde ve başarıya ulaşmasında motor rolü oynayacak birinci kurum ve meslek savcılık, ikincisi ise barolar ve avukatlardır. O nedenle,savcıların barolarla işbirliği yapmaları, baroları ve avukatları uzlaştırma sürecine dahil etmeleri gerekir. Aksi takdirde uzlaştırma kurumunun sağlıklı biçimde işlemesi, bu kurumdan beklenen marjinal yararın sağlanması mümkün değildir.
Bu sistem, kendilerini iyi yetiştirmeleri koşuluyla avukatlara da oldukça önemli bir rol vermektedir. Bu rol, avukatların adeta bir yargıç gibi tarafsız ve objektif bir şekilde uzlaştırma kapsamındaki suçları çözme rolüdür. Avukatların bu rolün hakkını verebilmeleri için özel bir eğitimden geçmeleri ise hem mutlak bir gereksinme, hem de yasal bir zorunluluktur.
Sistemin yürürlüğe konulduğu 01.06.2005 tarihinde ve daha sonra 06.12.2006 tarihinde değişiklikler yapıldığı aşamada, hiçbir baro sisteme katkı yapmaya daha henüz hazır değil iken, Ankara Barosu kendi bünyesinde oluşturduğu Alternatif Uyuşmazlık Çözüm Merkezi aracılığıyla verdiği uzlaştırıcılık eğitimiyle ve savcılık kurumuyla işbirliği yapmak suretiyle Aralık 2006 tarihinden itibaren sisteme eylemli olarak hizmet etmeye başlamıştır.
Ne var ki, aradan geçen zaman içerisinde oldukça mesafe alınmış olunmasına rağmen, uzlaştırma kurumu uygulamada tam olarak yerine oturmamış, bu kurumdan beklenilen yarar sağlanamamıştır. Bunun en önemli nedenlerinden birisi, bizim toplumumuzda barışma/uzlaşma kültürünün yeteri kadar gelişmemiş olmasıdır. Bir diğer nedeni de, mevzuatta öngörülmüş olmasına rağmen, baroların uzlaştırma sürecine aktif olarak dahil edilmemeleri, deyim yerinde ise dışlanmış olmalarıdır.
Ceza mevzuatımızda alternatif uyuşmazlık çözüm aracı olarak ‘uzlaştırma’ kurumuna nazaran hukuk uyuşmazlıklarındaki alternatif uyuşmazlık çözüm aracı olan ‘arabuluculuk’ kurumu sistemimize çok daha sonra dahil olmuştur.
Arabuluculuk Avukatlar ve Barolar Olmaksızın Başarılı Olamaz
22.06.2012 tarihli ve 28331 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 07.06.2012 tarih ve 6325 sayılı ‘Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nun daha henüz yasalaşmasından önce dönemin Adalet Bakanı Sayın Sadullah Ergin ile görüşmeye gittim. Temelde arabuluculuk kurumuna karşı olmamakla birlikte, benim yöneticilikte bildiğim, doğruluğuna inandığım için bağlı kaldığım ve dolayısıyla uyguladığım bir ilkem vardır. ‘Karşı olduğun her ne ise onun gerçekleşmesini engelleyecek gücün yoksa eğer, ona bir şekilde dahil ve müdahil olmak ve dolayısıyla onun şekillenmesinde olabildiği kadar etkili olmak ve koşullar her ne şekilde olursa olsun müzakere alanını asla ve asla terk etmemek, müzakereye ve işbirliğine kapıları açık tutmak.’
Bu ilkeyi somut olaya uygulamak gerekir ise durum şudur. Arabuluculuk kurumu AK Parti iktidarının seçim vaatleri arasında yer alıyordu. Hem bu nedenle, hem de TBMM’nde çoğunluğa sahip bulunmakla AK Parti bu vaadini yerine getirecek, diğer bir deyişle kanunlaştıracak güce sahipti. Türkiye Barolar Birliği olarak bu kuruma karşı dahi olsak, – yönetim kurulunun pek çok üyesi, başta İstanbul ve Ankara Baroları olmak üzere çok sayıda baro bu kuruma karşıydı – bunu engelleyecek gücümüz yoktu. Sayın Ergin ile görüşmeye bu koşullar altında, yönetim kurulunun bilgisi dahilinde, yani karşı da olsalar onların görüşünü alarak ve deyim yerindeyse risk alarak gittim.
Ama benim gözlemime ve değerlendirmeme göre, görüşmeye gitmemenin, biz bu kuruma karşıyız diye vaziyet almanın riski daha fazlaydı. Böyle bir durumda, hükümet bu yasayı yine çıkarır ve biz avukat olarak, meslek kuruluşu olarak sürecin dışında kalır, aşağıda açıklayacağım mesleki ve örgütsel kazanımları elde edemezdik. Nitekim geçmişte marka patent vekilliğinin yasalaşması sürecinde barolar ve Türkiye Barolar Birliği olarak bu kuruma karşı vaziyet almış, sonuçta hepsi kaybedilen davalar açmış ve marka patent vekilliği konusunda gerek mesleki, gerekse örgütsel yönden hiçbir kazanım sağlayamamıştık.
Dönemin Adalet Bakanı Sayın Sadullah Ergin ile yaptığımız görüşmede, arabuluculuk kurumuna ilke olarak karşı olmadığımızı, bu kurumun oluşmasına, gelişmesine katkı yapabileceğimizi, esasen bu kurumun avukatların ve baroların desteği olmadan gelişme sağlamasının, yerleşmesinin son derece zor olduğunu ifade ettim. Kendileri de avukat olan, müzakereye, diyaloğa son derece açık bir kişiliğe sahip bulunan Sayın Ergin’de benimle aynı düşüncede olduğunu ifade etti.
Ve ben avukat ve kurum olarak taleplerimizi kendilerine arz ettim
Hukukbook: Neler talep ettiniz?
Vedat Ahsen Coşar: Arabuluculuk hizmetinin sadece avukatlar tarafından verilmesi, arabuluculuk kurumunun tarafların talebine ve anlaşmasına bağlı olarak, yani gönüllü şekilde kurulması, zorunlu olmaması, arabuluculukta görülen uyuşmazlıklarda tarafların kendilerini avukatları vasıtasıyla temsil etmeleri, arabuluculuk kurumunun mahkeme bağlantılı olması.
Yine, arabuluculuk kurumunun Adalet Bakanlığı’nda bir daire başkanlığı şeklinde ve Bakanlık şemsiyesi altında kurulmaması, bağımsız idare otoritesi olarak daha özerk ve bağımsız bir yapıda kurulması, oluşturulacak böyle yapıda Adalet Bakanlığı temsilcisinin, baroların, Türkiye Barolar Birliği’nin, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği temsilcilerinin, hukuk fakülteleri akademisyenlerinin bulunması başka bir talepti.
Öte yandan, yapılması öngörülen arabuluculuk sınavında, bu sınavı yapacak kurul içerisinde baroların ve Türkiye Barolar Birliği’nin temsilcilerinin olması, arabuluculuk eğitiminin barolar ve Türkiye Barolar Birliği ile hukuk fakültesine sahip üniversiteler tarafından verilmesi, arabuluculuk kurumuna Türkiye’nin her tarafında aynı anda ve yasada arabuluculuda çözümleneceği hükme bağlanan bütün konularda değil, belli kentlerde ve mesela iş uyuşmazlıkları gibi belli konularda pilot olarak başlanılması, belli bir mesafe alındıktan, deneyim kazanıldıktan, uygulamada görülecek aksaklıklar giderildikten sonra Türkiye geneline yayılmasını önerdik.
Hukukbook: Önerileriniz ve talepleriniz dikkate alındı mı?
Vedat Ahsen Coşar: Sadullah Bey, benim bu önerilerimin hemen hepsine makul yaklaşmakla birlikte, sadece avukatların arabulucu olmalarının meslek taassubu olacağını ve tepki alacağını, o nedenle sadece avukatların değil, hukuk fakültesi mezunlarının arabuluculuk yapmaları görüşünde olduğunu, Arabuluculuk Kurumunu Adalet Bakanlığı bünyesi içinde bir daire başkanlığı şeklinde yapılandıracaklarını, ayrıca bir Arabulucular Kurulu ve Sınav Kurulu kuracaklarını, her iki kurulda da Türkiye Barolar Birliğine temsilci vereceklerini, pilot proje fikri uygun olmakla birlikte yargının yükünü ivedilikle azaltmak amacıyla sisteme Türkiye’nin her tarafında, aynı anda ve yasada öngörülen her ihtilafı kapsayacak şekilde başlayacaklarını ifade etti.
Ve sonuç itibariyle arabuluculuk kanunu, hem bizim, hem de Bakanlığın taleplerini kapsayacak şekilde çıktı. Bu bağlamda, arabuluculuk hizmetinin sadece hukuk fakülteleri mezunları tarafından verilmesi; arabuluculuk kurumunun tarafların talebine ve anlaşmasına bağlı olarak, yani gönüllü şekilde kurulması, zorunlu olmaması; arabuluculukta görülen uyuşmazlıklarda tarafların kendilerini avukatları vasıtasıyla temsil etmeleri; arabuluculuk kurumunun mahkeme bağlantılı olması; oluşturulacak arabuluculuk kurulunda ve sınav kurulunda Türkiye Barolar Birliği’nin temsilcilerinin bulunması; Arabuluculuk eğitiminin hukuk fakültesine sahip üniversitelerin yansıra Türkiye Barolar Birliği tarafından da verilmesi sağlandı.
Arabuluculukta İş Davaları Yönünden Zorunluluk Esasının Getirilmesi Yanlıştır
Ancak daha sonra yapılan değişiklikler ile arabuluculuğun ihtiyari/gönüllü olmasından kısmen vazgeçildi, bu bağlamda iş uyuşmazlıklarıyla sınırlı olarak zorunlu arabuluculuk kurumu getirildi. Arabuluculuk kurumu özü itibariyle zorunluluğa değil, gönüllülüğe dayalı bir kurumdur. Dünyadaki genel uygulamada, birkaç istisnai ülke dışında gönüllülük esasına dayanmaktadır. O nedenle, daha sonra yapılan değişikliğe bağlı olarak iş davaları yönünden zorunluluk esasının getirilmesi yanlış olmuştur.
Her ne kadar, Türkiye Barolar Birliği onca yıl geçtikten sonra Avukatlık Kanunu’nun 35/A maddesinde ‘uzlaşma sağlama’ başlığı altında yer alan düzenlemeyi keşfetmiş ve arabuluculuk kurumu yerine bu kurumu ikame etmenin telaşına düşmüş ise de, arabuluculuk kurumuyla Avukatlık Yasası’nın 35/A maddesinde yer alan düzenleme amaç yönünden örtüşse bile işleyiş şekli itibariyle birbiriyle örtüşen kurumlar değildir.
Uzlaşma ve Arabuluculuk Farklı Kurumlardır
Esasen Avukatlık Yasası’nın 35/A maddesinin hakkıyla çalıştırılabilmesi ve bundan bir sonuç alınabilmesi için, her şeyden önce taraf avukatlarının müzakere teknikleri hususunda iyi eğitilmiş olmaları, çatışma esasına dayanan avukatlık kültürünün yerine uzlaşma kültürünü koymaları ve buna uygun şekilde yetişmiş olmaları gerekir. Böyle bir eğitim sürecinden geçmeyen, çatışma kültürünün yerine uzlaşma kültürünü koymayan, bu konudaki yetenek ve becerilerini geliştirmeyen bir avukatın, Avukatlık Kanunu’nun 35/A maddesini uygulaması, bu maddenin amaçladığı uzlaşmayı sağlaması mümkün değildir. Esasen 17 yılı aşan bir zamandan bu yana bu maddenin yürürlükte olmasına karşın, Türkiye genelindeki bu madde uygulamasının elliyi dahi bulmaması da yukarıda yer verdiğimiz tespitimizi doğrulamaktadır.
O nedenle, yapılması gereken her iki kurumu birbiriyle yarıştırmak, Avukatlık Kanunu’nun 35/A maddesini arabuluculuk kurumunun yerine ikame etmeye çalışmak değildir. Her şeyden önce ‘Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmamak’ için elde edilen kazanımlara sahip çıkmak, bunların alanını genişletmektir. Bunun yanı sıra, bir yandan fakülte eğitimi, staj eğitimi, meslek içi eğitim dahil olmak üzere, avukatın 35/A madde kapsamında iş yapabilmesini sağlayacak, bu yöndeki becerilerini geliştirmesine imkan verecek şekilde bir eğitim sürecinden geçmesinin yolunu açmak, buna uygun eğitim ve staj modelleri geliştirmek; diğer taraftan altı yıllık arabuluculuk uygulamasının kazandırdığı deneyimden yararlanmak suretiyle, bu kurumun aksayan yönlerini tespit etmek, bu eksikliklerin giderilmesi yönünde çalışma yapmak, arabuluculuk kurumunun daha iyi ve verimli şekilde işlemesi için öneri ve eleştirilerde bulunmak ve böylece bu kurumun gelişmesine, yerleşmesine, kurumsallaşmasına katkı sağlamaktır.
Avukat Vedat Ahsen Coşar ile yapmış olduğumuz röportaj burada sona erdi. Röportajın daha geniş versiyonunu kitaplaştırma çalışmaları devam etmektedir.