Ana Sayfa » Hukukbook » Yargı Etiği: Adı Var, Kendisi Yok (mu?)

Yargı Etiği: Adı Var, Kendisi Yok (mu?)

Yargı Etiği: Adı Var, Kendisi Yok (mu?) / Av. Çağla ÜREDEN

Her demokrasinin benimsediği kuvvetler ayrılığı ilkesi hukuk devletinin vazgeçilemez temel koşulu, en önemli gereklerinden ve kurucu öğelerinden biridir. Kuvvetler ayrılığı ile devletin gücü, hiçbiri birbirinden üstün olmayan, tamamen farklı olmalarına rağmen eşit oldukları kabul edilen yasama, yürütme ve yargı organlarına dağıtılır. Böylece hem kısıtlanan devlet gücünün tek bir elde toplanıp kötüye kullanılması önlenir hem de bu organlar birbirini denetleyerek dengeler. Ancak geçmişten günümüze dünya siyasi tarihini incelediğimizde anlaşılmaktadır ki, en fazla keyfi ve kötüye kullanılan güç sübjektif olması sebebiyle hep yürütme olmuştur. İşte bu noktada gerek insanın temel hak ve özgürlüklerinin devlet karşısında korunması bakımından gerek adaletin sağlanarak toplumun yargıya güven duyması bakımından yargının tarafsız ve bağımsız olması gerekliliği ortaya çıkmaktadır.

Hukukun Evrensel İlkeleri

Tarafsız olmanın ön koşulu ise bağımsız olmaktır. Dolayısıyla adaletin bekçisi ve güvencesi olarak nitelendirilen yargıdan, görevini yerine getirirken etik kurallara uyması özellikle beklenmektedir. Burada yargı etiği kavramı karşımıza çıkmaktadır. Peki, bu yargı etiği nedir?

Etik kurallar ve hukuk kuralları arasında sıkı bir ilişki vardır. Bu kuralların bazen birbiri ile çelişmesi de söz konusu olabilir. Etik kuralların iyi ve doğru olarak nitelendirdiği bazı davranışlar hukuken yaptırımlara bağlanmış olabilmektedir. Örneğin halkın can güvenliğini sağlamak amacıyla boğulma olaylarının önüne geçebilmek için denize girilmesi yasak yerlerde denize girenlere para cezası kesiliyor olsun; ancak söz konusu yasak yerde denizde boğulan bir çocuk olduğunu görüyorsunuz, o an hukuken kesilecek para cezasını düşünmez, etik kurallar gereği iyi olanı yapma arzunuz ağır basar ve denize girip çocuğu kurtarmaya çalışırsınız. Yine de adalet, eşitlik, özgürlük, tarafsızlık gibi kavramların hem etik hem hukuk için temel teşkil etmesi bakımından aralarında önemli bir bağ bulunduğu da açıktır. Öyle ki İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nden Bangalore Yargı Etiği İlkeleri’ne kadar pek çok uluslararası metinde bağımsızlık kavramının yargı etiğinin temelini oluşturduğundan bahsedilmektedir.

Ülkemizin ise AB’ye üyelik ve uyum sürecinde, yargının bağımsız olmadığı yönünde ağır eleştirilere maruz kalması sonucunda, yargı etiğine ilişkin yapılan çalışmalar hız kazanmış ve sonuç olarak 2017 yılında Yargıtay Yargı Etiği İlkeleri ile 2019 yılında ise Türk Yargı Etiği Bildirgesi kabul edilmiştir. Bunlar yargı etiğinin neredeyse tüm dünyada bir nevi Anayasası olarak görülen Bangalore Yargı Etiği İlkeleri’yle oldukça benzeşmektedir. Bu ilkeler özetle şunlardır: “Bağımsızlık, tarafsızlık, dürüstlük, mesleğe yaraşırlık, eşitlik, ehliyet ve özen.”

Elveda Anayasa

Ülkemizde yargı etiğinden bahsedebilmek için öncelikle uzun yıllardır siyasi bir araç olarak kullanılan yargının, yasama ve yürütmeden tamamen bağımsız olması gerekmektedir. Zira yasamanın yargı reformu adı altında yargının yapısını ve işleyişini sürekli olarak değiştirebiliyor olması yargıya orantısız bir müdahaledir. Bu nedenle ihtiyaç olsun olmasın yasamanın sürekli değiştirdiği yasalar, hakimlerin vermiş oldukları kararlarda bir istikrar sağlayamamasına, çelişkili ve hatalı kararlar vermelerine sebep olmaktadır. Nitekim bu durum toplumun yargıya olan güvenini ciddi anlamda sarsmaktadır. Yasamanın yapboz gibi sürekli kanunlarla oynamasına engel olmak ancak yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbirini kontrol edip dengelemesiyle mümkün olacaktır.

Diğer taraftan Adalet Bakanının Hakimler ve Savcılar Kurulunun başkanı olması, Yargıtay ve Danıştay‘a üye seçmek gibi önemli konularda oy sahibi olması ve dahası hakim ve savcı maaşlarının Adalet Bakanlığı bütçesinden verilmesi kuvvetler ayrılığı ilkesiyle örtüşmemektedir. Bu durum hakim ve savcıların bağımsızlığını ve tarafsızlığını ciddi anlamda tehlikeye atmaktadır. Adalet Bakanı kurulun başkanı olmamalıdır; kurul başkanının diğer üyeler gibi TBMM tarafından seçilmesi uygun olacaktır. Ancak yine de hiçbir surette Adalet Bakanının kurulda başkan olarak görev almasından vazgeçilemiyor ise her ne kadar kurulda başkan olarak görev alsa bile Adalet Bakanının oy hakkı olmamalıdır.

Hakim ve savcı maaşları Bakanlık bütçesinden ödenmemelidir; üyelerinin çoğunluğunun TBMM tarafından seçilmesi sebebiyle HSK tarafından ödenmesi düşünülebilir. Hakim ve savcılara ivedilikle mali ve idari bağımsızlık sağlanmalı ve böylece hiçbir kuruma ve kişiye karşı minnet duygusu hissetmemelidirler. Olması gereken terfi, tayin ve maaşa yapılan zam gibi konular bir lütufmuşçasına kendilerine sunulmamalıdır.

Meslekten çıkarma haricindeki HSK kararlarının tümüne karşı yargı yolu kapalıdır. Hakim ve savcıların bile hakkını arayamadığı bu sisteme halkın güvenmesini beklemek haliyle anlamsızdır. Bu nedenle HSK kararlarının tamamına karşı yargı yolunun açılması gerekir.

Ayrıca hakim ve savcıların yazılı sınavı geçtikten sonra mesleğe kabul için yapılan mülakat ya kaldırılmalı ya da şüpheye yer vermeyecek şekilde şeffaf olarak yapılmalıdır.

Hakimler hiçbir baskı altında kalmadan karar verebilmeli; kararlarının temyiz mahkemesince bozulması halinde bile sırf terfi, tayin gibi şahsi meselelerini dikkate almadan gerektiğinde kararlarında direnebilmelidirler. Baskı yapılması kadar baskı yapılabilme ihtimali de hakimlerin bağımsızlığını zedeler. Malum ülkemizde kamuoyunu ilgilendiren kimi davalarda hakimlerin çeşitli endişelerle tarafsız karar veremedikleri algısı yaygınlaşmıştır. Bir hakim her koşulda her zaman insan hak ve hürriyetini, özgürlüklerini ve yaşam hakkını savunmalı ve korumalıdır.

Ayrıca hakimlerin tarafsız ve eşit davranabilmesi için her şeyden önce kendilerine hakim olmaları şarttır. Zira daha kendine hakim olamayan hakim, hakim olamaz. Bunun için kendilerini herhangi bir kuruma veya topluluğa ait hissetmemeleri ve o kurum veya topluluğa bağlı kişilerden her kim olursa olsun etkilenmemeleri gerekir. Elbette hakimler yaşadıkları toplumdan tamamen soyut yaşayamaz, zira kendilerini soyutlamaları fayda sağlamayacağı gibi zararlı olur; çünkü yaşadığı toplumu gözlemlemeyen ve bilmeyen bir hakimin vereceği karar ne kadar doğru olabilir? Ancak burada dikkat edilecek husus, hakimlerin karar verirken yaşadıkları çevrenin, meslektaşlarının, basının kendilerine müdahale etmesine ve etkilemesine izin vermemesi gerektiğidir.

Yargı Etiği Belgeleri

Hakimlerin önyargılı olması ise başka bir sorundur; çünkü önyargı tarafsızlıklarına ciddi anlamda gölge düşürmektedir. Ne yazık ki kimi hakimler suç unsurlarının oluşup oluşmadığına ve suçu işleyip işlemediğine bakmaksızın sırf sabıkası olduğu için sabıkalı olanlara karşı bir önyargı geliştirmiştir. Bu önyargı yüzünden kimi sanıklar suçsuz oldukları halde cezaya çarptırılabiliyor ve yaptırımlarla karşılaşabiliyor. Yine önyargının sebep olduğu bir başka durum ise, özellikle iş ve tüketici davalarında görülmektedir. Şöyle ki, çoğu hakim, mevcut dosyaya ve sunulan delillere göre, işçi ve tüketicinin haksız olduğu açıkça anlaşıldığı halde bile, haklı veya haksız olduğuna bakmaksızın, işçi ve tüketici lehine bir tutum sergileyerek sürekli onlar lehine karar vermektedir. Einstein’in dediği gibi “önyargıları parçalamak atomu parçalamaktan daha zordur”; ancak imkansız da değildir.

Yargı etiği ilkeleri sadece kağıt üstünde kalmamalı, bu ilkelerin uygulanması ve bu ilkelere uyulması için teşvik edici çalışmalar ve denetlemeler yapılmalıdır. Hukukumuzda yargı etiğinin tam anlamıyla uygulanabilmesi için öncelikle yasama ve yürütmenin yargının üzerinden elini çekmesi şarttır.

Hakimler kişisel çıkarlarını düşünmeden ve hiç kimsenin hakimi olmadan sadece kendilerine hakim olup kanunu her şeyin üstünde tutarak kanuna uygun bir şekilde vicdani kanaatlerini oluşturmalı ve bu sorumluluklarının bilincinde olmalıdır.

 

Çağla Üreden Hakkında

Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk bölümünden 2009 yılında ve Okan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Ekonomi Hukuku programında yüksek lisans yaparak 2014 yılında mezun olan Çağla Üreden, 2009 yılında avukatlık stajına başlamış, 2010 yılında İstanbul Barosuna 39953 sicil numarasıyla kaydedilerek avukatlık ruhsatını almıştır. 11 yıldır gayrimenkul sektöründe faaliyet gösteren özel bir şirkette avukat olarak çalışmaya devam etmektedir. İstanbul Barosu HFSK(Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Komisyonu) üyesidir.

Bunu okudunuz mu?

Bir Yok Sayışın Hikâyesi: Medya ve Engelli Hakları

Bir Yok Sayışın Hikâyesi: Medya ve Engelli Hakları / Avukat Hüseyin Varol  Engelli hakları aktivizminde …