Yargı Etiği İlkeleri, Ülkemizde Yargı Etiği Sorunları ve Çözüm Yolları / Av. Reşit GÜRPINAR (E.Yargıç)
1-GİRİŞ
Etik, anlam olarak Türk Dil Kurumu sözlüğünde ‘’Ahlak bilimi’’, ‘’Çeşitli meslek kolları arasında tarafların uyması veya kaçınması gereken davranışlar bütünü’’ olarak gösterilmiştir. Bu da bize göstermektedir ki, etik, insanların gerek bireysel ve gerekse toplumsal yaşamlarında uyması veya kaçınması gereken davranışları tanımlamayan bir kavramdır. Ahlak Kavramı ile Etik kavramı arasında çok yakın bir anlamda iç içe girmiş bir durum vardır. Ahlak kuralları olan mevcut bir durumu anlatırken etik kuralları ise olması gereken durumu ifade eder.
Etik kurallar, toplumda oluşmuş doğru ve yanlış davranış kurallarını ortaya koymaktayken, hukuki normlar ise etik olmayan davranışlar hakkındaki yaptırımları düzenlemektedirler. Fakat hukuk kuralları ile etik kuralların her zaman birbiriyle örtüşmeyebileceği, iki alan arasında boşluklar da bulunabileceği unutulmamalıdır. Toplumun her katmanında söz konusu olan etik günümüzde daha çok meslek etiği bağlamında ön plana çıkmaya başlamıştır.
Geçmişteki deneyimler ve evrensel ilkeler bağlamında her meslek için etik kurallar ortaya konulmakta, bu mesleğe mensup kişilerin konulan kurallara uyması veya meslek etiğine zarar verecek, bir başa deyişle meslek etiği ile bağdaşmayan davranışlardan kaçınması beklenmektedir.
Etik kurallar, adalete uygun karar verme işlev ve yükümlülüğü içerisinde bulunan yargı makamlarını da yakinen ilgilendirmektedir. Uluslararası boyutta anlamı ve gelişimi olan etik kurallar, uluslararası sözleşmelere de konu olmuş ve sonuç olarak yargı etiğinin temel evrensel ilkeleri günümüzde oldukça gelişmiştir.
Bu yazımızda, yargı etiğinin unsurlarını, bu unsurların neler olduğunu ve olması gereken kuralları ortaya koyarken, mahkemelerin verdikleri kararların adaletli olmasının asgari araçlarından olan yargı etiği kurallarının önemi ve bu konuda Türkiye’de kabul edilen yeni yargı etiği kuralları hakkında bilgi verilmesi ve bunların değerlendirilmesinden söz edeceğiz.
2-YARGI ETİĞİNİN KISACA TARİHSEL GELİŞİMİ
Temel hak ve özgürlüklerin korunması, adaletin korunması adına adil yargılanma gibi evrensel bir takım ilkelere uyulması yargı için oldukça önemlidir. Yargı organlarının işte bu görevleri yerine getirirken, kanunlar tarafından kendisine verilen görevleri sağlıklı yapabilmesi, böylece yasal sınırlar içinde kalması için bu organların ve mensuplarının belli değerleri taşıması günümüzde oldukça önem arz eden bir konudur.
Ülkemiz, evrensel seviyede Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Bildirgesinde, bölgesel seviyede ise Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinde öngörülen somut, bağımsız ve tarafsız bir yargı aracılığıyla, yargı organı karşısındaki tüm tarafların haklarını koruyacak bir sistem geliştirilmesi için çalışmaya başlamıştır. Ancak, bu konuda başarılı olduğunu veya olamadığını ilerleyen bölümlerde ortaya koyacağız.
80’li yıllarda yargı etiğinin farkındalığın artması ve önem kazanması sonucunda, yargı etiği ve buna ilişkin temel ilkelerin belirlenmesi için uluslararası seviyede bir takım düzenlemeler ortaya konulmuştur.[2] Bunlardan ilk örnek 28 Ağustos – 6 Eylül 1985 günleri arasında yapılan Birleşmiş Milletler 7.Suç Sorunları Kongresinde alınan ‘’Yargı Bağımsızlığının Temel İlkeleri’’ konusudur. Bu ilkeler 13. Aralık 1985 tarihinde Genel Kurulda onaylanmıştır. Genel Kurul tüm üye devletleri kendi mevzuatlarını bu il- kelere uygun hale getirmeye ve Genel Sekretere 5 yılda bir uygulama sonuçları ile ilgili rapor vermeye davet etmiştir.
Yargı etiği ilkelerinin belirlenmesi yönünden bir başka aşama ise Avrupa Konseyi Üye Devletler Bakanlar Komitesinin “Hakimlerin Rolü, Etkinliği ve Bağımsızlığı” konusunda 1994 yılında aldığı tavsiye kararıdır[3]. Alınan tavsiye kararı doğrultusunda 2002 yılında ise Avrupa Yargıçları Danışma Konseyinin aldığı 3 sayılı görüş oldukça önemlidir. Özetle görüşte, Hakimlerin mesleki ilkeler tarafından yönlendirilmesi, anılan ilkelerin hakimlerin tarafsızlık ve bağımsızlık konusunda karşılaşabilecekleri sorunları aşmalarında yardımcı olması, bu ilkelerin disiplin sisteminden ayrı olarak kendileri tarafından ayrı belirlenmesi, her ülkede hakimlerin yargısal faaliyetleri dışında, etik ve statüleri yönünden tavsiyede bulunacak yargı içi veya dışı kurum kurulması gerektiği hususları yer almıştır[4].
Özellikle belirtmek istediğimiz husus, uluslararası belgeler arasında en güncel ve en önemli belgenin Birleşmiş Milletler tarafından 23 Nisan 2003 gün ve 2003/43 sayılı kararla kabul edilen ‘’Bangalore Yargı Etiği İlkeleri’’ olduğudur. Bangalore Hindistan’da bir şehrin adıdır. Bu konu ile ilgili ilk toplantı bu şehirde yapıldığı için ilkelere bu ad verilmiştir.
2005 yılında da; Avrupa Savcıları Konferansında ‘’Budapeşte İlkeleri’’ kabul edilmiş, savcılar yönünden de mesleki davranış biçimleri ortaya konulması yönünde birtakım ilkeler tesis edilmiştir.
Bangalore Yargı Etiği İlkelerinin esas aldığı ilkelere göre; İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, herkesin, hak ve yükümlülükleri belirlenirken ve kendisine bir suç yüklenirken, tam bir eşitlikle davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından adil ve kamuya açık olarak görülmesi hakkına sahip olmasını, temel bir ilke olarak tanımaktadır. Yine İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, herkesin, hak ve yükümlülükleri belirlenirken ve kendisine bir suç yüklenirken, tam bir eşitlikle davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından adil ve kamuya açık olarak görülmesi hakkına sahip olmasını, temel bir ilke olarak görmektedir. Ayrıca, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme, herkesin, mahkemeler önünde eşit olmasını ve kendisine bir suç yüklenirken ya da bir hukuk davasında hak ve yükümlülükleri belirlenirken, makul süre aşılmadan, kanunla kurulmuş yetkili, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme önünde de adil ve kamuya açık duruşma hakkına sahip bulunmasını teminat altına almaktadır.
Bangalore İlkeleri; İnsan haklarının korunmasında yetkili, bağımsız ve tarafsız yargının önemini vurgulamakta, diğer tüm hakların uygulanmasının eninde sonunda adaletin doğru şekilde yerine getirilmesine dayandığı gerçeğini dile getirmekte, mahkemelerin anayasacılığı ve hukukun üstünlüğünü yaşatma görevini yerine getirebilmeleri için yetkili, bağımsız ve tarafsız yargının varlığı zorunlu olduğunu belirtmektedir.
Bangalore Yargı Etiği İlkeleri, günümüzde birçok ülke tarafından benimsenen evrensel bir metin olarak ortaya çıkmıştır. Bu belgenin en önemli özelliği, kuralların devletler tarafından değil, değişik hukuk sistemleri içinde çalışmış ve deneyimlerini ortaysa koyan hakimler tarafından yapılmasıdır. Yargı etiği konusunda bu kadar kapsamlı başka bir düzenleme bulunmadığından, bu belge yargı etiğinin Magna Carta’sı olarak adlandırılmaktadır.[5]
Bangalore İlkeleri HSYK’nın 27.06.2006 gün ve 315 sayılı kararı ile kabul edilmiş, Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü tarafından 14.11.2006 gün ve 100289 sayılı yazısı ile bu durum hakim ve savcılara duyurulmuştur. Anılan karar alındıktan sonra öncelikle “Yargıtay Etik, Şeffaflık ve Güven Projesi” hayata geçirilmiştir. Proje kapsamında sempozyum ve çalıştay düzenlenmiş, akabinde Yargıtay Etik İlkeleri tespit edilmiştir[6].
Öte yandan, Bu kapsamda, Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından, Hâkim ve savcılar başta olmak üzere, akademisyenler, barolar, ilgili kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum kuruluşları ve medya temsilcilerinin geniş katılımıyla hazırlanan, uluslararası standartlara uyumlu ancak Türk yargı sisteminin ihtiyaçları doğrultusunda kendi değerlerinde esinlenen, yargı tarihindeki geçmiş tecrübeler korunarak oluşturulan ‘Türk Yargı Etiği Bildirgesi’ 06.03.2019 tarihinde Genel Kurul tarafından kabul edilmiş ve kamuoyu ile paylaşılmıştır. Bildirge Resmî Gazete’de yayımlanmış ve bildirgenin kapsadığı tüm hâkim ve savcılara tebliği gerçekleştirilmiştir[7].
Bildirgede özetle, Hakim ve Savcıların, insan onuruna saygılı oldukları, insan onurunu korudukları ve herkese eşit davrandıklarını, bağımsız ve tarafsız olduklarını, yargıya olan güveni temsil ettikleri, mahremiyeti gözettikleri, mesleğe yaraşır şekilde davrandıkları, yetkin ve mesleklerinde özenli davrandıkları vurgulanmıştır.
Yargı etiği kuralları, Bağımsızlık, tarafsızlık, dürüstlük, mesleğe yaraşırlık, eşitlik ile ehliyet ve özen olarak belirlenmiştir. Bu ilkeleri aşağıda ayrı ayrı alıp açıklayacağız Olması gerekeni söylerken ülkemizdeki eksiklikler ve düzeltmek için neler yapılmalıdır konusunu ele almaya çalışacağız.
3-YARGI ETİĞİ KURALLARI
3.1. BAĞIMSIZLIK
Yargı etiği kurallarından ilki bağımsızlık olarak gösterilmiştir. Yargı bağımsızlığı, hukukun üstünlüğünün ön koşulu ve adil yargılanmanın temel güvencesidir. Bağımsızlık sadece hakimin bağımsız olmasını ifade etmez. Hakiminde içinde bulunduğu, onun haricinde kurumsal olarak bir başka deyişle yargı kurumunun da bağımsızlığını ifade eder. Hakim, kendi inisiyatifi ile hiçbir etki ve baskı altında olmaksızın, mevzuat çerçevesinde özgürce karar verebilmesi için bağlı olduğu, içinde bulunduğu yargı kurumunun da ona bu özgürlüğü verecek ölçüde bağımsız olması gerekir. Kurumsal bağımsızlığın olmadığı yerde, bireysel bağımsızlıktan söz etmek asla mümkün değildir. Çünkü hakimin bağımsızlığına, bir başka anlatımla onun özgür karar vermesine olanak sağlayan, onu koruyan kurumudur. Yargı kurumu, kuvvetler ayrılığı ilkesi çerçevesinde yasama ve yürütme organları veya kendi yargı organları arasında da bağımsız değilse hakimin bireysel bağımsızlığından söz edilemez.
Hakime ve yargı kurumuna verilen bu bağımsızlık olgusu bir yetki, bir ayrıcalık değil hakim yönünden yerine getirilmesi zorunlu olan bir sorumluluktur. Hakim için, yargı bağımsızlığı bağlamında mahkemesine gelen her davayı karara bağlama ve ve yargısal faaliyetileri yerine getirme konusunda tam bir özgürlük ifade eder. Hiçbir yürütme organı, yasama organı, baskı grubu sivil toplum örgütü hatta yargı içinde başka bir organ ve hakim müdahale de bulunamaz. Hatta yeltenemez. Yargı bağımsızlığı bunu gerektirir.
Şurası unutulmamalıdır ki, demokratik ülkelerden kastımız gerçek hukuk devletinde görevde bulunan bir hakim kimseye borçlu olmayıp, kimseye minnet duymaz. Çünkü o görevine kişisel ve mesleki liyakati ile gelmiştir. Kimsenin iltimas ve koruması ile o göreve gelmemiştir. Eğer liyakat ve yeterlik ilkeleri dışında başka etkilerle bir hakim o göreve gelmişse burada bir bağımsızlıktan ve hukuk devletinden asla söz edilemez.
Yargıçlar Sendikasının Yargı Bağımsızlığına ilişkin Görüş ve Önerileri
Yargının, devletin yasama ve yürütme organlarından “bağımsız” olduğunun kabul edilebilmesi için genellikle, diğer koşullara ek olarak, mensuplarının atanma şekli görev süreleri, hizmet koşulları, dış baskılara karşı güvencelerin varlığı ve mahkemenin bağımsız bir görüntü verip, vermediği konuları dikkate alınır.
Yargının bağımsızlığı için en az üç koşul aranmaktadır:
Görev süresine ilişkin güvence:
Hakim gerek yaşam boyu veya emeklilik yaşına kadar, gerekse belirli bir süre boyunca olsun, yürütme veya atama yetkisine sahip organın tarafgir veya keyfi bir şekilde müdahalesine karşı güvenceli olan görev süresine sahip olmalıdır. Bir başka deyişle önceden belirlenmiş kurallar belli bir hakim için keyfi ve taraflı kullanılmamalıdır.
Mali ve statüye ilişkin güvence:
Kanun ile önceden belirlenen aylık maaş ve emeklilik maşının maaşının yargının bağımsızlığını etkileyebilecek biçimde başka bir organın keyfi müdahalesine tabi olmamasını ifade eder. Ancak, şartların gerektirdiği sınırlar içinde Yürütme organı farklı mahkeme türleri veya farklı statüdeki hakimler için (örn.1.sınıf hakimler, yüksek mahkeme üyeleri vb.) uygun hizmet bedellerine yönelik değişik maaş skalaları yapma yetkisine sahip olabilir. Önemli olan önceden belirlenmiş mali güvencelerin korunması ve eşitler arasındaki eşitliği koruyarak yeni mali olanaklar sağlanması veya değiştirilmesidir.
Kurumsal bağımsızlık:
Yargı görevinin yerine getirilmesine ilişkin idari konularla doğrudan bağlantılı olan bağımsızlıktır. Herhangi bir başka güç, hâkimlerin atanması, mahkeme duruşmaları ve mahkemenin işleyişi ile ilgili adaletin yönetimiyle ilgili konulara doğrudan veya dolaylı etki etme konumunda olmamalıdır.
3.2. TARAFSIZLIK
Tarafsızlık, yargı görevinin doğru ve sağlıklı bir şekilde ifası için vazgeçilmez en önemli unsurlardan birisidir. Bu ilke, sadece karar için değil, kararın oluşturulduğu tüm süreç için de geçerli olmalıdır. Bağımsızlık ve tarafsızlık ayrı ve farklı değerlerdir. Bununla birlikte yargı görevini karşılıklı olarak üst seviyeye çıkarma etkilerinden dolayı birbirleriyle bağlantılı ve adeta iç içe girmiş durumdadır. Bağımsızlık, tarafsızlık için gerekli olan ve tarafsızlığa ulaşmayı sağlayan adeta bir ön koşuldur. Bağımsız olmayan bir hakimin tarafsız olması düşünülemez. Bir hâkim bağımsız olabilir, ancak belirli bir davada tarafları nedeniyle tarafsız olmayabilir. Ancak, bağımsız olmayan bir hâkimin, kurumsal temel bağlamında tarafsız sayılması olanaksızdır.
Avrupa Şnsan Hakları Mahkemesi (AHİM) tarafsızlık değerinin iki yönünden söz etmektedir. Öncelikle mahkeme tarafsız olmalı, mensubu şahsi boyutta ön yargı ve yanlılık taşımamalıdır. Şahsi tarafsızlık temelde var olup, aksine bir delilin varlığı ile olmadığı kabul edilir. Burada önemli olan hakimin ve mahkemenin toplumda, halkta uyandırdığı güven duygusunun varlığıdır. Bu nedenlerle, hakimin tarafsızlığından şüphe edilecek meşru bir gerekçenin var olması halinde hakim derhal görevden çekilmelidir.
Hakim görevini iltimas, yanlılık ve ön yargısız bir şekilde ifa etmelidir. Taraflı olunması halinde halkın güven duygusu zedelenir. Hakim bu nedenle verdiği kararın davanın herhangi bir tarafı ile olan şahsi ilişkisi veya davanın sonucundan elde edeceği menfaat gibi dış faktörlerden etkilenmiş olabileceği şüphesini uyandıracak her türlü işlem ve eylemden kaçınmalıdır.
Tarafsızlık adına yanlılık ve ön yargının olmayışının yanı sıra adaletin gerçekleştiği ve hatta bunun açıkça görülmesi toplumca algılanması da, tarafsızlık adına önemli bir durumdur. Hakimin duruşma inzibatını korumaya ilişkin yetkilerini kötüye kullanması yanlılık ya da ön yargının varlığının bir göstergesidir. Şartların gerektirdiği hallerde, duruşmanın intizamını sağlamaya ilişkin yetki, hâkimin duruşma salonunun kontrolünü ve huzurunu kontrol altına almasını sağlar. Niteliği ve etkisi itibarıyla hakime verilmiş bu yetki cezalandırıcı olduğundan, elzem olmadıkça kullanılmamalıdır.
Hakimin taraflara ve avukatlara nezaket kuralları dışındaki hareketleri hakimin ön yargılı olduğuna ilişkin bir karine teşkil edebilir. Hakim güçlü yetkisi olmasına rağmen duruşmanın düzenini koruma adına hukuk kuralları ile görevlendirildiğini asla unutmamalıdır.
Bir hâkimin insan olarak, entelektüel bir kişi olarak kişisel değerleri, felsefesi veya hukuk konusundaki kendine has inançları yanlılık olarak kabul edilmeyebilir. Yine hâkimin doğrudan davayla ilgili hukuki veya sosyal bir konuda genel bir fikre sahip olması, hâkimin davada ön yargılı ve taraflı olduğunu göstermez. Bu nedenle de davadan çekilmesini gerektirmeyecektir. Bu yanlılık olarak yorumlanmamalıdır. Hakimin bomboş, düz bir insan olması, genel kültürden yoksun olması onun tarafsızlığını kanıtlanmasına sebep olmaz, onun tarafsızlığını göstermez; bu durum sadece bir hakimin kalite eksikliğinin kanıtı olacaktır. Nitelik eksikliğinin delilidir.
Hâkim, mahkemede görevi başında ve mahkeme dışında özel hayatında da, yargı ve hâkim tarafsızlığı açısından kamuoyu, hukukçular ve dava taraflarının güvenini ve hakim olarak saygınlığını koruyacak, şekilde davranmalıdır. Avukatların nedensiz bir şekilde, hiç gereği yokken azarlanması, davanın taraflarına ve tanıklara ve hatta duruşma sırasında emrinde çalışan katip ve mübaşiri azarlanması ve hakaret edilmesi, bunlar hakkında uygunsuz açıklamalar yapılması, ön yargılara kanıt ve şüphe uyandıracak beyanlar ile kontrolsüz ve sabırsız davranışlar sergilenmesi tarafsızlık görüntüsünü etkileyebileceğinden, bu tür hareketlerden kaçınılmak zorundadır.
Hakim davanın tarafları ile tek taraflı iletişimden kesinlikle kaçınmalıdır. Eğer iletişim kurulması gerekiyorsa bunu öncelikle duruşmada yerine getirmesi, bu mümkün olmaz ise odasında her bir tarafın varlığı ile yapmalıdır. Hakim taraflarla, daha önceden tanışıyor olsa bile asla mahkeme dışında iletişim kurmamalıdır.
Hakim, aile fertlerinin kendisinin yargısal mevkiinden faydalandığı izlenimini uyandıracak iş ilişkilerine girmekten kaçınmalarını sağlamalıdır. Bu, makamın kötüye kullanıldığı veya ayrımcılık yapıldığı izleniminin oluşmasının önlenmesi ve hâkimin davadan çekilme olasılığının en aza indirilmesi için unutulmaması gereken bir zorunluluktur.
Hâkim, tarafsız olarak karar veremeyeceği veya ortalama bir kişinin gözünde tarafsız olmadığı izleniminin doğabileceği durumlarda, dava hangi aşamada, hatta karar aşamasında olsa bile davadan çekilmelidir. Davadan çekilmesi gerektiği düşünülen bir hakimin tarafların rızası olsa bile davadan çekilmesi gerekir. Çünkü, adalet hizmetinin açıkça ve tarafsız şekilde yerine getirilmesinde kamunun yüksek bir menfaati bulunmaktadır.
3.3.DÜRÜSTLÜK
Dürüstlük, yargı görevinin doğru biçimde ifası için vazgeçilmez bir unsurdur.
Dürüstlük, kişinin doğruluk ve erdemlilikle davranma özelliğidir. Dürüstlük bileşenleri, doğruluk ve yargı ahlakıdır. Bir hâkim, yalnızca resmi görevlerinin ifası sırasında değil, her zaman onurlu ve yargı görevine yakışan bir tutum sergilemeli; yolsuzluk, hilekârlık ve yalandan uzak şekilde, iyi ve erdemli bir karakterde ve tutumda olmalıdır. Dürüstlüğün tanımlanmış dereceleri yoktur. Dürüstlük mutlaktır. Yargıda dürüstlük bir erdemden fazlası olup, hakimde mutlaka bulunması gereken bir zorunluluktur.
Hakim mesleki yaşamında olduğu gibi özel yaşamında da, toplumsal algılara göre adil ve toplumda değerler yönünden doğruluğu ile temayüz etmiş bir insan gibi, en az onun kadar kusursuz olmalıdır. Dürüstlüğün gereği de budur. Hakimin özel yaşamında da toplumsal değerleri göz önüne alarak, o değerlere uygun davranışlarda bulunması dürüstlüğünün unsurlarından birisidir.
Hakim, mevzuatın tüm kurallarına özenle uymalı onun dışına çıkmamalıdır. Ancak, yasanın elverdiği ölçüde takdir yetkisini tabii olarak kullanabilir. Dürüstlük bu şekilde uygulamayı gerektirmektedir. Kuralların dışına çıkarsa dürüstlükten söz edemeyecektir. Çünkü kanunlara uymak hakimin öncelikli yükümlülüğüdür. Hatta bu yükümlülüğü yerine getirmenin ötesinde özenle getirmek durumundadır. Hakimin gerek mesleki ve gerekse özel yaşamındaki davranışları ve genel tutumu oldukça önemli olup, toplumun yargı ve hakimlik mesleğine olan inancını daha da kuvvetlendirmelidir.
Hakim mesleki faaliyetinde sadece adaleti yerine getirme çabasının ötesinde bunun toplumda fark edilmesini de sağlamalıdır. Hakime ve yargıya duyulan güven ve inanç yargı mensuplarının ehliyet ve özen göstermesi ile oluşmaz, bu kişilerin ayrıca bu güveni sağlamak için dürüst ve ahlaki ilkelere bağlılığı da olmalıdır. Bir başka deyişle iyi bir hakim aynı zamanda sevgi ve saygı dolu iyi bir insan olmalıdır.
Hakim kararlarında adaletin yerine getirildiğini toplumda hissettirmelidir. Karar verirken her türlü şüphe ve güvensizlikten uzak doğru ve adaletli karar verdiği duygusunu topluma vermeli, kuşku uyandıracak her türlü davranıştan kaçınmalıdır.
3.4.MESLEĞE YARAŞIRLIK
Hakimlik mesleğine yaraşırlık ve bu görüntünün verilmesi hakimin tüm faaliyetleri adına vazgeçilmez bir unsurdur. Hakimin mesleğe yaraşırlık unsurunu ortaya koyarken söyleyeceğimiz şudur; hakimin faaliyetlerinde neyi yapıp neyi yapmadığından çok bu yaptığı ve yapmadığı şeylerin toplumda nasıl algılandığı ve nasıl değerlendirildiği konusudur. Hakim bir duruşmada hiçbir art niyeti olmasa bile taraflardan birine daha çok söz veriyor ve onunla daha çok sözlü iletişimde bulunuyorsa bu davranışları ile sanki onun tarafını tutuyor gibi bir algı yaratılmasına sebep olacaktır. Hakim kendisine verilen bir hediyeyi kabul etme veya davet edildiği bir davete icabet etme konusunda öncelikle bunun toplumda nasıl algılanacağını ve bunun toplum cephesinden nasıl görüleceğini çok iyi düşünmelidir.
Bu konuyu yazımda işlerken meslek hayatımda başıma gelen bir olayı kısaca anlatmak isterim;
Anadolu’nun büyük bir ilinde seksenli yılların başlarında İdare Mahkemesi Başkanlığı yaparken, daha önce dosya üzerinden karar verdiğimiz bir polis memurunun meslekten ihraç davasına ilişkin iptal kararından sonra göreve başlayan bu polis memuru teşekkür babında bir kutu baklava almış ve odama gelmişti. Aslında bizim adalete uygun, onun kanunen hakkı olduğu için verdiğimiz bu karardan sonra sadece duyduğu minnet nedeniyle teşekkür etmek için gelmişti. Ben büyük bir tepkiyle bu polis memurunu kovmaktan beter etmiş ve kendisine ‘’sen bizi ne zannettin’’ gibi sözler söylemiştim. Daha sonraki yıllarda, o tarihte 27 yaşında, yanlış hatırlamıyorsam ülkenin en genç İdare mahkemesi başkanı olarak tecrübesizliğimin sonucu olarak böyle bir davranışta bulunduğumu düşünüyorum. Şimdi olsa, yazı işleri müdürümü çağırıp, ona baklava kutusunu verip mahkemede tüm kalemlere dağıtmasını isterdim. Polis memuruna da, adaleti dağıtmanın bizim görevimiz olduğunu, kanuni hakkı olduğu için bu davayı kazandığını ve bizim sadece kanunları uygulayarak kararı verdiğimizi söyleyerek baklava için teşekkür edip onu uğurlardım. Tecrübesizliğim nedeniyle böyle bir davranışta bulunduğum için daha sonra aklıma geldikçe bu olaydan dolayı üzüntü duymadım desem yalan söylemiş olurum. Yukarıda da söylediğim gibi iyi hakimlik yetmez. Hakim iyi bir insan olup, kanuni ölçüler içerisinde tarafların ruh hallerini de düşünmelidir. Benim için o dava sıradan bir ihraç davası iken o polis memuru için meslek hayatının bir başka anlatımla ailesinin tüm gelirinin bittiği, çok zor duruma düştüğü bir durumla ilgili bir davadır. Sonucu onun için oldukça hayatidir.
Hakim toplumdan soyutlanmış izole bir insan değildir. Onunda toplum içinde elbette ilişkileri, dostları ve arkadaşları olacaktır. Ancak bu kişileri seçerken çok dikkat etmelidir. Öncelikle baktığı davaların ilgilisi olan kişilerle ilişki kurmaktan kaçınacağı gibi, seçeceği dost ve arkadaşları da toplumda yıpranmamış, kötü tanınan kişiler olmayacaktır.
Hakim yaşantısıyla örnek olacak şekilde davranacak, şans oyunlarından ve bu oyunların oynandığı mekanlarda bulunmamaya dikkat edecektir.
Elbette hakimin bar, meyhane gibi alkollü yerlere gitmesi yasak değildir. Ancak buralarda müdavim gibi görünmekten kaçınacak ve kötü davranışlar sergilemeyecektir. Sonuç olarak hakim hem yargı mesleğine ve özel yaşantısına dikkat ederek, toplum içinde bir taraftan yargı mensubu olarak bir taraftan da insan olarak davranışlarına azami dikkat ederek kendisine yakışmayan davranış ve söylemlerden kaçınacaktır.
Mesleğe yaraşırlıkla ilgili bir diğer konu hakimlerin, hukuk içindeki profesyonellerle yani avukatlarla ilişkileri önemli konudur. Hakimler tarafsız ve mesleğe yaraşır şekilde yaşayacaklarsa da, bu yaşantı kendilerini toplumdan tecrit edilmiş şekilde fildişi kulelerde inzivaya çekmiş bir şekilde olmayacaktır. Tabii bu hukuk profesyonelleri ile ilişkileri olacaktır ancak onlarla belirli mesafe konulacak, toplumda tarafsızlığına halel geldiği algısını yaratacak şekilde davranmayacaktır. Özellikle hakimler özel hayatlarında bu kişilerle ilişkilerini yanlış anlaşılmaya neden vermeyecek şekilde yürütecektir. Hakimin, kendisini toplumdan ve diğer meslektaşlarından soyutlaması hayatın gerçeğinden uzak kalmasına ve dolayısıyla sağlıklı karar vermesine engel olacaktır.
Hakimler kamusal konulardaki tartışmalara katılmaktan kaçınmalıdır. Ancak kendi baktığı davalar dışında oluşacak hukuksal tartışmalara katılmasında hiçbir engel bulunmamaktadır. Örneğin hukuksal konularda tartışması veya makaleler yoluyla kendi fikirlerini yazılı olarak topluma ve hukuk camiasına açıklaması büyük bir yarar sağlayabilir. Çünkü hakim hukuk bilgisi ile donanımlı bir kişi olmasının dışında verdiği kararlar nedeniyle hayatın olağan akışı içindeki olaylara vakıf bir hukukçudur. Onun fikirleri bu nedenle diğer hukukçulara ve daha sonraki uyuşmazlıklara ışık tutacaktır.
3.5. EŞİTLİK
Yargı görevinin doğru biçimde ifası için mahkeme önünde herkese eşit muamelede bulunmak vazgeçilmez bir unsurdur. Hâkim her türlü önyargı ve ayrımcılıktan kaçınmalı, taraflar arasında denge kurarak herkesin adil yargılanma hakkını kullanmasını sağlamalı ve bu şekilde taraflara eşit muamele ilkesini uygulayarak yargı görevlerini yerine getirmelidir.
Adil ve eşit muamele eskiden beri adaletin temel özellikleri olarak kabul edilir. Kanun önünde eşitlik, yalnızca adalet için temel bir özellik değil, aynı zamanda yargının tarafsızlığıyla yakından bağlantılı olarak yargı hizmetinin sağlıklı olmasının da bir unsurudur. Doğru sonuca ulaşan, ancak tek tipleştirme yapan bir hâkim, var olan veya algılanan tarafsızlığını riske atmaktadır.
Hâkim tek tipleştirmeye, söylentiye veya ön yargıya dayalı davranışlardan etkilenmemelidir. Bu nedenle hakim anılan davranışları fark ederek, hassasiyet göstermelidir.
Mahkemelerin kadınlara ve erkeklere eşit erişim sunmasını sağlamada hâkimin üzerine düşen yükümlülük bulunmaktadır. Bu yükümlülük hâkimin taraflar, avukatlar ve mahkeme personeliyle olan ilişkileri için geçerlidir.
Hâkimlerin avukatlara gösterdiği cinsiyete dayalı ön yargı taşıyan konuşma biçimi, jestler ve diğer davranışlar, kadın avukatlara hitap ederken erkek avukatlara karşı kullanılmayan bazı günlük hayata ilişkin ifadeler, onların fiziksel görünümlerine veya kıyafetlerine yorum yapılması cinsel taciz olarak algılanabilir.
Toplumdaki kültürel, ırksal ve dinsel çeşitliliklerin farkında olmanın ve bunları anlamanın yanı sıra herhangi bir ilgisiz sebepten kaynaklanan ön yargı taşımamak da hâkimin sorumluluğudur.
Hâkim, uygun yollarla toplumda değişen davranışlar ve değerler hakkında bilgi sahibi olmaya çalışmalıdır. Bununda ötesinde hâkim, mesleğine ve kişisel gelişimine yardımcı olacak nitelikteki uygun eğitim fırsatlarından faydalanmaya da gayret etmelidir.
Hâkim, ortalama bir gözlemcinin onun tarafsızlığına haklı bir güven duymasını sağlayacak şekilde davranmaya çalışmalıdır. Kısacası hakim, yargı görevini yerine getirirken, söz veya davranışlarıyla ve ilgisiz gerekçelerle, herhangi bir kişi ya da gruba karşı yanlı veya ön yargılı davranışlar sergileyemez.
Hakim, davanın tarafları, avukatlar ve tanıklara karşı aşağılayıcı, onları küçük düşürücü söz ve davranışlardan kaçınmalıdır. Onlara karşı nazik ve görgü kuralları içinde davranmalıdır. Örneğin hakim ceza verdiği bir sanığı aşağılamamalı sanık ve müştekiye aynı davranış biçimi içerisinde hitap etmelidir.
Hâkim, mahkemesindeki ortamı belirleyen ve adil yargılanma için gerekli atmosferi oluşturan kişidir. Mahkemedeki kişilere yönelik eşit olmayan ya da farklı davranışlarda bulunmamalıdır. Mahkemede hazır bulunan avukatlar, dava tarafları veya tanıklar gibi herkes, insan onuruna ve temel insan haklarına saygılı biçimde muamele görme hakkına sahiptir. Hâkim, mahkemede bulunan herkesin, ırk, cinsiyet, din veya diğer sosyal ve ekonomik sebeplere dayalı ön yargılı tutumlardan korunmasını sağlamalıdır.
Hakim kendisinin çözümlemesi için önüne gelen işle ilgili olarak mahkemenin emrinde olan kişilerin ayrımcılık yapmasına da asla izin vermez.
4.6. EHLİYET VE ÖZEN
Ehliyet ve özen yargı görevinin yerine getirilmesi için en önemli ön koşullardır. Bu husus her zaman ifade edilmektedir.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, her görevi ifa etmek için o konuda yetkin olmak, bir başka deyişle ehliyet sahibi olmak gerekir. Yargı gibi önemli bir görevin yerine getirilmesi için öncelikle bilgi, beceri, konu ile ilgili donanım ve bunu yapabilmek için belli bir süre hazırlık yapılmasını gerektirmektedir. Hakimin görevini layıkıyla yapabilmesi ve ehliyetini ortaya koyabilmesi için yukarıda saydığımız özelliklerin yanı sıra ruhsal ve fiziksel yönden de sağlıklı düşünme ve karar verme yetisine sahip olması gerekir.
Bu satırların yazarının hakimlik mesleğine başladığı tarihte, adli yargıda, “Türkiye’nin her yerinde hakimlik ve savcılık görevini yapabilir” şeklinde rapor alınması gerektiğini söylemek isterim.
Hakim, ehliyetli olduğunu tam olarak gösterebilmek ve bunu mesleğine yansıtabilmek için öfkesini, heyecanını kontrol altına alabilmelidir. Bu kontrolü sağlayamadığı taktirde ehliyetli bir hakim gibi sağlıklı karar vermesi mümkün değildir.
Yine bu satırların yazarı, 1980 öncesi girdiği Danıştay tetkik hakimliği sınavında, kendisi ile birlikte sınava giren, yazılı sınavda ilk üç içerisinde bulunan ve o yıl Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni üçüncülükle bitiren bir meslektaşının bilgi ve donanım yönünden çok üst düzeyde olmasına rağmen heyecanını kontrol edemediği için sınavı kazanamadığına tanık olmuştur. Bugün bu denli titizlikle bir sınav yapılmadığını bilerek bu konunun çok önemli olduğunun altını çizmek isterim. Eğer hakim daha sonra, başlangıçta sahip olduğu bu özelliği meslek sürecinin belli bir noktasında kaybettiği taktirde Anayasa ve usulde paralellik ilkesi kurallarına uyularak sağlık kurulu raporu ile bu görevinden alınmalıdır.
Öte yandan, hakimin sağlıklı değerlendirmeler yaparak tarafsız ve hızlı karar vermesi yargı görevine verdiği özenin bir göstergesidir.
Hakim öncelikle görevini sevmeli, onu benimsemelidir.
Hakimin tek başına görevine özen göstermesi sağlıklı ve hızlı kararlar için yeterli değildir. Bu özeni yerine getirebilmesi için mahkemedeki teknik ve nitelikli personelin de katkısına bağlıdır. Mahkemenin fiziksel imkanları bile bu özenle doğrudan ilgilidir. Mahkemedeki tüm şartların iyi olması, kaynakların ve iş yükünün görev kapasitesi ile orantılı olması da bu özenin ortaya çıkmasının en önemli ön koşullarından bazılarıdır.
Hakimlerin maddi olanakları, bunun devamında aile hayatı, eş ve çocuklarına görevi ile orantılı bir hayat sunması da görevine göstereceği özeni doğrudan etkilemektedir.
Hakimlerin başlangıçta belli ehliyet ve yetilere sahip oldukları yönündeki ön kabul nedeniyle mesleğe alınmalarından sonra meslek içinde iken de bu ehliyetlerini geliştirmeleri gerekir. Bunun için yargı mesleği içinde yetkili organlarca düzenlenecek meslek içi eğitimlere katılmaları ve bu ehliyetlerini daha da geliştirmek için bilgilerini sürekli güncelleyerek içtihatları ve hukuktaki tüm gelişmeleri takip etmelidir.
Burada yeri gelmişken bu konu ile ilgili olarak 521 sayılı Danıştay Kanunun yürürlükte olduğu geçmişte Danıştay bünyesindeki yasal bir durumdan söz etmek isterim.
Danıştay tetkik Hakim adayları (o tarihteki adıyla Danıştay Yardımcılar) Danıştay Başkanlığınca açılacak yazılı ve sözlü sınav sonucunda alınırdı.[8] Sınavı kazanan Danıştay tetkik hakimi adayları bir yıllık adaylık süresi sonunda oldukça üst düzey bir yeterlik sınavına[9] tabi tutulur, kazanamayan olursa ertesi yıl bir kez daha girmek üzere adaylığa devam ederlerdi. Ertesi yıl yapılan yeterli sınavında da başarılı olamayan Danıştay Tetkik Hakimi adaylarının Danıştay’ la ilgisi kesilir ve Genel idare hizmetleri sınıfında bir başka kurum emrine atanırlardı. Yine Danıştay tetkik hakimliği görevine devam edenler her iki yılda bir derece terfi eder, 6.dereceden 5.dereceye geçişte yine adeta üniversite doçentliği sınavı gibi bir sınava tabi olur[10] ve kazanamayanlar bu sınavı kazanana dek 6.dereceden 5. dereceye terfi edemezlerdi. Danıştay’daki bu üniversite benzeri akademik kariyer gibi yükselme bununla da kalmaz 3.dereceden 2.dereceye terfi edecek olan tetkik hakimleri idare hukuku alanında bir tez hazırlar[11] ve bu tezin Tez Kurulunca kabul edilmesiyle 2.dereceye terfi ederlerdi. Görüleceği gibi o tarihte Danıştay’daki görevde yükselme kriterleri adeta üniversitedeki akademik unvanların alınması gibiydi. Bu nedenle o tarihteki Danıştay mensupları gerçekten ehliyetli, yetenekli ve görevinin ehli hakimlerdi. Onların kurduğu idari yargı sistemi ve içtihatları üzerine yürüyen bir idari yargımız onlardan çok şey öğrendi. Bende bu büyüklerimizden çok şey öğrendim ve onların üzerimde çok emeği olduğunun bilincindeyim. Vefat etmiş meslek büyüklerimi rahmetle yad ediyor, halen hayatta olanlara da sağlık ve afiyet diliyorum.
4. HUKUK DEVLETİ VE YARGI
Hukuk, bir toplumda yaşayan bireylerin kendi aralarındaki ilişkileri veya devletle olan ilişkilerini düzenleyen ve yürürlükte bulunan kurallara uyulmasını sağlamak için müeyyidelerle desteklenen bir devlet gücüdür. [12] Hukuk varlığını insanlar arasındaki sosyal, kültürel ve ekonomik ilişkilerden alır. Nihai amacı ise yine kaynağı bulunduğu bu ilişkileri düzenlemektir. ‘Hukuk, zorba devletleri ahlakileştirmek amacını güder.[13]
Hukuk Devleti İlkesi, devletin bütün faaliyetlerinin hukukun öngördüğü kurallara sadık kalması yoluyla devletin hukuk içine çekilmesini, hukuk ile bağlanmasını, serbestinin engellenerek adaletin sağlanmasını, vatandaşların hukuki güvenlik içinde yaşamını devam etmesini sağlar. Hukuk devleti, insan haklarına öncelik tanıyan, hak ve özgürlükleri kollayıcı, eşit bir hukuk düzeni kuran, tüm uygulamalarında hukuka ve anayasaya uyan, yargı denetimine bağlı bulunan bir devleti ifade eder.[14] Anayasa Mahkemesinin 12/11/1991 tarihli kararında; “Temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmadığı, hukukun evrensel kurallarına saygı gösterilmediği ve adaletli bir düzenin gerçekleşmediği bir ortamda hukuk devletinden söz edilemez.” [15] diyerek hukuk devletinde olması gereken bazı özelliklerden de açıkça söz etmiştir. Yine Anayasa Mahkemesinin 10/07/2013 tarihli kararında; “hukuk devleti, her eylem ve işlemi hukuka uygun, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu gerçekleştirerek sürdüren, anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, anayasaya ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve anayasa bulunduğu bilincinden uzaklaştığında geçersiz kalacağını bilen devlettir.”[16] diyerek hukuk devletinin nasıl olması gerektiğine işaret etmiştir.
Anayasalarında hukukun üstünlüğü ilkesi yer alan devletlerin karşılaşabileceği en problemli konu devlet yöneticilerinin kendilerini söz konusu kuralların üzerinde görmesi ve bu kuralların kendilerini sınırlayamayacağı düşüncesinde olmalarıdır.[17] Hukuk devleti kavramını demokrasi, kuvvetler ayrılığı, yargının bağımsızlığı, özgürlük gibi sözcükler tanımlarken, ihlal, aykırılık, haksızlık, adaletsizlik, keyfilik gibi sözcükler ise bu kavramlarla örtüşmeyen, bunların içine girmeyen sözcüklerdir.[18]
Yargı bağımsızlığı, hukuk devletinin temel şartı olmasının yanı sıra adalete uygun yargılamanın güvencesidir. Bu yönüyle hakim yargı bağımsızlığın temsilcisi konumundadır.[19]
5. HUKUK DEVLETİ İLKESİNİN UNSURLARI
Hukuk devletinin özelliklerini anlatmak sayfalar alacağı için sadece özelliklerini maddeler halinde yazmakla yetinip, yeri geldiğince bu özellikler açısından ülkemizdeki yargı etiği sorunlarına ve neler yapılabileceğine değinmeye çalışacağım.
Hukuk devletinin temel unsurları şu şekilde sıralanabilir:
-
- Temel hak ve Özgürlüklerin güvence altına alınması
- Kişi dokunulmazlığı ve güvenliği hakkı
- Anayasal Devlet
- Kuvvetler ayrılığı
- Normlar hiyerarşisi
- Demokratik rejim
- İdarenin kanuniliği ve hukuka uygunluk denetimi
- İdarenin eylem ve işlemlerinden kaynaklanan tazmin yükümlülüğü
- Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi ve Ne bis in idem ilkesi
- Yargının Bağımsızlığı ve Hakimlik Teminatı
- Savunma hakkı
- Adil yargılanma hakkı
Hukuk devleti ilkesinin bu özelliklerini burada sadece sayarken bunları geniş olarak açıklamaktan kaçınarak bu özelliklerin tamamına sahip bir hukuk devletinde yargının nasıl bir durumda olması gerektiği ve ülkemizin bu ilkeler açısından da ne tür eksiklikleri bulunduğunu dilimiz döndüğünce söylemeye gayret göstereceğiz.
6. İDEAL BİR HUKUK EĞİTİMİ VE ÜLKEMİZDEKİ HUKUK EĞİTİMİ
Tüm üniversitelerimizin öğrenci kaynağı olan ortaöğretim okullarının niteliği, hukuk eğitiminde kaliteyi tutturmada belirleyici olmaktadır. Ülkemizde ortaöğrenimin maalesef yetersiz ve niteliksiz oluşu, yine son yıllarda daha fazla açılan İmam Hatip okullarının da hukuk fakültelerinin insan kaynağı içerisinde yer alması hukuk eğitiminin kalitesini düşürmektedir.
Orta öğretimin kalite seviyesinin hukuk lisans eğitimine etkisi, diğer lisans eğitim türlerine göre çok daha önemlidir. Sosyal bilimlerin en önemlilerinden birisi olan hukuk eğitimine başlayan bir öğrencinin temel hukuk derslerinde zorlanmaması, başarılı olması için belli düzeyde sosyal bilimlere ilişkin bilgi birikimine, kavrayış yeteneğine ve iyi bir genel kültüre sahip olması gerekir. Bunlar ileride iyi bir hukukçu olmanın, hukuk eğitiminde etkinliği ve verimliliği sağlamanın temel taşlarıdır.
Bir başka ifadeyle, ortaöğretimde iyi bir mantık, felsefe, sosyoloji, psikoloji, tarih dil ve edebiyat eğitimi almış öğrenciler, hukuk eğitimini özümseyip başarıyla sürdürebilir. Bu nedenle, orta öğretimdeki eğitim kalitesinin yükseltilmesi için büyük reformlar yapılması şarttır. Bu reformlar yapılmadıkça hukuk fakülteleriniz ne kadar üst seviyede olsa da iyi hukukçu yetiştirmeniz asla mümkün değildir.
Hukuk fakültelerinin kaynağı olan ortaöğretim ile ilgili sorunları belirttikten sonra kısaca Hukuk Fakültelerinin durumundan söz etmek gerekir.
Ülkemizde, Hukuk fakültesi sayısının gereksinimin oldukça üzerine çıkması ve özel kriterler aranmaksızın her geçen gün yeni bir fakülte açılması kaliteyi düşürmektedir. Hukukçuların neredeyse tamamının görüşü bu şekildedir.
Bildiğimiz kadarıyla 2021 yılı başı itibariyle Türkiye’de 38’i devlet, 35’i vakıf ve 11’i de Kıbrıs’ta olmak üzere 84 hukuk fakültesi bulunmaktadır. Bu tarihten sonrada açılan yanılmıyorsam 11 hukuk fakültesi de olduğu göz önüne alındığında, 100’e yakın hukuk fakültesine dayanmaktadır. Hukuk fakültesinde bu artışa rağmen maalesef zaten yetersiz olan öğretim üyesi sayısını çok daha aşağıya çekmiştir. Vakıf üniversitelerinin ücret politikaları da devletten özele giden öğretim üyesi akışını hızlandırmış ve Devlet Üniversitesi hukuk fakültelerini olumsuz yönde etkilemiştir.
Öte yandan vakıf üniversitelerine ve Kıbrıs’taki üniversitelere bağlı hukuk fakültelerinin sırf ekonomik devamlılıklarını sağlama adına kontenjanlarını doldurmak ve yine eldeki öğrencilerini kaybetmemek için çok toleranslı ve rahat sınıf geçmeyi sağlayan eğitim sistemi uygulamaları maalesef hukuk eğitiminin de düşmesine neden olmaktadır.
Bu satırların yazarının kendinden büyük meslektaşlarından duyduğu bakalorya yani baraj sınavı uygulamasını hatırladığında hukuk eğitiminin ne denli geriye düştüğünü söylemek zorundayız.
Hukuk eğitimi, öğrencilerin mezun olduktan sonra mesleklerini icra ederken öğreneceği konulara dair dersleri değil bu aşamadayken ihtiyaç duyacakları yeteneklerini ortaya koymak, hukuki problemi doğru anlama, hukuki analiz ve muhakeme gibi, hukukçu gibi düşünce becerisi kazandırmaya yönelik olmalıdır. Maalesef son yıllarda ezberci, pratik yapmayan, sadece konuları bir tarih dersi gibi anlatan bir eğitim modelinde öğrenciler yetiştirildiği ve bu nedenle hukuki muhakeme yeteneğinden çok uzakta mezunlar yetiştirildiği gerçeği ile karşı karşıyayız. Bu durum oldukça üzücüdür.
Yargı etiği kurallarına her yönüyle bağlı yetenekli hukukçular yetişmesi için yukarıda saydığımız sorunların öncelikle çözülmesi gerekir. Şunu söyleyebiliriz ki, iyi bir yargı mensubu olabilmek için, başarılı ve nitelikli bir hukuk eğitimi almış olmak çok önemli bir ön koşuldur.
Ülkemizde hukukun üstünlüğüne dayalı çoğul ve özgürlükçü bir demokrasiye geçme yönünde güçlü ve bilinçli bir toplumsal talebin ve siyasi iradenin ortaya çıkması halinde, bu süreci çabuklaştırma ve kalıcı hale getirmede iyi yetişmiş nitelikli ve yetkin hukukçuların büyük bir katkısı olacağı muhakkaktır. Bu da nitelikli, iyi eğitim almış hukukçularla olur.
7.1- HAKİMLİĞE KABULDE YAPILAN SINAVLAR
Bilindiği gibi hukuk mesleklerine giriş sınavı veya idari yargı ön sınavı 1802 Sayılı Hakimler ve Savcılar Kanununun ilgili hükümlerine göre yazılı ve mülakat sınavı olarak kadrolarda boşalma oldukça Adalet Bakanlığınca yapılmaktadır. Yazılı yarışma sınavı Adalet Bakanlığınca ÖSYM’ne yaptırılmakta, mülakat sınavı ise Adalet bakanının görevlendireceği Bakan yardımcılarının birisinin başkanlığında, Teftiş Kurulu Başkanı, Ceza İşleri, Hukuk İşleri ve Personel Genel Müdürleri ile Hakimler ve Savcılar Kurulu Genel Sekreteri ve Türkiye Adalet Akademisi Danışma Kurulundan seçilecek bir kişi olmak üzere yedi kişiden oluşmaktadır.
Yazılı sınavı Adalet Bakanlığı adına ÖSYM tarafından yapıldığından geçmiş yıllarda bazı yolsuzluklar basına yansımış ve davalar açılmış olsa da bugün itibariyle böyle yolsuzluklar olduğu yönünde bir bilgi ve duyumumuz olmamıştır.
Ancak, mülakat sınavı yukarıda da arz ettiğim gibi, Mülakat Kurulunun oluşumundan da anlaşılacağı üzere, tüm üyeler yürütmenin yani Adalet Bakanlığının memurları olup, Bakanın emrindeki kişilerdir. Mülakatta belli siyasi partiye ve görüşe ait kişilerin kayırıldığı açıkça konuşulmaktadır.
Bunun da ötesinde Danıştay’ın bir çok kararlarına rağmen mülakatlara yargısal denetimin yapılabilmesi adına kamera konulması istenilmekte ise de maalesef sınava kamera konulması yönünde bir düzenleme bulunmadığı için böyle bir denetim yolu da kapalıdır.
Sınavlarda hiçbir kayırma olmadığını kimse ileri süremez. Bu nedenle liyakatli, ehliyetli ve bilgili hakim adaylarının mesleğe alındığını söylemek mümkün değildir. Bu sınavın yürütme erkinin dışında bağımsız bir organca yapılması ancak bu problemi çözecektir. Sınav Kurulu bağımsız ve tarafsız olsa da, mülakat sınavının yargısal denetimi için sınavda kamera kaydı alınması zorunludur. Ancak, bu şekilde hak ve adalet korunabilir. Hakim adaylarının bu şekilde mesleki yeterlilik ve liyakat ilkelerine göre seçilmeleri halinde yargı etiğine uygun bir şekilde mesleğe başlayan yargı mensupları olarak görev yapmaları da sağlanmış olacaktır.
7.2- HAKİMLİK TEMİNATI
Çağdaş ve demokratik devlet kendi belirlediği kuralları hiçbir otoritenin ve gücün etkisi altında kalmadan uygulayabilecek bir yargı sistemi oluşturmak ister ve kendisini bununla yükümlü sayar. Böyle bir devlet bu yoldaki adımlarını yargı bağımsızlığı ve hakimlik teminatı şeklinde atacaktır. Bu adımları atabilen devlet hukuka saygılı, hukuk ilkelerine bağlı, hukukun üstünlüğünü kabul eden devlettir.[20]
Hakim, özellikle yasama ve yürütme organlarından gelecek baskı ve etkilere direnebilecek güçte ve bu nedenle de bağımsız olabilmelidir. Hakim, bu organların dışında da, hiçbir makamın hatta diğer meslektaşlarının da etkisinde kalmamalı onlardan gelebilecek telkinlere de kapalı olmalıdır. Sonuç olarak özetle söylemek gerekirse hakim, Anayasa, Kanun, diğer hukuki düzenlemeler ve vicdani kanaatine göre karar vermelidir. Hakimler yönünden böyle olan bir durum yargılanan kişiler yönünden de çok önemli olup, hakimlik teminatı onlarında başlıca güvenceleridir.
Yargı bağımsızlığı; hukuk devletinin yukarıda da saydığımız temel ilkelerinden birisi olmasının yanı sıra yargılama fonksiyonunun da güvencesidir.
Yargı bağımsızlığını sağlamaya yönelik, onu gerçekten ayakta tutan müesseselerden birisi hatta en önemlisi hakimlik teminatı olarak adlandırılan kişisel bir bağımsızlık durumudur.
Şunu da belirtmemiz gerekir ki, yargının bağımsız nitelik taşıması yargı mensuplarına tanınan bir ayrıcalıklı durum olmayıp, tersine vatandaşların adil yargılanma hakkının güvencesinin temelini teşkil eder.[21]
Yargı Bağımsızlığı ve Hakimlik Teminatı; hakimin üstünlüğünü ve ayrıcalığını sağlamak için değildir. Bu ilkeler, egemen olan iktidar gücüne, devlete, sermayeye ve başkaca güçlere karşı hak arama özgürlüğünün sigortasıdır.
Yargı bağımsızlığı ilkesi hakimlik teminatı ile korunmaya çalışılır. Hakimlerin yasama ve yürütme organlarından bağımsız olduğu, hakimlere direktif veremeyecekleri ve tavsiyede bulunamayacakları olguları hakimlerin bağımsızlığını ifade ederken, anılan bu bağımsızlığı korumaya matuf müesseselere de hakimlik teminatı denilmektedir.[22]
Mahkemeden adil bir karar çıkmasının ön koşulu hakimin ekonomik, coğrafi ve mesleki güvencesinin varlığı hakimlik teminatı ile doğru orantılıdır. Bu güvenceler olmaz ise orada hakimlik teminatından söz edilemez.
Yukarıdaki bölümlerde de belirttiğimiz gibi Bangalore Yargı Etiği ilkelerinde, yargı bağımsızlığı kapsamında ortaya çıkan hakimlik teminatına; ‘’Hakim herhangi bir yerden herhangi bir sebeple doğrudan ya da dolaylı olarak gelebilecek her türlü dış etki, rüşvet, baskı, tehdit ve müdahaleden uzak şekilde, olaylara ilişkin kendi değerlendirmesine dayanarak ve hukuka dair kendi vicdani anlayışı ile uygun biçimde yargı işlevini bağımsız olarak yerine getirmelidir. ilkesiyle yer verilmiş ve önemi vurgulanmıştır.[23]
Hakimlik teminatı kavramı, hakimlerin özlük işlerinin kim tarafından yapılacağını sorgulamamızı gerektirecektir. Özlük işlerinin tamamının yürütme veya yasama organına bırakılması teminata vurulacak en büyük darbedir.
Her şeyden önce Yargı bağımsızlığı ve hakimlik teminatının koruyucusu konumunda olan Hakimler Savcılar Kurulu’nun (HSK) idari işlem niteliğindeki kararlarının yargı denetimi dışında bırakılması hakimlik teminatını zedeleyen başlıca unsurdur.
Özlük hakları hakkında HSK tarafından verilen bir kararı yargı önüne götüremeyen bir hakimin teminat altında olduğundan söz edilemez.
Ekonomik durumları rahat çalışmalarına olanak sağlamayan, yüksek mahkeme üyeleri ile 1.sınıfa ayrılmış hakimler arasında yüksek hakimler lehine ayrıcalık getiren hükümler hakimlerin motivasyonunu bozmuştur. Açılan davada, düzenlemenin Anayasaya aykırılığı öne sürülmüş, davaya bakan idare mahkemesi konuyu Anayasa Mahkemesine taşımıştır. Hakimler arasında huzursuzluğa yol açan bu hükümlerle ilgili olarak Anaya Mahkemesinin kararı beklenmektedir.
Hakimlik teminatı ile ilgili Anayasal ve yasal hükümler ne kadar hukuk devleti ilkelerine uygun ve mükemmel olursa olsun eğer bu hükümler uygulamada yer bulmuyor, yasama ve yürütme erki bu düzenlemelere aykırı davranıyor ve uymuyorsa böyle bir sistemde yargı bağımsızlığından ve hakimlik teminatından asla söz edilemez.
Hakimlerin teminatsız olması, etki altında bırakılması, hukuk dışı baskılara karşı gelen hakimlerin her an meslekten azledilme kaygısı içinde olmaları veya coğrafi teminata aykırı olarak başka bölgelere atanabilecekleri tehdidi altında görev yapmaları adil yargılama ilkeleri ile bağdaşmayacağı gibi bu şartlarda çalışan hakimler de maalesef adaletli karar veremezler.
8.1- YARGININ YASAMAYA KARŞI OLAN BAĞIMSIZLIĞI
Yargı bağımsızlığının en önemli öğesi olan hakimlerin kararlarını kanunların çizdiği sınırlar içerisinde ve vicdani, kanaatlerine göre özgür bir irade ile karar verebilmesinin öncelikli şartı yargının yasama erkine karşı bağımsız olmasıdır. [24]
Anayasamızın 11.maddesi[25] Anayasa hükümlerinin temel hukuk kuralları olduğunu, kanunların Anayasa’ya aykırı olamayacağını hükme bağlamıştır. Bu Anayasal hüküm yasama erkinin hukuk kurallarına ve Anayasaya uygun davranmak zorundadır. Yasama organının kanun çıkarma temel görevi olması nedeniyle yargı üzerinde hakimiyet kurma olasılığı olabilir. Bu nedenle yasama organı ya kanunları çıkarmadan önce bu durumu sağlaması yada kanunlar çıktıktan sonra kanunlar üzerinde bir denetimin varlığı adına Anayasa Mahkemesinin önemi ortaya çıkmaktadır. Bu yönüyle Anayasa Mahkemesinin denetimi ön plana çıkarak yasama organının sınırlandırılması yargı bağımsızlığı adına en önemli kazanım olmuştur. Anayasaya uygunluk için hukuk devletinde düzenlenen yemin etme, çift meclis tesisi, yasaların halk oyuna sunulması, bazı demokrasilerde Recal (geri çağırma), yasaların hazırlanmasında uzmanlardan faydalanılması gibi müesseseler de öngörülmüştür. Fakat bu müesseselerden hiçbirisi kanunların Anayasaya uygunluk denetimi görevini yapan Anayasa yargısı kadar etkin olamamıştır.
Bu nedenle 1961 Anayasası ile yasamanın çıkardığı kanunların Anayasaya uygunluk denetimini yapacak bir Anayasa Mahkemesinin kurulması, yasama organın bu önemli işlevinin yargıya açık hale getirilerek, yargıya karşı olabilecek olası bir müdahalenin önüne set çekilmiştir.
1982 Anayasasının 140. Maddesinde[26] Hakimlerle ilgili çeşitli durumları TBMM’nin çıkaracağı kanunlarla düzenleneceği hükmü ile yasamanın alanı bir anlamda genişletilmiştir. Maddenin içinde kanunla yapılacak bu düzenlemenin ‘’mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre’’ yapılması koşulu getirilerek yargı bağımsızlığı korunmaya çalışılmıştır. Ancak, yargının yasama erkine karşı yargı bağımsızlığı anlamında en büyük güvencesi Anayasa Mahkemesidir.
8.2- YARGININ YÜRÜTMEYE KARŞI OLAN BAĞIMSIZLIĞI
Yargının bağımsızlığına gelebilecek en büyük tehlikenin kaynağının yürütme organı olabileceği düşünülmektedir. Yürütme ile yargı erki aralarındaki sınırlar tarihsel süreç içerisinde iş bölümü yapılarak çizilmiştir. İdarenin, yargı mensuplarının yargısal görevleri dışında kalan idari işlemleriyle ilgili alanda etkin olması, Anayasal güvence altına alınan hakimlerin bağımsızlığı ve tarafsızlığını sağlamanın da ötesinde idarece bir güç, baskı unsuru olarak kullanılabileceği tartışmasızdır.
İkbali, idari bir makamın elinde olan bir yargıcın ne denli bağımsız ve tarafsız olabileceği izahtan varestedir.[27] Hakimlik teminatı ve yargı bağımsızlığı adına bu durum asla kabul edilebilecek bir durum değildir. Böyle bir yetki mutlaka bağımsız bir makamın elimde bulunmalıdır. Anayasamızın Cumhurbaşkanının görevlerini sayan 104 maddesi[28] Cumhurbaşkanının af yetkisi olup, Mahkemelerin bağımsızlığına ilişkin Anayasa 138.maddenin yürütme açısından bir istisnası olup, yargının yetki alanına giriş söz konusudur.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay üyelerinin belli bölümünü ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ile Başsavcı Vekilinin Cumhurbaşkanı tarafından seçilmesi yargı bağımsızlığı adına olumsuz ve bağımsızlık olgusuna ters düşen bir durumdur.[29] Acilen bu hükümlerin değiştirilmesi ve yargı içinde bağımsız yargı mensupları tarafından seçilmeleri gerekir. Aşağıda Hakimler Savcılar Kurulu (HSK) ile ilgili olarak söz edeceğimizden burada bu konuyu geçeceğiz.
9. ÜLKEMİZDE YARGI BAĞIMSIZLIĞININ DURUMU
Ülkemizde yargının bağımsızlığı uzun yıllardır tartışılan bir konudur. Bu konuda yaygın, birden çok öneri ve eleştiriler bulunmaktadır. Bu konuları bir başka deyişle yargı bağımsızlığını etkileyen ve zedeleyen durumları aşağıda özetle sunmaya çalışacağız.
1982 Anayasasının Hakimler ve Savcılar Kurulu Başlıklı 159. maddesinde[30] düzenlenen hükümde Kurul başkanının Adalet Bakanı olması ve yine müsteşarın da Kurulun tabii üyesi olması en çok eleştirilen ve bağımsızlığı zedelen bir hüküm olmuştur. Bunların dışında kalan Kurul üyelerinin Yargıtay ve Danıştay üyelerinden oluşması ve böylece Kurulun yargının tamamını kapsamaması da ayrı bir eleştiri noktası olmuştur.
Diğer bir eleştiri konusu anılan 159.maddenin devamında Kurulun meslekten çıkarma cezasına ilişkin olanlar dışındaki kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulamayacağı yönündeki hükümdür. Bu hükmün hukuk devleti ilkesini zedelediği konusundaki düşünceye çoğu hukukçu iştirak etmektedir.
HSK bir yüksek mahkeme değildir. İdari bir makam olduğunda tereddüt bulunmamaktadır. Anayasamızın 125.maddesi açıktır. İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olmasına karşın yargı bağımsızlığının en önemli unsuru olan hakimlik teminatının taşıyıcı kolonu olan hakimlerin özlük haklarına ilişkin olarak meslekten ihraç dışında yargı yoluna başvuramamasını anlamakta güçlük çekiyorum. Hukuka saygılı, yargısının bağımsızlığına ve adaletine güvenen bir devlet asla hakimleri için bu yolu kapatmaz ve kapatmamalıdır.
Hakimlik teminatı ile ilgili söyleyeceğimiz bir başka konu, yine 159.maddede yer alan hakimlerle ilgili denetleme, görevleri ile ilgili suçlar konusunda araştırma , inceleme ve soruşturmanın ilgili dairenin teklifi ve HSK başkanının oluru ile Kurul müfettişlerine yaptırılacağı, müfettişlerini atama yetkisinin Adalet Bakanına ait olduğu yazılmıştır. Maddede yine görüleceği üzere Genel Sekreterin kurulun göstereceği 3 aday arasından HSK başkanınca atanacağı da belirtilmiştir. Bu nedenle
Kurulun bütçesinin bağımsız olmaması, sekretaryası ve dolayısıyla hakimleri denetleyecek müfettişlerin Adalet Bakanının bir anlamda kontrolü altında, ikballerinin ona bağlı olması yargı bağımsızlığını zedeleyen konular olarak ortaya çıkmaktadır.
Bu bağlamda bir diğer nokta Hakim savcıların denetimi, atanmaları konusundaki öneriler Bakanlığın emrinde olan müfettişlere bırakılırken, soruşturma izninin Adalet Bakanına bırakılması çelişki yaratmaktadır.
2010 Anayasa değişikliği ile, daha önceden Yargıtay ve Danıştay’ca seçilen Kurul üyelerinin seçiminde değişikliğe gidilerek, Cumhurbaşkanı, Adalet Akademisi, idari ve adli yargı hakim ve savcıların da etki edebilmesine olanak tanınmıştır. 2017 Anayasa değişikliği ile birlikte Kurulun 4 üyesinin Cumhurbaşkanı tarafından seçileceği, 7 üyesinin TBMM tarafından seçileceği hüküm altına alınarak, Yargıtay, Danıştay ve Adalet Akademisinin Kurula üye seçmesi usulüne son verilmiştir.
Şunu öncelikle söylememiz gerekir ki, yüksek yargı organlarının üye seçimlerinde salt çoğunluk ve gizli oy yöntemleri kullanılmalıdır. Öte yandan Yargı organlarının Anayasa Mahkemesine üye seçimlerini kendilerinin yapması, yargı bağımsızlığını güvenceye alacağı gibi yargı üzerindeki siyasi spekülasyonları da ortadan kaldıracağına inanıyoruz.
2017 Anayasa değişikliği ile gerçekleştirilen bir diğer değişiklik Askeri Yargıtay ve AYİM’in kaldırılmasıdır. Bazı çevreler Askeri yargıda görev alan hakimlik vasıflarını taşımayan asker rütbeli üyelerin bulunması yargı bağımsızlığını sarstığı gerekçesiyle eleştirmişlerdir. Ancak, bizce çözüm Askeri Yargıtay’ın ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin kaldırılması değil sadece hakim sınıfından olan hakim subaylarla çalışacak bir yargı şeklinde restore edilseydi daha olumlu olurdu diye düşünüyoruz. Tam bir örnek olmamakla birlikte askeri sağlık kuruluşlarının kaldırılması çoğunlukla olumsuz bulunuyorsa, askeri sağlık hizmeti gibi askeri yargı da özel teknik bilgileri ve psikolojiyi gerektiren bir faaliyet olduğundan bağımsız yargı özelliklerini taşıyan bir sistem içerisinde hakim teminatını haiz hakim subaylardan oluşan bir yargı sistemi kurulsa daha isabetli olurdu diye düşünüyoruz.
10. SONUÇ
Yargı etiği ve bu etiğin gerektirdiği kurallara uyulması gerçekten çok önemli olup, bu kurallara uyan, yargı etiğinin gerektirdiği şekilde hareket eden yargı mensupları çoğaldıkça yargının kalitesi olukça yükselecektir.
Yargı faaliyeti ve bu faaliyeti yerine getiren bir hukukçu, ortaöğretimden başlayan ve hukuk fakültesi ile devam eden bir eğitim ve bunun sonunda kazanılan bir sınavdan sonra meslek içi eğitim ve deneyimlerle süren bir meslek hayatı… Bu yol gerçekten meşakkatli, yorucu ve büyük bir sorumluluk gerektiren süreçtir.
Bir hakim hiçbir etki altında kalmaksızın, kanunlara uygun ve vicdanı rahat olarak bir karar vermişse elbet gece yastığına başını koyduğunda rahatça uyuyacaktır. Tabi bu kişilik olarak dürüst ve vicdanlı bir insan portresine uygun bir örnektir.
Yargı bağımsızlığı ve hakimlik teminatı adına bilenen ve belki de daha önce çok defa söylenmiş önerileri tekrarlamak isterim.
Tam bir yargı bağımsızlığı ve hakimlik teminatı sağlayacak yargı reformunun varlığı şarttır.
Yargı kağıt üstünde değil uygulamada da olabilecek şekilde, güçlü bir yürütme ve yasama organına karşı korunmalı ve bu ortam içerisinde kararını vermelidir.
Hakim ve savcı adaylarının seçilmesinde objektif kurallar düzenlenmeli, hakim ve savcı adayı belirleme sınavlarında yürütme organın etkisi tamamen ortadan kaldırılmalı veya en aza indirgenmelidir. Ülkemizde, halen bütünüyle siyasetin denetimine ve müdahalesine olanak sağlayan, objektiflikten uzak bir sürecin yürütülmekte olduğu herkesin malumudur. Gerçekleştirilen mülakatlar neticesinde, sınavdan aldığı not veya liyakat ölçütü yerine sınav komisyonunun taraflı ve keyfi sorularına verilen cevaplar çerçevesinde takdire dayalı bir atama sistemi olup, bu durum hakim ve savcı bağımsızlığı yönünden oldukça önemli kuşkular doğurmaktadır. Anılan mülakatlarda kamera sistemi de konulmayarak, sınav adeta yargı denetiminden de kaçırılmaktadır
Hakimlerin mesleğe kabul, atama ve terfi, disiplin ve görevden alınma işlemlerine ilişkin usul ve kurallar objektif nitelikte olmalı, ayrımcılık yasağına aykırı olmamalı ve ilgili mevzuatta açıkça yer almalıdır.
Köklü bir demokrasi ve hukuk kültürünü haiz olmayan yeni demokrasilerde, yargı bağımsızlığının korunması bakımından en iyi model, hakimlerin yasama ve yürütmeden ayrışmış tam bağımsız bir kurul tarafından atanmaları ve özlük haklarının bu kurulca yerine getirilmesidir. Bu kurulun üyelerinin tamamı hakimlerden oluşmalı ve kurul atama ve terfilerde belirleyici bir rol üstlenmelidir. Bu kurul, hakimlerin kariyerlerini etkileyen her türlü inisiyatifin kullanılmasında söz sahibi merci olmalıdır.
Bir diğer önerimiz, geçmişte 521 sayılı Danıştay Kanununun yürürlükte olduğu süreçte Danıştay’da meslek içinde yükselmenin adeta akademik kariyer kazanımı gibi olduğunu belirtmiştik.[31]
Hakimlerin atanması ve terfi konusunda sınav sisteminin benimsenmesi oldukça büyük bir güvence sağlamaktadır.
Sınav sistemi ile birlikte hakimlerin tamamen objektif kriterlere göre kendisinden kıdemli birkaç hakim tarafından değerlendirilmesinin getirilmesi de yararlı olacağını düşünüyoruz..
Hakimlerin terfiine, görev ve yer değiştirmelerine ilişkin kararlar ilgili hakimlerle görüşülerek alınmalı ayrıca karardan sonra ilgili hakime yeniden incelenme talep etme hakkı tanınmalıdır.
Hakimler ancak yasada öngörülmüş usul ve nedenlerle görevden alınmalı, bu konularda da karar verecek yetkili kurul yasama ve yürütmeden bağımsız olmalıdır.
Görev süreleri dolmadan görevden alınan veya yerleri değiştirilen hakimlere etkili bir yargısal başvuru hakkı verilmesi gerekir.
Kısaca söyleyebileceğimiz diğer husus, yargı bağımsızlığı için coğrafi güvencenin varlığının zorunlu olduğu, yine hakimin kararından dolayı hukuki sorumluluğunun ve rücu mekanizmasının işletilmesinin sağlanması gerektiğidir.
Tüm umudumuz gelecekte bütün kurumları ile saat gibi işleyecek gerçek bir demokraside, yargının da aynı saatin bir parçası gibi çalışarak adalet, hakkaniyet içerisinde tarafsız ve bağımsız hakimlerce etkiden uzak karar verilmesidir. Bir gün bu noktaya geleceğimiz inancındayım.
Dipnotlar ve Kaynakça:
[1] Baseak Avukatlık Ortaklığı, Of Counsel
[2]Söz konusu uluslararası metinler için bkz. T.C. Adalet Bakanlığı Avrupa Genel Müdürlüğü, Yargı Etiği ve Yargı Bağımsızlığı Konusunda Uluslararası Belgeler, Ankara Eylül 2004, http://www.abgm.adalet.gov.tr/ pdf/bangalortr.pdf, (E.T. 30.07.2023).
[3] T.C. Adalet Bakanlığı Avrupa Genel Müdürlüğü, Yargı Etiği ve Yargı Bağımsızlığı Konusunda Uluslararası Belgeler, Ankara Eylül 2004.s.14-18
[4] Gürsel ÖZKAN, “Yargı Etiği, Yargıya Güven ve Şeffaflık”, Yargıtay Etik, Şeffaflık ve Güven Projesi Açılış Sempozyumu, Ankara, 13-14 Nisan 2017, s. 54.
[5] Tuğan, E.N, Ömür Demirdal Gönülşen, U. (2020). Türkiye’de Yargı Etiği İlkeleri Üzerine Bir İnceleme. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 24 (Aralık Özel Sayı), 85-100.
[6] Demirdal, M. Balkan Niğde Ömer Halisdemir Ünv. H.F.Dergisi Yargı Etiği Konusunda Türkiye’deki Güncel Gelişmeler Üzerine Bir Değerlendirme, Niğde s.99
[7] 14.03.2019 gün ve 30714 sayılı Resmi Gazete.
[8] 521 Say. mülga Danıştay Kanunu Md.15
[9] 521 Say. Mülga Danıştay Kanunu Md.15
[10] 521 Say. Mülga Danıştay Kanunu Md.121
[11] 521 Say. Mülga Danıştay Kanunu Md.123
[12] Ejder Yılmaz ‘Hukuk Sözlüğü’ Ankara, Yetkin Yayınları, 2005 s.490
[13] Sami Selçuk, Bağımsız Yargı Özgür Düşünce, 1. Baskı, Ankara, İmge Kitapevi, Mart 2007, s.37
[14] Muhittin Taylan, Hukuk devleti Sempozyumu, İzmir Barosu,1974, s.46
[15] Anayasa Mahkemesinin 12/11/1991 gün ve E.1991/7, K.1991/43 say. Kararı
[16] Anayasa Mahkemesinin 10/07/2013 gün ve E.2012/94, K.2013/89 say. Kararı
[17] Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Hukuk Devleti Sempozyumu, İzmir Barosu, 1974. s.18
[18] Güneş Müftüoğlu, Sosyal Devlet ve Hukuk Devleti, 1.BaskıAnkara, Seypa Yayınları, 1996,s.327
[19] Yargı Etiği ve Yargı Bağımsızlığı Konusunda Uluslararası Belgeler, Ankara, Eylül 2004.s.3
[20] Kurtuluş Tayanç Çalışır ‘Teoride ve Pratikte Yargı Bağımsızlığı’ 2.Baskı, Ankara, Adalet Yayınevi, 2016, s.12
[21] Özdemir Özok, ‘’Hukuk Devleti ve Yargı Bağımsızlığı’’ TBB Dergisi, Sayı 84, 2009, s.27
[22] Baki Kuru, ‘’Hakim ve Savcıların Bağımsızlığı ve Teminatı, Ankara, Sevinç Matbaası, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, 1966, s.6
[23] Bangalor Yargı Etiği ilkeleri http:/www.hsk.gov.tr/eklentiler/dosyalar/4a92e0cc-e94b-4912-aaf9-5dfe5b885e98.pdf
[24] Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Ekin Yayınevi, 4.Baskı, Bursa.2007, s.848
[25] XI. Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü
MADDE 11- Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.
Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.
[26] C. Hâkimlik ve savcılık mesleği
MADDE 140- Hâkimler ve savcılar adlî ve idarî yargı hâkim ve savcıları olarak görev yaparlar. Bu görevler meslekten hâkim ve savcılar eliyle yürütülür.
Hâkimler, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre görev ifa ederler.
Hâkim ve savcıların nitelikleri, atanmaları, hakları ve ödevleri, aylık ve ödenekleri, meslekte ilerlemeleri, görevlerinin ve görev yerlerinin geçici veya sürekli olarak değiştirilmesi, haklarında disiplin kovuşturması açılması ve disiplin cezası verilmesi, görevleriyle ilgili veya görevleri sırasında işledikleri suçlarından dolayı soruşturma yapılması ve yargılanmalarına karar verilmesi, meslekten çıkarmayı gerektiren suçluluk veya yetersizlik halleri ve meslek içi eğitimleri ile diğer özlük işleri mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.
Hâkimler ve savcılar altmışbeş yaşını bitirinceye kadar hizmet görürler; askerî hâkimlerin yaş haddi, yükselme ve emeklilikleri kanunda gösterilir.
Hâkimler ve savcılar, kanunda belirtilenlerden başka, resmî ve özel hiçbir görev alamazlar.
Hâkimler ve savcılar idarî görevleri yönünden Adalet Bakanlığına bağlıdırlar.
Hâkim ve savcı olup da adalet hizmetindeki idarî görevlerde çalışanlar, hâkimler ve savcılar hakkındaki hükümlere tâbidirler. Bunlar, hâkimler ve savcılara ait esaslar dairesinde sınıflandırılır ve derecelendirilirler, hâkimlere ve savcılara tanınan her türlü haklardan yararlanırlar.
[27] Tosun Öztekin, Türk Suç Muhakemesi Hukuku Dersleri, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi yayınları, C.1, İstanbul 1984, s.432.
[28] …. Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebiyle kişilerin cezalarını hafifletir veya kaldırır.
[29] Kurtuluş Tayanç Çalışır ‘Teoride ve Pratikte Yargı Bağımsızlığı’ 2.Baskı, Ankara, Adalet Yayınevi, 2016, s. 30.
[30] III. Hâkimler ve Savcılar Kurulu
MADDE 159- (Değişik: 12/9/2010-5982/22 md.)
(Değişik: 16/4/2017-6771/14 md.) Hâkimler ve Savcılar Kurulu, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulur ve görev yapar.
(Değişik: 16/4/2017-6771/14 md.) Hâkimler ve Savcılar Kurulu onüç üyeden oluşur; iki daire halinde çalışır.
(Değişik: 16/4/2017-6771/14 md.) Kurulun Başkanı Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabiî üyesidir. Kurulun, üç üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adlî yargı hâkim ve savcıları arasından, bir üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idarî yargı hâkim ve savcıları arasından Cumhurbaşkanınca; üç üyesi Yargıtay üyeleri, bir üyesi Danıştay üyeleri, üç üyesi nitelikleri kanunda belirtilen yükseköğretim kurumlarının hukuk dallarında görev yapan öğretim üyeleri ile avukatlar arasından Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilir. Öğretim üyeleri ile avukatlar arasından seçilen üyelerden, en az birinin öğretim üyesi ve en az birinin de avukat olması zorunludur. Kurulun Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilecek üyeliklerine ilişkin başvurular, Meclis Başkanlığına yapılır. Başkanlık, başvuruları Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona gönderir. Komisyon her bir üyelik için üç adayı, üye tamsayısının üçte iki çoğunluğuyla belirler. Birinci oylamada aday belirleme işleminin sonuçlandırılamaması halinde ikinci oylamada üye tamsayısının beşte üç çoğunluğu aranır. Bu oylamada da aday belirlenemediği takdirde, her bir üyelik için en çok oyu alan iki aday arasında ad çekme usulü ile aday belirleme işlemi tamamlanır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Komisyon tarafından belirlenen adaylar arasından, her bir üye için ayrı ayrı gizli oyla seçim yapar. Birinci oylamada üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu; bu oylamada seçimin sonuçlandırılamaması halinde, ikinci oylamada üye tamsayısının beşte üç çoğunluğu aranır. İkinci oylamada da üye seçilemediği takdirde en çok oyu alan iki aday arasında ad çekme usulü ile üye seçimi tamamlanır.
(Değişik: 16/4/2017-6771/14 md.) Üyeler dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler bir kez daha seçilebilir.
(Değişik: 16/4/2017-6771/14 md.) Kurul üyeliği seçimi, üyelerin görev süresinin dolmasından önceki otuz gün içinde yapılır. Seçilen üyelerin görev süreleri dolmadan Kurul üyeliğinin boşalması durumunda, boşalmayı takip eden otuz gün içinde, yeni üyelerin seçimi yapılır.
(Değişik: 16/4/2017-6771/14 md.) Kurulun, Adalet Bakanı ile Adalet Bakanlığı Müsteşarı dışındaki üyeleri, görevlerinin devamı süresince; kanunda belirlenenler dışında başka bir görev alamazlar veya Kurul tarafından başka bir göreve atanamaz ve seçilemezler.
Kurulun yönetimi ve temsili Kurul Başkanına aittir. Kurul Başkanı dairelerin çalışmalarına katılamaz. Kurul, kendi üyeleri arasından daire başkanlarını ve daire başkanlarından birini de başkanvekili olarak seçer. Başkan, yetkilerinden bir kısmını başkanvekiline devredebilir.
Kurul, adlî ve idarî yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapar; Adalet Bakanlığının, bir mahkemenin kaldırılması veya yargı çevresinin değiştirilmesi konusundaki tekliflerini karara bağlar; ayrıca, Anayasa ve kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirir.
(Değişik: 16/4/2017-6771/14 md.) Hâkim ve savcıların görevlerini; kanun ve diğer mevzuata (hâkimler için idarî nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetleme; görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hal ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemleri, ilgili dairenin teklifi ve Hâkimler ve Savcılar Kurulu Başkanının oluru ile Kurul müfettişlerine yaptırılır. Soruşturma ve inceleme işlemleri, hakkında soruşturma ve inceleme yapılacak olandan daha kıdemli hâkim veya savcı eliyle de yaptırılabilir.
Kurulun meslekten çıkarma cezasına ilişkin olanlar dışındaki kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulamaz.
Kurula bağlı Genel Sekreterlik kurulur. Genel Sekreter, birinci sınıf hâkim ve savcılardan Kurulun teklif ettiği üç aday arasından Kurul Başkanı tarafından atanır. Kurul müfettişleri ile Kurulda geçici veya sürekli olarak çalıştırılacak hâkim ve savcıları, muvafakatlerini alarak atama yetkisi Kurula aittir.
Adalet Bakanlığının merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında geçici veya sürekli olarak çalıştırılacak hâkim ve savcılar ile adalet müfettişlerini ve hâkim ve savcı mesleğinden olan iç denetçileri, muvafakatlerini alarak atama yetkisi Adalet Bakanına aittir.
Kurul üyelerinin seçimi, dairelerin oluşumu ve işbölümü, Kurulun ve dairelerin görevleri, toplantı ve karar yeter sayıları, çalışma usul ve esasları, dairelerin karar ve işlemlerine karşı yapılacak itirazlar ve bunların incelenmesi usulü ile Genel Sekreterliğin kuruluş ve görevleri kanunla düzenlenir.
[31] Üst bölümde sayfa 10.