YARGI ETİĞİ Mİ O DA NE ? / İbrahim Fikri Talman- (E)Yargıç
“Yargı Etiği İlkelerini Nasıl Yaşama Geçirebiliriz?” sorunu, daha doğrusu sorunsalı bana hayli zorlayıcı geldi. Nasıl olmasın ki, yaklaşık 45 yılını yargıya vermiş biri olarak, çalıştığım süre boyunca yargı etiğinin, bırakın gerektiği gibi uygulanmasını, asgari düzeyde bile bunun gerçekleştiğini hatırlamıyorum.
Kendimi hariç tutmaksızın söylemem gerekirse, mesleğe başladığım 1981 yılında yargı etiğini bir kavram olarak bile duymadığım gibi, görevdeki diğer meslektaşlar da bu konuda bir şeyler biliyor değildi. Çünkü, hiç kimsenin sözünü etmediği bir konuydu. Belki avukat meslektaşlarımızdan ve üniversite öğretim üyelerinden bilenler vardı ama onlar da bunu yansıtıyor ya da aktarıyor değildiler.
Yanlış hatırlıyor olabilirim, ama ben 4 yıl eğitim gördüğüm İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde herhangi bir derste yargı etiğinden söz edildiğini de hatırlamıyorum. Olasılıkla hukuk fakültelerinin ilgi alanında ve ders düzeninde yoktu. Şimdilerde herhalde hukuk fakültelerinde ders veya kavram olarak okutulmakta ve öğrencilere aktarılıyor olmaktadır sanırım. O zamanlar Adalet Bakanlığı ile Hakimler ve Savcılar (Yüksek) Kurulu’nun gündeminde bu konu yer almadığından, herhangi bir meslek içi eğitim de almadık. Meslek içinde iken, elbette yargıç ve savcıların, hatta avukatların meslek veya özel yaşamlarıyla ilgili davranış kalıpları konusunda bir şeyler öğrenmiş ve uygulamakta idik. Ama, tüm bunların yargı etiği olduğunu söylemek bana anlamsız geliyor. Çünkü, yargı etiğinin ne olduğunu ve ne olmadığını artık bilecek durumdayız.
Yargı etiği kavramı ile ilk karşılaşmam, 2000 yılının ortalarında atandığım İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinde görev yaparken gerçekleşti. Ayrıntılarını hatırlamadığım bir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararında yargı etiğine vurgu yapılıyordu. O dönemde, AİHM’in kararlarındaki farklı ve bizimkilere göre oldukça yüksek standartlar çok dikkatimi çekmişti. Sonrasında da sürekli izlediğim AİHM kararlarını dikkate almaya başladım ve biraz da araştırarak yargı etiği kavramına önem ve kendime de çeki düzen verdim(!!).
Ne var ki, gerek yargıç ve savcılar ve gerekse avukat meslektaşların bu konularda yeterince bilgili olmadıklarını ve bu kavrama gereken önemi vermediklerini net şekilde hatırlıyorum. Bu arada, kimi akademisyenler ve hukukçuların konuya dair kitaplar yazıp yayınladıklarını öğrendiğimde bunları alıp bilgi ve görgümü geliştirdim. Sanırım ondan sonra kendimi mesleğe daha yaraşır buldum ve öyle çalıştım.
Meslek yaşamım çerçevesinde yargı etiği hakkında yaşadıklarım bunlardan ibaret ise de, edindiğim bilgi ve beceri sonrasında yargı etiğine ilişkin dikkatimi çeken çok sayıda olay yaşadığımı söyleyebilirim. Ne yazık ki, bunların çoğu, belki de tamamı olumsuz örnekler. Bir defasında, kendisine, Savcılar İçin Budapeşte İlkelerinden söz ettiğim bir Savcı arkadaşım, ”hiç duymadığını” söylemişti. Açıklayıp araştırmasını belirttim, ama yaptığını sanmıyorum ve belki de hiç öğrenmeden emekli olmuş olabilir. Başka bir kez, duruşmada sanığa “esip gürleyen” bir ağır ceza mahkemesi başkanını da, kullandığı sözcüklere dikkat etmesi şeklinde uyararak yargı etiğinden bahsettiğimde, “bırak bu Avrupa Birliği laflarını” cevabını almıştım.
Avukat meslektaşların da kimi zaman etik dışı konuşma ve tavırlarına tanık olmuşluğum oldu. Zaman zaman yargıç,savcı ve avukatların nezaket sınırlarını çok aşan tavır ve yaklaşımlarını da gördüm ve üzüldüm. Ne yazık ki, Türk Hukuk sisteminde konu gereğince incelenmiş, öğrenilmiş ve meslek mensuplarınca benimsenmiş değildir. Eskiye göre olumlu gelişmeler olsa bile henüz istenen seviyede olmaktan oldukça uzaktır.
Kolluk Güçlerinin Zor ve Silah Kullanmalarına Dair Temel Prensipler
Giriş bölümünde ‘yargı etiği sorunsalı’ndan söz ettim. Zira, kavram sorun olmaktan ziyade farklı ve sayısal olarak birden epeyce fazla sorun içeriyor. Bunun bir nedeni, bu konuda çok değişik kurum ve kuruluşların yaptığı düzenlemeler ise, bir diğeri de, konunun sadece yargıç, savcı ve avukatlar ile sınırlı olmayıp ceza infaz kurumu personeli, noterler ve özellikle kolluk gücü mensupları ile ilgili kurallar içeren metinlerin bulunması. Hatta, kamuda çalışan görevliler, yani memurlar için bile etik kuralların varlığı söz konusu. Kuşkusuz, tüm bu saydığım görevliler için etik kuralların gereğince uygulandığı ve işletildiğini söylemek olası değil.
Ülkemiz koşullarında etik ilkelerin, ilgilileri tarafından yeterli derecede öğrenildiğini, benimsendiğini ve düzenli şekilde uygulandığını söyleme olanağı bulunmamaktadır. Bunda bir etkenin, söz konusu görevlilerin gerektiği kadar denetlenmemeleri olduğu gibi, toplumsal tepkinin yeterli olmaması da dikkate alınmalıdır. İnsanların gerek yargılama ve gerekse diğer kamusal iş ve işlemlerinde etik kuralların varlığından ve bunların dikkate alınmaları gereğinden habersiz olmaları ayrı bir unsur olarak ortada durmaktadır. Yani, gerek yargısal etik olarak ve gerekse diğer kamu görevlilerini ilgilendiren etik ilkeler bakımından, hem görevlilerin hem de yurttaşların konuya hassasiyetle yaklaşmaları bir zorunluluktur. Ancak, bunun pek çok olay bazında gerçekleştiğini söylemek olası değildir. Öte yandan, konu ile alakalı kamu kurumlarında konuya yeterli önem verildiğini söylemek de mümkün değildir.
Özellikle yargısal etik ile ilgili olarak, Adalet Bakanlığı, Hakimler ve Savcılar Kurulu ve Yargıtay’ın düzenlemeler geliştirmeleri olumlu bir yaklaşım olmasına rağmen, bu kurumların konuya daha çok sınırlamalar açısından yaklaşmaları, özellikle meslek mensuplarının ifade özgürlükleri yönünden sağlıklı değerlendirmelerden uzak düşmeleri ve AİHM kararlarını dikkate almamaları, değişik bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır.
Başka bir sorunlu alan ise, kamusal güç kullanan kolluk görevlilerinin zor ve silah kullanmalarına dair temel ilkelere ilişkin olarak yaşanan aykırılıklardır. 1990 yılında Küba’nın başkenti Havana’da gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler Konferansında kabul edilen kolluğun zora dayalı müdahalesi ve silah kullanmasına dair ilkelerin ülkemiz özelinde yaşama geçirildiğini söylemek olanağı bulunmamaktadır. Kabul edilen İlkeler’in, gerek hükümetlere ve gerekse görevlilere önemli yükümlülükler getirdiği, özellikle zor kullanma ve silah kullanma durumlarında sınırlayıcı hükümler konularak bunların ağır koşullara bağlandığı açık olmasına rağmen, ülkemizde kolluk gücünün bu kurallara uyduğunu söylemenin olanağı yoktur.
Özellikle toplumsal olaylarda polis ve jandarmanın, koşullarının bulunup bulunmadığına bakmaksızın kolayca zor kullanma yoluna gittiği, aynı şekilde koşulları bulunmadığı halde ve çoğunlukla bu ilkelere aykırı olarak kestirme şekilde silah kullanmayı tercih ettiği ve mağduriyetlere yol açtığı sık rastlanan olgulardır. Ayrıca, tipik bir olay türü olarak, Anayasa ile güvence altına alınmış toplanma ve gösteri yapma hakkının kolluk tarafından, yasal olmayan şekilde engellenmesi de hatırlanmalıdır. Çok sık rastlanan bu olay türü ile ilgili olarak, “cumartesi anneleri” adlı grubun gerçekleştirdiği eylemin polis tarafından önlenmesi üzerine Anayasa Mahkemesi’nin verdiği hak ihlali kararına rağmen, kolluğun hala bu yasaya aykırı tutumunu sürdürerek engellemeye devam etmesi ayrı bir etiğe aykırılıktır. Yani, ülkede kolluk gücünün etik ile bağdaşmayan çok ve çeşitli davranışlarının hiç bir makam ya da kuruluş tarafından sona erdirilmesi şeklinde bir yaklaşım görülmemektedir.
Diğer taraftan, kamu makamlarının uymaları gereken etik ilkelerin varlığı bir gerçek ise de, bu alanda da oldukça sorunlu bir durumda olduğumuz söylenebilir. Pek çok örnek olay arasından hatırladığım bir tanesi oldukça dikkat çekiciydi. Hükümette görevli bir Bakan, sahip olduğu şirket vasıtası ile, Covid döneminde kendi Bakanlığı’na dezenfektan satmıştı! Üstelik doğru ise, piyasa fiyatının oldukça üstünden satış yapılmış ve satış konusu malzemenin kalitesiz veya bozuk olduğu da dedikodu konusu olmuştu. Bu olayın etik açıdan bir değerlendirmeye tabi tutulmasının bir anlamı veya yararı olmayacaktı. Çünkü söz konusu Bakan hiçbir yaptırım ile karşılaşmayacak, sadece görevinden ayrılacaktı, kamu kurumu dolandırıcılığı suçlaması ile yargılanması gerekirken! Kısacası, kamu makamlarının, kamuda görev yapanlarla ilgili olarak etik konusunda bir şeyler düşündükleri ya da yaptıkları yolunda olumlu bir sonuca varmak olası değildir.
Yargı Etiği denilince dünya üzerinde en önemli sayılması gereken belge, Bangalore Yargı Etiği İlkeleri’dir. Birleşmiş Milletler çerçevesinde hazırlanarak 2001 yılında Hindistan’ın Bangalore kentinde kabul edilen metin, doğrudan yargılama makamı olarak hakimleri hedef almıştır. Hakimlerin yargı görevini yerine getirirken uymaları gereken kurallar ile birlikte, kamu makamlarının dikkate alması gereken hususları da kapsayan metinde belirtilen ilkeleri kısaca anımsarken, hukukçuların bildiklerini varsayarak ayrıntılarına girme gereği olmadığını düşünüyorum.
Bağımsızlık, tarafsızlık, dürüstlük, mesleğe yaraşırlık, eşitlik, ehliyet ve özen olmak üzere toplam 6 ilkeden ibaret metnin tüm dünyadaki yargıçlar için uygulanması amaçlanmıştır. Ülke özelinde durumun sorgulamasını yaparsak, olumlu sonuçlara ulaşma olanağı bulunmadığını görürüz. Bu, hem görev yapan yargıçlar bakımından, hem de bu ilkeleri güvence altına alması gereken siyasi iktidarlar bakımından böyledir.
Bangalore’un ilk ve belki de en önemli ilkesi “bağımsızlık” bakımından bir değerlendirme yapılırsa, her şeyden önce, Anayasa ve ilgili yasalarda vurgulanmasına rağmen Türkiye’de yargı bağımsızlığı alanında büyük sorunlar olduğu kolaylıkla görülür. Siyasi iktidarların sürekli ve yıllardır süren açık ve örtülü müdahaleleri, yargı bağımsızlığını yok düzeyine indirgemiştir. Son 21 yılın iktidarının bu konudaki günahı oldukça büyüktür. Devam eden davalara açıktan veya perde arkasından yapılan müdahaleler, beğenilmeyen kararları veren mahkeme başkanları ya da hakimlerin yetkilerinin ya da görev yerlerinin istek dışında değiştirilmesi, hatta sürgün niteliğinde kararlar verilmesi olağan uygulamalar haline dönüşmüştür.
Tarafsızlığı kalmamış ve partili Cumhurbaşkanı tarafından davalarla ilgili olarak yapılan açıklamalar sonrası, mahkemeler ve hakimler tarafından verilen kararların beklentilere uygun olarak değiştirilmesi, açıkça yargıya müdahale niteliğindeki beyan ve açıklamalar sonrası, etki altında kalan mahkemeler ve hakimlerin beklenen doğrultuda karar oluşturmaları, yargı bağımsızlığı kavramını yok etmiş durumdadır. Osman Kavala’nın yargılandığı Gezi Davası ile Selahattin Demirtaş’ın yargılandığı terör örgütü üyeliği ve Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs etme davasında gerçekleşen ve hukuki olmaktan çok uzak gelişmeler, bunun tipik örnekleridir. Gerçekten de, AİHM ve Anayasa Mahkemesi’nin verdiği hak ihlalleri kararlarına rağmen, ilgili mahkemeler uyulması zorunlu bu kararlara uymadıkları gibi, partili Cumhurbaşkanı’nın beyan ve istekleri doğrultusunda karar oluşturmuşlardır ve halen bu durum sürüp gitmektedir.
Buradaki sorunun önemli bir tarafı ilgili hakimlere aittir. Bangalore Yargı Etiği İlkeleri’nin ilk maddesindeki bağımsızlık kavramında, açıkça “Hakim,hangi makamdan veya hangi nedenle gelirse gelsin, doğrudan veya dolaylı her türlü dış etki, teşvik, baskı,tehdit veya müdahaleden uzak şekilde, kendi vicdani kanaatine uygun olarak hukuka ve somut gerçeklere ilişkin kendi değerlendirmesine dayanarak , yargı görevini bağımsız olarak yerine getirir” kuralı bulunmakta ise de, özellikle siyasi iktidarın istek ve müdahalesinin söz konusu olduğu soruşturma ve davalarda bunun gerçekleşmediği çok açık şekilde görülmektedir.
Bu noktada, hakim ve savcıların atama, nakil, terfi ve disiplin işlemlerinde görevli ve yetkili olan Hakimler ve Savcılar Kurulu’nu da anımsamak gerekmektedir. Zira, nerede ise tüm üyeleri Cumhurbaşkanı ve partisi tarafından belirlenen bu kurulun bağımsızlığı zaten söz konusu olmadığı gibi, tümü ile hükümetin yörüngesine girmiş bir görüntü vermektedir. Bu doğrultuda düşünen ve davranan yargıç ve savcılar ile, yargı bağımsızlığından söz etmek olanaksız ve anlamsızdır. Kısacası, bağımsızlık ilkesi, ülkemiz özelinde sadece kağıt üzerinde kalmaktadır.
Bangalore’un ikinci ve yine önemli ilkesi “Tarafsızlık” kavramına gelindiğinde de ciddi sorunlar bulunduğu görülmektedir. Hakimin yargı görevini iltimas, yanlılık veya önyargı olmaksızın yerine getirmesi anlamında tarafsızlık ilkesi, ayrıca, mahkemede ve mahkeme dışında yargı ve hakim tarafsızlığı açısından kamunun, hukukçuların ve dava taraflarının güvenini koruyacak ve arttıracak şekilde davranması anlamını içermektedir. Ne yazık ki, bu ilke de siyasi müdahaleler, hakimlerin bu müdahalelere direnmede gösterdikleri yetersizlik nedeniyle uygulanır olmaktan çıkmış durumdadır.
AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarına uymayı reddeden ve bu tutumunda ısrar eden mahkemeler ve hakimlerin tarafsızlığı sorgulanır olacaktır. Zira, tamamen siyasi iktidarın istek ve yönlendirmesi doğrultusunda davranmaktadırlar. Sosyal medya hesabında Cumhurbaşkanının resmini paylaşarak “Osmanlıyı kurmaya devam” şeklinde ifadelerle paylaşım yapan bir hakim, herhangi bir yaptırım ile karşılaşmadığı gibi, üst düzey bir göreve atanarak terfi ettirilmiştir. Yine, bir adliyede Başsavcı ile Adalet Komisyonu Başkanı olan bir Hakim, yabancı bir şirketin davası ile ilgili olarak, Cumhurbaşkanının avukatının aracılığında, davanın tarafı olan bir avukat ile Başkanın odasında görüşmeler yapabiliyor ve hiçbir yaptırım ile karşılaşmayabiliyorlar. Hem de olayın kamuoyuna yansımasına rağmen. Benzer çok sayıda örnek verilebilir, ama asıl olarak hakimlerin tarafsızlık ilkesine gereken önem ve değeri vermedikleri gerçeği ile karşı karşıya olduğumuzu söylemek zorundayız.
Dürüstlük, mesleğe yaraşırlık, eşitlik, ehliyet ve özen ilkelerin tartışmasına girmeyi çok gerekli görmüyorum. Çünkü bu ilkelerin uygulanmasında da ciddi sorunlar olduğunu söylemek zorundayım. Bangalore’un uygulanmasını zamanın Hakimler ve Savcılar Kurulu genelge ile tavsiye etmiş ve uygulamanın izleneceğini belirtmişti. 2019 yılında Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından hazırlatılıp kamuoyuna açıklanan Türk Yargı Etiği Bildirgesi, Bangalore esas alınarak hakim ve savcıların uymaları gereken kuralları içeriyordu. Ancak, aynı yıl kendisi tarafından çıkarılan kararname ile, çoğunluğu hakim-savcılardan oluşan Kurul, sürgün niteliği ağır basan atamalar yaparak bizzat bu ilkelere aykırı davranmıştır!
Yargıçlar Sendikasının Yargı Bağımsızlığına ilişkin Görüş ve Önerileri
Kısacası, yargı etiği ve çeşitli metinler aracılığı ile oluşturulan evrensel ilkeler bu ülkede kimsenin umurunda olmamıştır. Kuşkusuz bunda en büyük sorumluluk siyasi iktidarındır. Sonrasında Hakimler ve Savcılar Kurulu ve nihayet hakim ve savcılara sorumluluk payı verilmesi zorunludur. Bir sorumluluk payı da topluma verilmelidir. Çünkü, toplum hukuk ve adalet isteminde ve beklentisinde olmalı, gerektiğinde sokaklara çıkarak tepki vermeli, istek ve beklentilerini yüksek sesle dile getirmeli, siyasi partileri zorlayarak sistemin denetimini sağlamalı, demokratik hak ve özgürlüklere sahip çıkmalıdır. Beğenmediğimiz İsrail’de halk, 6 aydan beri sokağa çıkarak, hukuk ile ilgili düzenlemeyi protesto etmekte, siyasi iktidar ve kurumlara tepki göstermekte ve haklarına sahip çıkmaktadır. Anti demokratik uygulamalara gitmek isteyen iktidarlara halkın demokratik yollardan tepki göstermesi ve direnme hakkını kullanması kaçınılmazdır.
Ülkenin hukuk düzeninin hukuk devleti kavramına yakışacak bir düzeye ulaşması, toplumun adalet isteğine karşılık verilmesi ve özellikle yargı bağımsızlığının sağlanması anlamında daha gidilecek uzun bir yol bulunmaktadır. Şimdilik, devlet ile özdeşleşmiş durumdaki hükümetin tavrı “Yargı Etiği mi, O Da Ne” düzeyindedir. Ancak, bağımsız yargı ve adalet herkesin, hatta siyasi iktidarların da gereksinmesidir. Bunun sağlanmasının yollarından belki de birincisi yargı etiğinin yaşama geçirilmesidir. O günlerin ülkemizde egemen olduğunu görmek dileğiyle.
E. Yargıç İbrahim Fikri Talman Hakkında
Talman, 1956 yılında Balıkesir’in Ayvalık ilçesinde doğdu. İstanbul Şişli Lisesini bitirdi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazandı. Fakülteden mezun olduktan sonra avukatlık stajını tamamladı. 1981 yılında Hakim Adayı olarak yargıçlık mesleğine başladı. Sırasıyla, Mardin Ömerli, Çorum Kargı, Çanakkale Yenice, İstanbul Şile, Kırklareli Lüleburgaz, Sivas merkez, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi(DGM), İstanbul Kartal ve İstanbul Anadolu Adliyelerinde görev yaptı. Emekliliğine 6 ay kala Hakimler ve Savcılar Kurulu kararı ile ve isteği dışında Van Hakimliğine atandı. Görev süresini tamamladıktan sonra 2021 yılı başında emekli oldu. Yarsav ve Yargıçlar Sendikası‘nın kurucuları arasında yer aldı. Her iki yargı örgütünde yönetim kurullarında görev üstlendi. Yeni Ülke Dergisi ve Hukuk Defterleri Dergisi Danışma Kurulu Üyeliği yapan Talman, evlidir, 2 kızı, 1 torunu ve 1 kedisi bulunmaktadır.